ilahi hayat sen çok yaşa
’aş, aşla pişersen aş olur…’’
ve aşkla göze alamayan
yanıp kavrulmayı
kül olup rüzgârda savrulmayı
ne var oluşu anlayabilir ne yok oluşu…
‘’hiç’’lik ‘’hep’’likten gelir
heplik hiçlikten
ve çocuğudur döngüsel moleküler hareketin
herşey ve hiçbirşey…
hareketin içinde HİÇ olmayı göze alamayan
aş nedir, aşk nedir ne bilsin…
ya hayat tarafından dünyaya atılan
esaslı bir kazıktır O
ya da fena bi şaka…
ilahi hayat sen çok yaşa!…
Nevzat OĞUZ
24/09/2011-İstanbul
…………………………………………………
Kulilkên Buk û Zavê
I.
Ne kadar ağlasan ve ağlatılsa başkaları
aklımın gemisi hafızanın tufanına tutulup
kalbime batar
Oysa, akranım binlerce esmer çocuk
halaylarla, horonlarla
bölerek milyon parçaya
gecenin sis taşını
zılgıtlarla, sloganlarla
hayatın kızıl ışığına gömülür
ve “çocukları mezarsız analar”
kızgın “alaca karanlığı”nda çıldırının
susar çığrım çığrım
kanın yorduğu yaralı şarkısını ırmakların
II.
Ne zaman kanasan ve kanatılsa başkaları
Kalb(im)in gemisi aklın tufanına tutulup
hafızanın ağrısına çıkar
Oysa, akar can suyu ılık ılık mağmasına dünyanın
ve rüzgarı sert dağlarında Mezopotamya’nın
ve yaraları elvan elvan bağrında Anadolu’nun
kulilkên buk û zavê*açar şafak vakti
kor can kar boran olur
ak saçlı ağıtlara avaz olur
ve leş gibi ahır kokan
(s)ağır kapısında “Adalet Sarayı”nın
bir şişe
kan
ve kuru
yan
göz pınar
larıylan:
“onlar, kimsesiz ve köksüz değil
bin yıldır kanı sebil
bir halkın etinden kopardığınız
canımız(dır)” diye
“kökü dışarıda” gayri meşru soytarıdan
bilimin bileyi taşında bilenmiş
pırıl pırıl parlayan kinle
hesap soran analar her gün yürekli elleriyle
yangın harmanı ağrılı göğsüne
bastırarak sarar
kanın yorduğu yaralı şarkısını ırmakların
III.
ve susmak…
uzun uzun upuzun susmak…
büyüterek çürük bir çığı
zorun adaletine sığınıp
kanın diline kemik
kanın söküğüne iplik
kanın seline yatak olmaktır
zorbanın kan kokan ağzıyla konuşmaktır
susmak…
uzun uzun upuzun susmak…
Susarsan…
uzun uzun upuzun susarsan…
Susarsan kim duyar
yanık insan eti kokusunun ağrısına asılan
çırılçıplak feryadını dağların
susarsan kim?
Susarsan kim bilir
yetimliğini, öksüzlüğünü
ve mezarsız kalışını esmer çocukların
susarsan kim?
Susarsan kim yaşar
ceylan sekişli, bülbül ötüşlü, binbir çiçekli
sevi(nçli) telâşını baharın
susarsan kim?
Susarsan…
uzun uzun upuzun susarsan…
Susulursa…
uzun uzun upuzun susulursa…
Susulursa teslimiyetin yeni adı
“çatal dilli yılan”ların okuduğu
cin çişiyle yıkanmış asrın, cinayet temrini
ayetlerin ayeti
“BARIŞ! HEMEN ŞİMDİ BARIŞ!”
olur.
Susulursa…
uzun uzun upuzun susulursa…
IV.
ah, her insan ölümüne doğarmış
incinmişse umut, yitirilmişse onur
bu doğrudur.
Oysa gelir
fırtınalı yağmurlardan sonra
ebem kuşağıyla
çürüyenin bir parmak balına
“deli zehir” diyen şiir
kanıksamanın kara çığına karşı
unutmamanın ölümsüz günahını
yakasına takıp
mezarsız çocukların kilit aşırı düşlerini
terli gövdesine kuşanarak gelir
ve yeşil yatağında can çekişen
cafcaflı yalanlara sarılıp sarmalanmış talanların
ve notaları dolarlı, avrolu (s)ağlak şarkıların
sarılı, pembeli tevekkül külünü savurarak
kovar erdemi, imkânı bol kârlı mor
yolların aşkından.
tarihin böğründeki
mülkiyet denen cerahat
dağlanıp kurutulsun diye
gelir o büyük şiir
terli çalkantısından
kanın
ve yanık ağrısından
dağların
oy
yanmaya
kanamaya
durur imge imge
dize dize sılası celâlî olur
Celâlî…
Nevzat Oğuz
18 Ekim 2008
Bir açıklama ekle
Kulilkên Buk û Zavê
I.
Ne kadar ağlasan ve ağlatılsa başkaları
aklımın gemisi hafızanın tufanına tutulup
kalbime batar
Oysa, akranım binlerce esmer çocuk
halaylarla, horonlarla
bölerek milyon parçaya
gecenin sis taşını
zılgıtlarla, sloganlarla
hayatın kızıl ışığına gömülür
ve “çocukları mezarsız analar”
kızgın “alaca karanlığı”nda çıldırının
susar çığrım çığrım
kanın yorduğu yaralı şarkısını ırmakların
II.
Ne zaman kanasan ve kanatılsa başkaları
Kalb(im)in gemisi aklın tufanına tutulup
hafızanın ağrısına çıkar
Oysa, akar can suyu ılık ılık mağmasına dünyanın
ve rüzgarı sert dağlarında Mezopotamya’nın
ve yaraları elvan elvan bağrında Anadolu’nun
kulilkên buk û zavê*açar şafak vakti
kor can kar boran olur
ak saçlı ağıtlara avaz olur
ve leş gibi ahır kokan
(s)ağır kapısında “Adalet Sarayı”nın
bir şişe
kan
ve kuru
yan
göz pınar
larıylan:
“onlar, kimsesiz ve köksüz değil
bin yıldır kanı sebil
bir halkın etinden kopardığınız
canımız(dır)” diye
“kökü dışarıda” gayri meşru soytarıdan
bilimin bileyi taşında bilenmiş
pırıl pırıl parlayan kinle
hesap soran analar her gün yürekli elleriyle
yangın harmanı ağrılı göğsüne
bastırarak sarar
kanın yorduğu yaralı şarkısını ırmakların
III.
ve susmak…
uzun uzun upuzun susmak…
büyüterek çürük bir çığı
zorun adaletine sığınıp
kanın diline kemik
kanın söküğüne iplik
kanın seline yatak olmaktır
zorbanın kan kokan ağzıyla konuşmaktır
susmak…
uzun uzun upuzun susmak…
Susarsan…
uzun uzun upuzun susarsan…
Susarsan kim duyar
yanık insan eti kokusunun ağrısına asılan
çırılçıplak feryadını dağların
susarsan kim?
Susarsan kim bilir
yetimliğini, öksüzlüğünü
ve mezarsız kalışını esmer çocukların
susarsan kim?
Susarsan kim yaşar
ceylan sekişli, bülbül ötüşlü, binbir çiçekli
sevi(nçli) telâşını baharın
susarsan kim?
Susarsan…
uzun uzun upuzun susarsan…
Susulursa…
uzun uzun upuzun susulursa…
Susulursa teslimiyetin yeni adı
“çatal dilli yılan”ların okuduğu
cin çişiyle yıkanmış asrın, cinayet temrini
ayetlerin ayeti
“BARIŞ! HEMEN ŞİMDİ BARIŞ!”
olur.
Susulursa…
uzun uzun upuzun susulursa…
IV.
ah, her insan ölümüne doğarmış
incinmişse umut, yitirilmişse onur
bu doğrudur.
Oysa gelir
fırtınalı yağmurlardan sonra
ebem kuşağıyla
çürüyenin bir parmak balına
“deli zehir” diyen şiir
kanıksamanın kara çığına karşı
unutmamanın ölümsüz günahını
yakasına takıp
mezarsız çocukların kilit aşırı düşlerini
terli gövdesine kuşanarak gelir
ve yeşil yatağında can çekişen
cafcaflı yalanlara sarılıp sarmalanmış talanların
ve notaları dolarlı, avrolu (s)ağlak şarkıların
sarılı, pembeli tevekkül külünü savurarak
kovar erdemi, imkânı bol kârlı mor
yolların aşkından.
tarihin böğründeki
mülkiyet denen cerahat
dağlanıp kurutulsun diye
gelir o büyük şiir
terli çalkantısından
kanın
ve yanık ağrısından
dağların
oy
yanmaya
kanamaya
durur imge imge
dize dize sılası celâlî olur
Celâlî…
Nevzat Oğuz
18 Ekim 2008