Bir birey savaşı durdurabilir…

Bir Birey Savaşı Durdurabilir -İ. YAYLALI
03-12-2012
İbrahim Yaylalı *

İmkanı Olsa Zamanı Geri Alabilseydim…

İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu olan Nazlı Masatçı arkadaşın yapmış olduğu bir vicdani ret açıklaması esnasında oynadığı bir oyunla verdiği desteği, halkı askerlikten soğutma olarak değerlendirip,meşhur 318. maddeden yargı dava açmış .Ben burjuva hukukunu iğdiş ederek, şöyle buradaki yargı sistemi berbat,buna uymuyorlar,şurayı düzeltmiyorlar ,darbe anayasası, uluslararası yasaları ihlal ediyorlar,AİHS,AİHM diye devam eden açıklama yolu benim kendimi ifade etmeme yeteceğine inanmıyorum.Bu yollu açıklamaları ben hukukçu arkadaşlara bırakıyorum. Ben size kendi yaşadığım savaş pratiğini ve ne yapıp yapamadığımı anlatacağım

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim, yaşamımın bir çok zamanını belirleyecek olan çocukluk döneminde,rap rap rap diye askeri düzen ayaklarımızı patlayacak şekilde yere vura vura okul avlusundan dersliklere gidip,derslerde ırkçı-cinsiyetçi-militarist müfradatı olan derslerimizi bir vucut kulak olmuş,bir vucut göz olmuş şekilde dinleyip, tenefüslerde kalemlerimizi ve cetvellerimizi silah yapıp bize gösterilen kötü olan Kürt,Ermeni,Rum,Alevi,Suryani vs.. avına çıkmazdım. Öğretilmiş oyunlarımızın kendi katilim olmasına izin vermezdim . Arkadaşlarımı da aynı şeye sevk eder,tüm dersleri kırardım…

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim,o zaman neden var olduğunu bilmedim bir savaşa gönüllü olarak komando askeri olarak yazılmazdım.O askerlik şübesinin önünde oturur,Masatçı arkadaşın oyunuyla destek vererek içerisine girdiği halkı askerlikten soğutma eylemini en kutsal görev gibi yerine getirirdim.O binadan içeriye girecek her insanımızın gerekirse ayaklarına kadar sarılır,o kapıdan içeriye girmemesi için her şeyi yapardım.

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim,dahil edildiğim bilmediğm bir savaşa, tanımadığım bir halkın köylerininin tarlaları ve bağlarından başlayarak yakmaya başlayan zulmün,insanlarına nasıl ulaşacağını tahmin ettiğiniz savaşa ortak olmazdım..

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim ,Köylülerin girmemesi için tuttuğumuz tarla ve bahçe nöbetlerinin sonucu boşaltılan On binlerce köy,milyonlarca insanların yerlerinden yurtlarından edilerek,metropol gettolarında ucuz iş gücü olarak kullanılması,ikinci sınıf insan muamele görmesi,yine tarla bahçe nöbetlerimiz sonucu,gidecek ve yeniden yeni yaşam kuracak cesareti olmayan köylülerin, yeni birleştirilmiş köylerde kendi insanlarına karşı koruculaşmayı,dayatılılan tüm onursuzlaştırmayı kabul ettiren,yüzlerini karartan,halklarına karşı suç makinalarına dönüştürülen tüm bu sonuçları,imkanı olsa zamanı geri alabilseydim eğer o nöbet emrini ret eder yerine getirmez,ve birlikte aynı şuça bulaştırılmış tüm arkadaşlarımı da aynı şeye sevk ederdim.

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim,dahil edilmiş olduğum savaşta ne öldürmüş, ne de onlar için ölememiştim.Dahil edildiğim savaşta dördüncü ayıma girerken yaralanarak PKK gerillalarına esir düştüm.Uzun sayılabilecek bir süre yani iki senenin üzerinde dağda gerilla ile birlikte kaldım.Bu süreç zihnimde bir çok şeyin billurlaştırmasını sağladı.

Sistemin beynime enjekte ettiği bir çok zehirle hesaplaşmama rağmen,heyet ile birlikte Türkiye’ye döndüğümde onun mahkemeleri karşısında, sizin tüm yalanlarınızla hesaplaştım ve bundan sonraki kalan askerlik hizmetini ret ediyorum diyemedim.Belki silah almayı ret ettim fakat o üniformayı,ölüm saçan o üniformayı ret edemedim.

Zincirlenerek bir köle gibi askeri kışlaya teslim edildim.Onbeş ay boyunca o hakereti yaşamak zorunda kaldım.Eğer sistemin en büyük silahı olan korku mekanizmasıyla hesaplaşmış olabilseydim.Silahı ret ettiğim gibi,üniformasını da ret eder, halklar üzerindeki tüm oyunlarını ifşa ederdim. Ve bu bir çok şeyi değiştirebilirdi

Sonuç yerine: Bir insanın burada yürüyen iç savaşı ret etmediğinde,neler olduğunu tamamen kendi pratiğimle ortaya koydum.Bir birey yukarıda anlattıklarımı ret etmediğinde yazdıklarımın hepsinden nasıl sorumlu olduğunu,ve bir bireyin savaşı nasıl beslediğini ortaya koydum.

Bir hatırlatma; Birde benim gibi militarizimle sonradan hesaplaşmış olsun bu birey, yıllarca bu işlediği suçun sonuçlarıyla yatıp ,sonuçlarıyla gece yarıları kabuslarıyla yaşamını sürdürmek zorunda kalır.

Bir birey yukarıda savaşı nasıl besliyor ve devam etmesini sağlayabiliyorsa, Bir de Masatçı,Suver,Aktaş,Tarhan,Özkan gibi arkadaşlar var ki ,savaşa dahil olmadan savaşın neden sonuçlarını bilince çıkarmış,savaşı bulundukları her yerde tüm sonuçlarıyla ret edip savaşın bitmesini sağlayacaktır.

Şimdi bu tavır ; bu arkadaşların cüreti, halkı askerlikten soğutmak ise ve bu eğer suç ise gecikmişte olsa aynı suçu seve seve bende üzerime almayı kabul ediyorum.Bunu buradan tüm ilgili yasalar kime görev vermişse duyuruyorum.

Bir öneri; Halkı askerlikten,militarizmden soğutmak bence Anayasa’da temel haklar arasına mutlaka alınmalıdır

Bence mecliste gurubu olan BDP milletvekilleri,halkı askerlikten soğutma suçu olan maddeyi, Anayasa komisyonunda temel haklar düzenlenirken, diğer temel haklarımız arasına almayı önermeliler diye düşünüyorum.Halkı askerlikten soğutma fiili suç olamayacağı gibi,bizde ancak bu istenmeye başlandığında bir normalleşmeye doğru yol alabileceğimizi düşünüyorum.

Seferberlik çağrısını düzenleyen ilgili birime

Unutmadan bana tüm bu yaşadıklarımdan sonra birde seferberlik çağrısı göndermişsiniz.O kağıt parçasını yırtıp attığımı da bildirmekten büyük mutluluk duyuyorum.Ne barış zamanı,ne sefer zamanı asla bir daha askeriniz olmayı ret ediyorum

*94-96 arasında PKK ‘ye esir düşen asker

Bir birey savaşı durdurabilir…” üzerine 5 yorum

  1. AKP’ nin imamlar ordusu ve Çamlıca füzeleri!
     
    Din iman ırk ile iyice kışkırtılan, fakir fukaranın vergi paraları ile palazlanan imamın ordusu daha pısırık çıktı. Müslüman mezheplerinin iç savaşından başını kaldıramayan Esad’ın ordusu bizi vuracak diye, Suriye sınırına Nato’ yu çağırıp, patriot füzelerini yerleştiren dinci militaristler, yeri geldiğinde de kendilerini, ”dünyanın en kahraman ordusu, yenilmez, geçilmez, karşısındaki herşeyi hemen yokeden süper bir güç” olarak lanse etmekten de geri kalmıyorlar. Uzun menzilli roketatar cami minareleri tamamlanana kadar, Gavur’un Patriot rampaları önünde Allah’u Ekber deyip durun!
    Diğer taraftan askerdeki intihar olayları daha önceki yıllara göre genel bir artış gösteriyor, çatışmalarda ölenlerden daha çok insan çoğu zaman adına ”kaza, intihar” denilerek arkadan vuruluyor! İslamize edilen Militarist Kuvvetler’deki bu anormal intihar-kaza oranının artışı hala devam ediyor. İntihar yaşanan bir ortamda grup stresi, anormal yapılanmalar, amaçlı örgütlenmeler vardır. Yüzde 27’dir oran, bu demektir ki o birlikte 27 kişi depresyondadır. Bu nedenle bu olaylar, islamist militarist yapının bunalımlı olması, depresif olmasına işaret ediyor. Basında askeri kışlalarda yaşanan intihar ve ya cinayet haberleri birkaç satırla geçiştiriliyor. İrdelenip üzerine gidilmiyor. Yaşanan bu intihar olaylarını irdeleyen kimi muhalif basın organları ise yorum ve haberlerinde militaristlerin propagandasının ötesine geçemiyorlar. Yaşanan ölümlerin nedenleri irdelenmiyor. Yaşanan intiharlarda şu soruların yanıtlanması önemli: askerleri yaşamdan bezdiren, ölüm seçeneğine iten nedir? Ancak askeri kışlalarda sadece intiharlar yaşanmıyor. İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. Cinayeti kimler neden işliyor? İntihar ettiği söylenen askerlerin büyük bir kısmı kürt. İntiharların Türkiye de sürmekte olan savaş ve milliyetçilikle bir bağlantısı var mı? İntiharlar kadar intihar süsü verilmiş cinayetlerde var. En önemlisi de bu intiharların-cinayetlerin arka planında ne var? Hem cinayet kurbanlarını, hem de cinayeti işleyenleri tanımak gerekiyor.Bunlar neden kaynaklanıyor? 1980’lı yıllardan sonra kendisini yenilemeyen tek ordu başkaları için çalışan işbirlikçi militarist Türk ordusudur. Aynen Soğuk Savaş döneminin çatısı ve yapısı ile devam ediyor. Doktirini aynen donup kalmış: Ermeni -Kürt -Rum korkusu ile kandırılan cahil kitlelerin kanını içen bir kene, sürü kafalılığa odaklı ordu, diktalarla sağlanan ayrıcalıklar, rabıta örgütünce pompalanan petrol dollarları ve yurtdışında yaşayan insanların çocuklarından alınan haraçlarla palazlandı ve bu yapıyı kaybetmek istemiyor…Halbuki şimdiki ordular teknoloji odaklı ordu oldular. Cahil kitleleri ”kahraman mehmetçik” diye pohpohlayan militarist sadistler ise insan sayısını her zaman olması gerekenden çok daha fazla tutarak yerli ve komşu halkları tehdit altında tutmak istiyorlar.
    Tüm NATO üyelerinin toplamından daha fazla insan, Rum, Kürt ve Ermeni’lere karşı beyinleri yıkanmış olarak mobilize ediliyor, ama en ufak bir olayda hemen Amerika’ ya yalvarılarak yardım isteniliyor! Kendi yarattıkları bir örgütü, terör örgütü ilan edebilmek için başka ülkelere yalvarmaktan da utanmıyorlar!
    Bu çok anlamlı…Mademki bu kadar şanlı bir ordusun, dünyanın en sayılı ordularından birisin, en disiplinlisin, senden daha büyüğü yok, peki bu telaş ve korku neden? Suriye sınırına yalvararak çağrdığın bu patriot füzeleri kime karşı kullanılacak? Türk Silahlı Kuvvetler’inin disiplin ve morali adına, etmedik işkence, dayak, küfürlerle sindirilen gencecik insanlar, ‘teröristler geliyor’ naraları ile öne sürülerek, pusuya düşürülüyor, şehit oldu denilerek de utanmadan törenler yapılıp, cesetleri politik hedefler için ortalarda gezdiriliyor. TSK’ nin son 30 yıldaki en önemli faaliyetlerinden biri de işte bu ceset ticaretidir. Mademki şerefli bir ordusunuz, o zaman öldürülen çoğu suçsuz masum 38 000 e yakın Kürd’ün cenazelerine de izin verirseniz dünyanın sonu mu gelir?…Televizyonlarda aynı cenazeyi 15 kere göstereceğinize bir tanede Kürt cenazesini gösterseniz ne olur!

    Militaristler suçu, sağlam raporu ile kafese aldıkları cahil insanların üstüne atmaya devam ediyorlar…

    Militaristler karargah dedikleri inlerinden gene aynı tehdit ve saldırılarla ortaya çıktılar:

    ”…Genelkurmay raporunda, TSK’daki intihar vakalarının en büyük nedeni olarak “uyuşturucu bağımlılığı” gösterildi. Kamuoyunda intiharların en büyük nedeni olarak gösterilen “kötü muamele” ise en son intihar nedeni olarak yer aldı….” – Hürriyet-
    Bu saf gençler Silahlı Kuvvetler’e girerken, “ruh sağlığı yerinde” yani “sağlam raporu” ile giriyorlar. Akıl ve ruh sağlığı yerinde olmayanlar askere alınmıyorlar bile… Bu ne ciddiyetsizlik, bu ne saçmalık?

    ”EN BÜYÜK NEDEN UYUŞTURUCU”. TSK’da sivil yaşantısından kışlaya getirdiği sorunlar nedeniyle uyum güçlükleri yaşayan personelin de bulunduğu belirtildi. İntihar vakalarının en büyük nedenleri sırasıyla, “Uyuşturucu bağımlılığı, Ailevi sorunlar (Sevgisizlik, bölünmüş aile yapısı, gönül ilişkisi vb.), Aşırı borçlanma, Yüz kızartıcı olaylar (Ahlak dışı davranışlar), Uyumsuzluk ve Kötü muamele” olarak belirlendi.” – Hürriyet-
    Bundan daha fazla kepazelik olamaz! NATO ülkeleri arasında en az uyuşturucu Türkiye’de kullanılıyor ve müptela sayısı da en az Türkiye’de, nasıl oluyorda en çok intihar Türkiye’ de oluyor, hemde 25 ülkenin tolam sayısından çok çok fazla? Türkiye, intihar eden bu kadar askerle, tek başına, uyuşturucunun en çok kullanıldığı tüm Avrupa ülkelerinin toplamından daha fazla bir sayıya nasıl ulaşabiliyor?
    Nasıl oluyorda sağlam, sigara bile kullanmayan çoğu saf köylü çocuğu intihar etme noktasına geliyor. Burada olağanüstü anormal bir şeyler var demektir. Yönetici durumundaki komutan, betonlaşmış çağdışı doktirin, yağma talan ideolojisi, ırkçı islamizm, amir durumundaki sadistlerin mobbing’i vardır, kötü uygulaması vardır, terör ve zulüm vardır. Ne yazıkki cahil kitle çocuklarını vatan için feda diye böylesine bir tuzağa göndermekten vazgeçmiyor. “Oraya gidince erkek olur, yoksa oğluma kız vermezler, vatanı savunur, şehit olur” tarzında konuşan beyinleri yıkanmış sadist kitle var oldukça depresif insanların oluşturduğu bu köhne yapı da varlığını devam ettirir.
    Bu gençlerin askere alınırken psikolojik testten geçirildiğini herkes biliyor. Acaba bu psikolojik testler ne oldu? Verilen raporlardan eğer sağlam raporu almış bir kişi askere gidiyor, askerde intihar ediyorsa bütün geçmişte sağlam raporu verenleri sorgulamak gerekiyor. Şu anda, yağma talancı doktirine sahip bu militarist yapının İslamize edilmesi de sorunları çözemez. Her kışlaya bir mescit, imam hatip okulu, hacı subaylar, her askere bir imam sloganı ile ”reform” yaptığını savunan İslamistler, uygarlığın değerlerini reddeden, dışlayan bu yapının, İnsanın psikolojik sağlığını bozan bu sistemin, eski Osmanlı kafasına dönmesinin, yağma ve talan hareketlerini daha da yaygınlaştıracağı gerçeğini örtbas edemezler…
    Militarizm, bütün insan ilişkilerinde tahakkümü ve sistematik şiddeti meşru gören, olumlayan, toplumun bütün dokularına sinmiş bir hastalık. Bu yüzden insanlık özgürlük arayışında militarizmle hesaplaşmak zorundadır. Militaristler, Türkiye’de hala bir tabu, insanlar hala din iman karıştırılmış marşlarla, cafcaflı bayram kutlamalarıyla büyüyor. Kendi tarihini, fetihçi, asker bir millet olduğuna inanmış bunun erdemlerini vazeden, resmi tarihin doktirinine islamizm zehirini iyice şırıngılamakla daha beter bir durumun ortaya çıkacağı kesin…Türkiye’deki egemen sistemin yerli halkları düşman ilan eden militarist islamist kimliği AKP tarafından devralındı.
    Buradan post modern Türk İslam militarizmin bir kaç özelliğine göz atalım.Türk militarizmi Müslüman, Türk, erkek, suni ve Kemalist’tir. Bu özellikler cumhuriyeti kuran kadronun özellikleridir. Bu milliyetçi ve ulusçu ideoloji Mustafa kemal şahsında ifadesini buldu. Türk olmayanlar, Müslüman olmayanlar, suni olmayanlar ve Kemalist olmayanlar dışlandılar. Bu unsurlar resmi devletin söylem ve yapısına tehdit olarak algılandılar. Devlet hiçbir zaman bu unsurları kendi içine almadı. Devlet bu unsurlardan korktu. Bu korku dışlama ve tehdit algısı Kürt, Rum, Ermeni, Alevi katliamına yol açtı.
    Asker etrafında örgütlenmiş militarist yapının bir dizi mitosu var; Türklük, Müslümanlık, Atatürk, bayrak, vatanın bölünmez bütünlüğü, kutsal devlet, kahraman Türk askeri, cennet ve şehadet. Tabi bu mitosların dışında olanlar, farklılıklarını koruyanlar tehlikeli ve haindirler. Bu hainlerden, düşmanlardan korunmak için öldüreceksin. Korunmak için ezeceksin. Bu algı ordu içindeki bir dizi cinayetin ölümlerin esas nedeni ve kaynağı oldu.
    1914′ e kadar Anadoluda başlıca 4 büyük halk yaşıyordu, Türk nüfusu henüz çoğunluk değildi. Rumlar, başta karadeniz alanında- çoğunlukla Müslümanlığa geçmeseydi, hemen hemen Türk nüfusuna yetişiyorlardı. Ermeni ve Kürtler yaklaşık yüzde 40 civarında bir nüfus oluşturuyorlardı. Ama beyinleri yıkanmış, kandırılmış, hafıza kaybına uğratılmış bugünkü 75 milyon insan, Anadolu’ nun sanki ani bir gök gürlemesi ile Türkleştiğini, orta Asya’ nın steplerinden gelen bir avuç göçebenin boş tertemiz bir alan bulup, orada safi ırkını genişletip bugünkü haline geldiğine öylesine inandırılmış ki, bu insanların şimdiki terör, şiddet ve tehdit algısı ile oluşturulan bir çemberin dışına çıkması tamamen imkansız bir olaydır. Bu otoriter sistemin başlıca gücü ordu ve Diyanet, nakşiciler, süleymancılar, milli görüşçüler denilen islamist paramiliter örgütlenmeler oluyor. Ve burada itattin egemen kılınması için disiplin devreye giriyor. Sıkı bir disiplin uygulanıyor. Devlet gücünü göstermek için terbiye etme sürecine başlıyor. Kışlalar kişinin insiyatifi ve karar hakkı ortadan kaldırırken, tamamen nesnel ve edilgen duruma getiriyor. Kışlada kişi emir komuta altında bir hiçtir ve aşağılanıyor. Bu süreç aslından en hafif deyimi ile bir kişilik tecavüzüdür. Şu nedenle tecavüz diyorum: devlet kendi doğrularını, kendi kutsallarını zorla rızasız bireye empoze ediyor. Zorunlu askerlik uygulaması aslında bu yönü ile devletin vatandaşına tecavüzüdür. Kişi ne dense onu yapmak zorundadır. Kendini donatamamış bireyin bu katı otoriter militarime karşı çıkması ve sorgulaması mümkün değildir. Bu tabi kişide bir çaresizlik duygusu oluşturur. Bu çaresizlikte bireyin karşı durmak için yapabildiği tek şey ölmek oluyor. Bir anlamda intiharda kararlaşırken buna özgürleşme çabası da denebilir. Birey karşı duramayınca, kurtulma gücü bulamayınca intihar ediyor. O böyle kurtuluyor. Militarist sistemin bireyi büyük gayeler, kutsal amaçlar için ölür. Bayrak, vatan, Atatürk, cennet, şahadet ve devlet gibi…Oysa intihar edenler sadece kurtulmak için ölüyorlar. Demek ki dayanılmaz bir acı duyuyorlar ki bunu yapıyorlar. Evet kışlalarda cinayet vakaları yoğun bir şekilde yaşanıyor. Cinayeti işleyenler ise bir ideolojinin yarattığı nesnellikle kişilik ölümlerini gerçekleştiriyor..
     
    Asker mafyası ve Kelleparası Gaspı denilen ”Bedelli Askerlik”

    Yurtdışında doğan, Türkçe’ yi bilmeyen 4. kuşak Türk çocuklarının çocuklarını bile 10 000 Euro ile haraca bağlayan TSK mafyası, vatan görevi, her erkek “Türk’ ün kutsal hizmeti”, ”yapmazsan kız vermezler”, diye lanse ettiği militarist terörcü doktirinini terk etmiyor. Türk Devleti’ne göre “Bedelli Askerlik” uygulaması “sunulan hizmet”tir ve Türkiye’li göçmenlerin, askerlik süresi yüzünden oturum statüleri ve işlerinin tehlikeye girmemesini sağlar!. Resmen tehdit var işin içinde..Her ne kadar anaerkil bir kavramla “anavatan” için denilse de burada söz konusu olan asıl mesele, “Yurtdışı Türkleri”nin kelle parasıdır. Gerçekte bu “hizmet” kendi Vatandaşlarına karşı savaş için askeri bütçeye kaynak gasbıdır. Avrupa alanında yaklaşık 140 ülkeden göçmenler yaşıyor. Bunlardan yalnızca Türkiye orada doğanları sonsuza kadar böylesine bir haraca bağlıyor. Hiç bir ülke kendi toprakları dışında doğan çocukları, ”zorunlu vatan görevi, zorunlu askerlik” adı altında baskı altına alıp binlerce euroluk bir soyguna tabi tutmuyor. Bu noktada bir daha ispatlanıyor ki Türkiye, askeri ile , dini ile ve genel olarak şimdiki bir bütün kültürü ile çok gerilere saplanıp kalmıştır. Bu nedenledir ki de hiç bir topluma entegre olamıyor…
    “ölünecekse vatan için olacak” söylemi, “her türk asker doğar ve yaşar” mistik söylemi de bu intiharlar karşısında iflas ediyor. Öyle şehitlik payeleri ile ödüllendirilmeyi hayal edenlerin anlayamadıkları bir tercih. Çünkü bütün kutsal kitaplar ve militarist güçler itaatsiz ölümü günah ve yasak sayıyolar. İşte tamda burada yaşanan intiharlar anlam kazanıyorlar. Ve irdelenmeyi hak ediyor. Askeri kışlada intihar eden askerler yaşanmışlıklara tahammüllerinin sonuna geldiklerinden yapıyorlar.
    TSK disiplin ve moral şubesi denilen vahşet örgütü, disiplin ve moral adına falaka ve küfürleri, asma ve kesmeyi vatan görevleri kisvesi altında doktirine ediyor, buna karşı çıkanları vatan haini, terorist ilan ediyor. Osmanlı döneminden daha geri bir yapılanmayı, dünyanın en şanlı ordusu, kahraman mehmetçiklerin birlikleri adı altında cahil insanlara yutturmaya çalışan kokuşmuş köhne yapının, şimdiki hali ile Arap ordularından daha iyi olduğuna inanmak saflık olacaktır. Son olarak, ABD’ ye yalvarıp Suriye sınırına patriotları yerleştiren imamın ordusunun, kendi çapulcuları ile uğraşıp yıpranan Esad güçlerinden bile ne kadar korktuğu, hiç bir moral veya disipline sahip olmadığı, hizipleşerek, bölünen ve yabancı güçlerce satın alınan subayların denetimine girdiğini görebilmekteyiz.
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir

    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi
     
     

  2.  Rasim Özdenören’in ‘Avrupa, AB, din, kilise vesaire’ yazısına cevap.
     
    Rasim Özdenören’in Avrupa artık bir “Hristiyan Klübü” değildir, temasını da içeren yazıya ilişkin eleştirisine cevap:
    Avrupalıların dindarlığı tarihe karışmıştır savı, dünyanın çeşitli üniversitelerince yapılan araştırmaların da konusu oldu. Hiç bir Avrupa ülkesi AB’ni  Hrıstiyan temelli bir birlik olarak görmüyor. Bugüne kadar da hiçbir platformda hiçbir yetkili AB’nin “Hrıstiyan birlik idealini” gerçekleştirmek için kurulduğunu ifade etmedi. AB’ği, insanlığın evrensel değerleri üzerinde kurulmuş bir yapıdır. “Çok kültürlü” bir AB yapısı, Hrıstiyanlık değerlerini de kucaklamakla birlikte bunu kat kat aşmış ideal bir yapıdır. Müslümanların yanlış hareketlerini, dindarlığın bir parçası olarak algılayan geniş kitleleri oy deposu olarak kaybetmek istemeyen Hristiyan Demokrat Partiler bile gerçekten dini hükümleri gözeten ve insanları Hristiyan inancına göre yöneten partiler olmaktan çıkmışlardır.
    Avrupa toplumları, cahil ve bağnaz geniş kitleleri kışkırtıp, başka yerleri ele geçirme derdine giren İslam’a karşı antipati duyarken ona benzeyen Hıristiyan dininden de soğumuşlardır. Batı medeniyeti, insanlık tarihinin bu yeni uygarlığı Hıristiyan’lığın bir uygarlığı değil, ona karşı gelişen hareketlerin yarattığı bir sentezdir.
    Avrupa, gelinen noktada bir Hristiyan kulübü olmadığı gibi, milliyetçilik üzerine kurulu bir birlik de değildir. Daha AB’ye üye olmadan, 5.kol gibi örgütlendirilen cahil ve bağnaz göçmenleri kullanarak her yere cami, kur’an okulu, mescitler açan, her tarafa din doğmaları ihraç eden, türban satışında dünyada 1. sıraya yükselen Türkiye’nin, tam tersine Avrupa kimliğinden uzaklaşdığını görüyorlar. Sorun sadece saman alevi gibi yana sönen ekonomi sorunu değildir. Libya, İrak ekonomileri 10 yıl öncesinde bazı Avrupa ekonomilerinden daha iyi idiler. Birlik sorunlarında ana faktor mentalite birliğidir. Avrupa’nın şimdiki kimliği, özgürlük,eşitlik ve kardeşlik temelinde, bilim ve tekniğin yaratıcılığı, özgür düşüncenin doğmalara karşı mücedelesi sayesinde oluşmuştur. Türkiye Avrupa’nın bir parçası olacaksa, onun kimlik sentezine doğru yönelmesi gerekir, yoksa Ortaçağın kimlik özentisi ile değil!

    Avrupa, dini ve etnik bağnazlıklarından kurtulduktan sonra kendisini bugün bulunduğu noktaya getiren atılımları başlatabilmiştir. Türkiye’yi, oradan gönderilen milyonlarca cahil kitlenin yüzlerce yıl geriye dayanan değer ve yargılarıyla, algılayan  yani dini ve kültürel alanda, oraçağı canlandırdığını gören Avrupa toplumları hayal kırıklığına uğradıkları gibi, geleceklerinden de endişe etmeye başlamışlardır.
    ‘Avrupa Birliği bir Hıristiyan kulübüdür savı hayata uymayan bir savdır. Avrupa’da Hıristiyan dini son derece marjinal hale gelmiştir, kiliseler boştur. Türkiye'[nin] başını çektiği politik İslamcılar camileri tıklım tıklım doldururken, papazlar müze haline gelmiş kiliselerde sinek avlamaktadırlar. Yani Avrupa’da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır. Din’e indeksli bir Avrupa yoktur, aksine şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır. Yani AB’ nin şimdiki kimliği dinlen değil, aydınlanma ile şekillenmiştir. (…) Avrupa’nın büyük şehirlerine binlerce cami, Kur’an kursları, mescitler açarak İslam bayrağını sallamakla AB’ne üye olunamaz.’  – Selda Suner, Entegrasyon komitesi-
     (Rasim Özdenören.) ”…1. Hıristiyan dininin ‘son derece’ marjinal hale geldiği görüşünden hareketle AB’nin bir Hıristiyan kulübü olmadığı kanısı tümüyle temelsizdir. Kiliselerin boş kalması olayı başka bir şeydir, büyük harfle Kilise’nin boş durup durmadığı olayı daha başka bir şeydir.  Kilise binaları boş kalabilir. Kaldı ki, bu iddianın da gerçeklikle ilgisi yoktur. Pazar günleri her kilise kendi cemaati ile ayinlerini düzenli biçimde ifa etmektedir. Ama daha önemlisi Kilise (yani Papalık) dünyanın her yerinde, Asya’nın her tarafında, Ortadoğu’da, Afrika’da, her yerde milyarlarca doları misyonerlik faaliyeti çerçevesinde harcamaktadır. Türkiye’de bile nerdeyse her mahalleye bir kilise açmışlardır. Açmaya da devam ediyorlar.”
    ”Bu arkadaşlar kiliseye veya dine kayıtsız kaldığını gördükleri sıradan Hıristiyanları ölçü alırlarsa yanılırlar. Halen Japonya misyonerlerin cirit attığı bir ülke halindedir ve orada Hıristiyan nüfus artan bir ivmeyle çoğalmaktadır.
    2. Belki bazı kiliseler ‘müzeye’ dönüşmüş olabilir. Fakat Kilise’nin kurumsal faaliyeti aralıksız sürmektedir. Öte yandan: ‘Avrupa’da din adına örgütlenen ve harekete geçen toplam Müslüman sayısı, dine indeksli toplam Avrupa yerlilerinden daha fazladır’ cümlesi de yazı sahiplerinin kafa karışıklığını ve bazı temel kavramları bilmediklerini gösteriyor. ‘Dine indeksli Avrupa yerlileri’ denirken ne kastediliyor? Eğer bu ibareden sıradan bir Hıristiyan’ı anlayacaksak onların tümü dine endekslidir. Tümü Kilise’ye vergisini ödemek zorundadır. Aksi takdirde Kilise’den alması gereken hizmeti alamaz. Yani çocuğu vaftiz edilmez (isimsiz kalır), evlenemez (çünkü nikâh kıyma mercii Kilise’dir), ölünce cenazesi kalkmaz, çünkü bu hizmeti de Kilise verir. İnsanların dine kayıtsız gibi durmaları, onların Kilise’ye kayıtsız kalmasını sonuçlamaz.
    Rönesans olsun, Reform olsun, bir başına aydınlanma hareketi değildir. Fakat yeniçağların Aydınlanma hareketinin öncüleridir. ‘AB’ nin şimdiki kimliği dinlen değil, aydınlanma ile şekillenmiştir.’ cümlesi bu bakımdan biraz netameli görünmektedir. Avrupa Hıristiyan insanı Kilise’ye uzak durmak istemiştir (onun soygunu, vurgunu, talanı dolayısıyla), fakat Kilise’ye karşı bu mesafeli duruş onun dine kayıtsız kaldığı anlamını taşımaz. Avrupa ülkelerinin bütün temel yasaları elan dine dayalı yasalardır. ” (Rasim Özdenören)

    İlk önce yeniden belirtlim ki, Hıristiyan dini, Avrupa Birliği ülkelerinde etkisini yitirmeye sadece sembolik pozisyonda olan Kiliselerle ilişkide değil, ruhi şekillenme, politik ve sosyal alanda da kaybetmeye başlamıştır. İnsanlar kilselere gitmiyorlarsa, bu yalnızca 10-15 Euro için değildir. Manevi yaşam  alanında Kiliseler ve Hıristiyan dini ile olan bağların kopması, ruhi yaşam kontrolünün değişmesi, kiliselere karşı gelişen ‘biçimsel kayıtsızlıktan’ çok farklıdır. Ortaçağın kiliseleri yüksek minareleri ile muhteşem birer hakimiyet sembolü idiler. Kiliselerce seferber edilen kitleler bu sembollerin gölgesinde, insan maneviyatını yöneten mutlak güce ruh ve bilinçlerini teslim ediyorlardı. Kilise savaş ve barışın, ekonomi ve politikanın temel direği idi. Kilise, bu şekliyle toplumsal yaşamı yüzyıllarca olağanüstü derecede etkilemiştir. Fakat şimdi Avrupa’nın göbeğinde bu Kiliselerin boş durması veya Camilere çevrilmesi iflasın bir kanıtıdır. Kiliseler kuvvetli oldukları zamanlar göçmenleri kendi dini inançlarına çekmeye çelışırken, şimdilerde acizlik içinde kendilerini onlara teslim etmeye başlamışlardır.
     ”…Eğer bu ibareden sıradan bir Hıristiyan’ı anlayacaksak onların tümü dine endekslidir. Tümü Kilise’ye vergisini ödemek zorundadır. Aksi takdirde Kilise’den alması gereken hizmeti alamaz. Yani çocuğu vaftiz edilmez (isimsiz kalır), evlenemez (çünkü nikâh kıyma mercii Kilise’dir), ölünce cenazesi kalkmaz, çünkü bu hizmeti de Kilise verir….”
    Birincisi, Avrupa’ da ”ben hıristiyanım” diyen insanlar gerçekten çok azdır, ”ben Müslümanım” diyenlerden daha azdırlar. Hıristiyanım diyenlerin Kiliseye bağlılıkları da nüanslıdır: çok küçük bir gurup dışında vergi veren yoktur. Pazar günleri bir kaç saatliğine ayinlere katılan insan sayısı da hızla azalmaktadır, bunlar genelikle yaşlı insanlardır ve doğal olarak azalmaktadırlar. Avrupa toplumlarında nikah kıyma mercii olarak kilisenin kullanılması tamamiyla marjinaldır. Geleneksel veya göstermelik fenomenler dine indeksli bir çoğunluğun varlığına işaret edemiyor. Şurada burada varlığını devam ettiren katı Katolik norm ve değerler, yeni tipten ailevi yapılanma, yeni tekniğe dayalı modernize sosyal ilişkilerin hızla form değiştirmesi karşısında ortaya çıkan şartlara cevap verememektedirler. Kilise evliliklerinin serbest düşüşünde önemli rol oynayan faktörlerden biride, klasik evlilik biçiminin azalmasıdır. Aile yapılanmalarının giderek ortak yaşama, ”serbest arkadaşlık” veya benzeri biçimlere bürünmesi, eski değer ve yargıların yeni nesillerde sönmeye yüztutması, hıristiyan kökenlilerin başka kültür ve inançları olanlarla evliliklerindeki artışı, Hıristiyan kilisesinin bu alanlardaki aktivitelerini de geçersiz kılmıştır. Yeni nesil Müslüman kesiminin hızla yozlaşıp kriminalleşmesi de, camilleri bekleyen felaketlerden birisidir.
    En son örneklerden birisini verirsek:
    ”Paris’te Türk şirketine saldırı
    Fransa’da  işadamı Ali Gök’ün inşaat şirketi, kendilerinden haraç isteyen Müslüman sokak çetesinin silahlı saldırısına uğradı. Paris’in banliyölerinden Pierrefitte Sur Seine’de şirketin şantiyesine saldıran silahlı bir şahış, 3 işçiyi yaraladı. Saldırıya uğrayan şirketin sahibi Ali Gök, haraç taleplerine boyun eğmedikleri için hedef alındıklarını söyledi.
    “SOKAKLAR ÇETELERE BIRAKILMIŞ DURUMDA!”
    Daha öncede aynı bölgede çeşitli çetelerin saldırısına uğradıklarını aktaran Ali Gök, “2011ve 2012 yıllarında sosyal konutların ilk bölümünün inşaatı sırasında şantiyemiz çeteler tarafından yakıldı. Polise başvurduk. İki kişi tutuklandı ve cezaevine gönderildi. Ancak değişen bir şey yok. Baskılar halen devam ediyor.” dedi. Polisin bazı semtlerde ve mahallelerde çaresiz kaldığını belirten Gök, “Maalesef sokaklar çetelere bırakılmış durumda. Paris’in bazı banliyö semtlerinde hukukun ve devletin aciz kaldığını görüyoruz.” ifadelerini kullandı. Gök, “Beni en çok yaralayan hadise bu çetelerde Müslüman kökenli gençlerin olması. Maalesef bu çeteler Fransa’daki İslam algısına ve Müslümanlara büyük zarar veriyor.” dedi.  [kaynak:yeni şafak gazetesi]
    Devamla: ”(…)İnsanların dine kayıtsız gibi durmaları, onların Kilise’ye kayıtsız kalmasını sonuçlamaz.”, diyorsunuz.
    Kilise her dinin sembolü gibi, hıristiyanlıkta da sistemin çekirdeğidir, ana çekim merkezidir. Avrupa toplumlarının kiliseye kayıtsızlıları, onların, onun temsil ettiği inanç ve  kültüre olan kayıtsızlıklarından kopuk değildir. Kilise kontrol mekanizmasını kaybetmeye başlamıştır, bu sadece onun pratik uygulamalarından kaynaklanmıyor, toplumsal gelişmenin geldiği noktada genel olarak din’in insanlar üzerindeki etkisi biçim değiştirmiştir. Türkiye’ de, AKP, eski tip İslamcılık, sahteliği sırıtan Diyanet islamcılığını bıraktıktan sonra gelişebilmiş, Fethullah cemaati de Avrupa’da kuru kuru camiler kurma yerine, okullar kurarark hakim pozisyonuna erişebilmiştir. Kısacası, genel olarak İslam dini de Hıritiyanlık gibi kendini yenilemediği yerde kan kaybetmeye devam edecektir. Avrupa’da yetişen yeni nesil Türkler, Diyanet cami’sine maç bakmak için gidiyor, geleneketen dolayı oruç tutuyorsa,bunları dini bütün muminler diye algılamamak gerekir. Bu nesilller arasındaki ailevi ilişkiler, Almanlar’ın ilişkilerinden daha kötüdür. Almanya’nın ve diğer ülkelerin bir çok yerinde, Türkler arasındaki aile boşanmaları, yerliler arasında ki ailevi boşanmaları geçmiştir. Sadece bu temel konuda değil, ruhi yaşamın tüm alanlarında yükselen sahtelik, çürüme ve yıkım, Cami’nin, yıkılan kilisenin yerini dolduramayacağı haberini veriyor.
     3. ‘…şimdiki Avrupa gücünü, rönesans ve dincilerin baskısına karşı direnerek yapılan reformlardan almaktadır’ cümlesinin de içi boştur. Rönesans, evet, Kilise’ye başkaldırı olarak yorumlanabilir. Fakat dine karşı bir başkaldırı değildir. Kilise’nin vurgununa, soygununa, talanına karşı verilen mücadelenin bir kesimini remz eden bir harekettir. Reform hareketi de keza merkezî Kilise’ye başkaldıran, onun yerine mahalli kiliselerin kurulmasını öngören bir başka dinî hareketin adıdır. Ancak şu hususa dikkat etmek lazım: reform, dincilere karşı bir hareket değildir, Kilise’ye karşı bir başkaldırıdır. Ve de gene farklı bir Hıristiyanlık anlayışının tezahürü olarak gerçekleştirilmiştir.”
    Birincisi kilisesiz Hıristiyan dinciler topluluğunu varsaymak yanlıştır. Kilisesiz bir dinin varlığı Avrupa’da sözkonusu olmamıştır.
    Kiliseye karşı çıkanlar, sadece onun haksızlıklarına karşı değil, onun genel ruhani yapısına karşıda yazmış, çizmiş, kilisenin ideolojik politik temellerine, Hıristiyan dininin temel doğmalarına saldırmışlardır. Bütün reformize hareketlerinde bunu görmek mümkündür. Galile’den beri bu böyledir. Bilim ve teknikteki bütün ilerlemeler her seferinde Kilisenin ruhani mevcudiyeti ile çatışma durumuna girmişlerdir. Bilimdeki icatlara karşı çıkanlar sokakta, kiliseye gitmeyen saf dindarlar değil, Kilisenin örgütlediği dinci kitlelerdir. Kiliseler arasındaki bölünme hizipleşme hareketleri onların bir bütün olarak reformların karşısında durmalarına engel olmamıştır.

    Saygılarla
    Entegrasyon komitesi adına: Selda Suner
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik

    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale

    http://www.facebook.com/entegrasyon.komitesi

  3. 1980 GENERALLERİNİN “HER KÖYE BİR CAMİ” SLOGANININ YANKILARI ÇAMLICA TEPELERİNE VE TAKSİM’E DAYANDI.

    AKP iktidarının temelleri 1980 lerde atıldı. Generaller, bir ellerinde kamçı, diğer ellerinde İslamcılığın minaresi ile etrafa dehşet sallıyorlardı. Kenan evren, her köye bir cami, her Türk’e bir imam sloganı ile terör estiriyordu. İslam’ın kara lekesi Diyanet ve diğe envay çeşit tarikat cemaat şürekası onu, şehir kasaba anahtarlarını vererek selamlıyordu. Askerlerin desteğinde her tarafa binlerce cami, imam hatip, Kuran okulları kurularak, Rabıta ve diğer İslamist locaların da desteği ile mezhep ve cemaatlerin kadrolaşmasına süreklilik kazandırıldı. 1990 yıllarından itibaren bütçenin büyük payı bu İslamizasyon ve Mehmetçiğin kirli savaşına aktarılarak bugüne gelindi. Zorunlu din dersi uygulaması Askeri çetelerce sağlandı, İslamcılığın devlet eliyle desteklendiği, Cemaat ve tarikatların ekonomik alanda büyüdüğü, holdingleştiği bu dönem AKP iktidarının öncüllü oldu.
    Orta Çağ Müslümanları baktıkları her yerde görünmez bir düzenin aşikâr işaretlerini görmüştür. Osmanlı halifeliği onlar için dünyadaki kutsal birliği temsil eder. İslam geleneğinde akıncının kılıcı, caminin yüksek minaresi gerçeği simgeler ve buna benzer sembolik ilişkilendirmeler sürer gider. Orta Çağ dinî düşüncesinin bu türden yüksek minareler ve oradan yapılan ezan okumalarla sağlanan sistemli propoganda yoluyla korku ve kasvetin sürekli tekrarlanmasının sağlanması temelinde piskolojik hakimiyetini kurduğu gerçeği, başta AKP olmak üzere Türk islam sentezini savunan güçlere ilham vermeye devam ediyor. Korkunun varlığını sorgulamak bile gereksiz: Bunu görmek için camiler yoluyla sağlanan ürkütücü marşlara bakmak yeter. Erdoğan camisi- Çamlıca camisi- 30 000 kişilik bir kitlenin piskolojik şekillenmesini sağlayacak, bu Himler’in beyin yıkama yerleşkelerinin tümünden daha büyük olacaktır.
    Karanlık Osmanlı Tarihinin sayfalarını dolduran fetihlerin elebaşıları, büyük camiler kuran padişahlar egemenlik sistemlerinin zincirinde ana halka olarak dini kullanmış, köleciliğin, tefeciliğin, sistemli işkencenin, insan kırımcılığın, yağmacılığın ideolojisi olarak da savaşı meşrulaştıran İslam dinini seçmişlerdir.
    Osmanlı padişahlık sistemine yaklaşmaya, başkanlık sistemi ile adım atmaya çalışan R.T. Erdoğan, Taksim ve Çamlıca’da geriye kalan son yeşil alanları da Müslüman betonuna dönüştürmede kararlı görünüyor. “Türk Millî İslamı” hattında ilerleyen AKP “islamcı devlet” kurma sürecinde, Ortadoğu ve Afrıka’ da devletlerin hem dinin sağladığı meşrûiyete, hem de gerginlik stratejisinin bir unsuru olarak İslâmcılığa gerek duyduklarını gerçeğinden hareketle, dünya düzeyindeki hâkimiyet ilişkilerinin ve özellikle de petrol alanlarına hakimiyet kurma alanında İslâm’ın oynadığı rolün önemini görüyor ve stratejisini ona göre uyarlıyor. Bu, sembolik düzeyde “ümmet”in mazlum konumunda olduğu izlenimini uyandırırken, – Erdoğan herzaman ki gibi mağdur rolünü oynamaya devam ediyor- Türkiye’de İslâmın ve İslâmcılığın “millileşmesi”ni, devletleşmesini, askerileştirlmesini de hızlandırmaktadır. 1980 lerde Kemaliz’mi İslam’a entegre etmeye çalışan cuntaya rağmen başgösteren yetersizlik, inşâ halindeki milli Türk islam devleti “milliyetçiliği” dinle meşrûlaştırmaya, dini millî kimliğin bir parçası olarak kabul etmeye, söylem ve pratiklerine dahil etmeye hız vermek için, Türkiye’de islamın baş locası kabul edilen Nakşıbendicilerin diğer sunni tariklatlarla kurdukları iktidara geçme sürecine geçmeye mecbur kaldılar. Bu yolla ümmet, İslâm’ın “millî sınırlar içindeki parçası” haline indirgenirken, millet, mahallî sınırları aşan bir cemaat olarak temsil edilmeye başlandı. Din sınır-tanımaz bir “kardeşlik” ögesi olma niteliğini yitirirken, millet, teorik olarak kendi karşıtı olan bir unsuru içermeyi kabul ederek meşrûiyet kazanabilidi.

    İÇ SAVAŞ DOKTRİNİNİ OLARAK İSLAMCILIK.
    AKP, İslam ve ümmetçiliği bir iç savaş doktirini olarak benimsemektedir. Dinî referansların ve kurumların meşrûiyet ve kontrol mekanizmaları olarak kullanılması, devletin dinî sahayı tekeline alma teşebbüsleriyle eşanlamlıydı. Cuntacılar milli İslam’da diretiyorlardı. Devletin hakimiyetindeki “millî din” barış ve istikrar unsuru ve otoriteyi sağlamada önemli bir faktör olarak görüldü. Bu “ihtiyaç”ın sadece yönetici kliklerin dünya görüşüyle izah edilemeyeceğini belirtmekte fayda var. Partiler, kendi meşrûiyet kaynakları olarak kullandıkları dinî referansları “millileştirirken”, bu referanslara başvuran kendi dışlarındaki sosyal ve siyasal İslâmî/ İslâmcı aktörlere, doğal olarak, “Beşinci Kol” statüsünü uygun görmüşlerdir.
    Osmanlının çöküş sürecinde devletin varlığını devam ettirmenin çözüm yollarından biri olarak İslamcılık görünür. “Türkleşmek, İslamlaşmak, o zamandan beri Osmanlının kurtuluş reçetesi olarak görülmüştür. Orta çağı temsil eden, din merkezli sistem sembollerinin Türkiye’nin ana gündemine oturtulması tesadüfi değildir. AKP’ nin başını çektiği post modern Osmanlıcılık, kültürde, sanatta, Osmanlının en güçlü olduğu dönemin sembolleri olan cami, türban ve yüksek minareleri, oradan fışkıran ideoloji ve onu taşıyacak geniş kitleleri reformasyona devam ediyor.
    AKP iktidarının temelleri 1980 lerde atıldı. Generaller, bir ellerinde kamçı, diğer ellerinde İslamcılığın minaresi ile etrafa dehşet sallıyorlardı. Kenan evren, her köye bir cami, her Türk’ e bir imam sloganı ile terör estiriyordu. İslam’ın kara lekesi Diyanet ve envay çeşit tarikat cemaat şürekası da ona şehir kasaba anahtarlarını vererek selamlıyorlardı.
    ”Sanki biz hiç yokmusuz, tepkimiz,duygularımız,dileklerimiz yokmuş gibi… Ne acı, bu ülkenin başbakanı 5600 İstanbul’u, Camlica’yi seven vatandaşını yok sayıyor,duymazdan geliyor, söylenenleri sadece ideolojik veya siyasi olarak değerlendiriyor… Biz Camlica’yi seviyoruz, yeşil kalmasını istiyoruz, koruluk, ağaçlik olsun,dogal kalsın…” ( Sibel Asna)
    Cami, imam, hacı hoca takımının kültür depremine hayır demenin, Dünyanın en büyük camisini kurma sevdası ile doğayı yabancılaştıran, eko sistemi yıkan bu sürece dur demenin zamanı gelmiştir. Ne Çamlıca’ya, nede Taksim’e cami istiyoruz!

    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    İmza için burayı klikleyiniz

    https://www.change.org/petitions/%C3%A7aml%C4%B1ca-tepesi-ne-30mart-ta-kazma-vurman%C4%B1za-r%C4%B1zam%C4%B1z-yok-bu-sizi-ilgilendirmiyor-mu-camlica?utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition
     

  4. 12 SENELİK AKP REJİMİ VE ONBİNLERCE KATİLİ MEÇHUL İNSAN MİRASI!

    AKP rejimi altında Türk olmayan, Müslüman olmayan aydınlara ve başka dinlerden olanlara karşı işlenen cinayetlerin hasır altı edilmesine göz yumulmaya devam ediliniyor.
    Sözde demokratik, sivil anayasa girişimi yozlaştırılıp türban, cami ve yeşil din ordusu kurma özgürlüğüne indirgendi. İçerde ve dışarda onca fırtına koparan, düşünce özgürlüğünün önünde bir dikene dönüşmüş yasaları kaldırmaya yanaşamıyor AKP.
    Tarihinde ilk defa kavuştuğu Nobel ödülünü kazanmayı kutlama yerine, yas tutmayı yeğleyen böyle kültürsüz bir rejim dünyada görülmemiştir. Kötü bir paradoks bu! Uluslararası nobel ödülü ile övüneceğine, Çamlıca tepesine dikilecek beton yığını ile övündürülecek yığınlarla ortaçağ karanlığını arayan rejimin demokratlığına kim inanır?
    Bu anlayışla ne demokrasi kazanılır, ne Kürt sorunu çözülebilinir, ne de hükümetin ve parlamentonun saygınlığı korunur. Mesele bu ülkede geçerli sistemin demokrasi değil, ırkçı dinci totaliter bir sistem olduğunu görüp itiraf etmemek mümkün değildir. Nobel ödülü kazanan yazar can güvenliğini kaybediyor ve her zamanki gibi kurtuluşu Türkiye’den kaçmakda buluyor. Erdoğan istemediğini ayak üstü ekarte ediyor ve beğendiğini de saat hesabı ile istediği yere getiriyor. Böyle bir operasyon gücüne sadece askeri cuntalarda, Stalin, Hitler ve Musolini rejimlerinde rastlanabiliniyor.
    Eğer demokrasi kazanılacaksa önce bu sistemin kökü olan anayasanın değişmesi gerekir. Kürtlerle alınıp verilecek bütün şeyler, demokratik hukuk çerçevesinde resmi komisyonların plan ve projeleri ile, dürüst yollarla, karşılıklı imzalı belgelerle sağlanmalıdır…Aşiret tarikat cemaat kafası ile Kürtler’i imzasız, belgesiz karanlık maceralara sürükleyen AKP’nin böyle bir derdi yok. Kürtler’e otonomi vaya başka türden bir statü verilecekse, AKP, hükümet olarak önce, Kürtlerin normal insanlar olduğunu belirten yasalar çıkarmalı, köy koruyucularını ve diğer terör örgütlerini fesh etmelidir. Son dönemde ortalıkta boy gösteren, ‘sivil’ dinci ırkçı örgütler kuran, kahramanlık hikayelerini temcit pilavı gibi ısıtıp ısıtıp topluma sunan, her tarafa akıl veren ve pervasız bir cürete sahip tarikat ve aşiretlerin kurdukaları paramiliter örgütlerin kanlı serüvenleri ortalıkta duruyorken, yeniden din adamları denilen eşkiya sürülerini ortaya sürmekle sorunu çözme değil, büyütmek sözkonusudur. Ve asıl bu noktada bir yargılama ve hesaplaşma gerekiyor. Mevcut haliyle bu dava iktidar kavgalarının bir parçası olmaktan başka bir anlama gelmiyor.

    Kürtler Lozan’dan daha ileri gitmiyor!
    Lozan antlaşması ile adları bile yasaklanan Kürtler’e yamanan ve şimdilerde ”İslam bayrağı altında birleşelim” diye fetva veren A. Öcalan’ı Kürtlerin tek lideri diye lanse eden AKP rejimi, Kürtler’i din ordusu yoluyla hakimiyet altında tutmayı esas alıyor. Abdülhamit’in Hamidiye alaylarına benzer bir örgütlemeyi kabul eden PKK´nin Türk istihbaratı tarafindan yönetildigi de artık kör gözlerden kaçmıyor. 1908-1909’dan sonra Abdülhamit tahtı kaybedince, adına kurduğu “Hamidiye Alayları”, Süvari Birlikleri’ne çevrildi. 1915 Ermeni soykırımında bu süvari birliklerinin bir kısmı çok çirkin bir şekilde kullanıldı ve sonrasında ise resmi Kemalist orduya katıldılar. Koçgiri, Dersim, Piran, Zilan vs. katliamları Ermeni, Süryani, Pontus soykırımlarından ayrı olarak ele almak yanlış olur. Bu anlamda şimdiki devletin şekillenişini, Osmanlı ve TC’nin Kürtlere karşı izlediği politikada Hamidiye Alayları olayını kavramak, şimdi içine girilen ihanet sürecini anlamakta önem kazanmaktadır.

    ”İslam bayrağı altında birleşelim” diye hortlayan PKK şefi, varlığı inkar edilen, jenosit politikaları canlı ve uzun sürece yayılan, asimilasyon gibi insanlık suçu ile eritilmek istenen bir halka, “sınıf ideolojisi”, bu tutmayınca, bu defa da İslami din aidiyeti diyerek Kürtleri zafiyete uğratmaya çalışıyor.

    40 000 civarında Kürdü öldürttüp, milyonlarcasını Batı metropollerine sürerek, 4 000 civarında yerleşim birimini haritadan silip, akabinde sindirilmiş bu topluma, ”çözüm” adı altında esirlik durumunu sürüdürmeyi dayatmak, Kürtler açısından utanç vericidir. Hamidiye alayları bölge coğrafyasında gelmiş geçmiş en zalim güçlerden biridir. Ermeni, Alevi, Pontus, Suryani ve diğer azınlıkların haritadan silinmesi için başlatılan sürecin ilk figüranlarıdırlar. Sunni – Şafi Türk – Kürt sentezi temelinde, Sultan’a bağlı kurulan bu alaylar son dönemlerinde dünyanın en gaddar soykırımlarına da imzalarını atmaktan geri kalmadılar.
    Yakındoğu’yu “büyük Türk yurdu” haline getirmeyi tasarlayan siyasi proje, Rum, Ermeni, Pontus, Laz, Kürt, Êzdi, Alevi vs. soykırımları neticesinde başarıya ulaşmıştır. Tüm Yakındoğu ülkelerini “Anavatan”ı ve “Misakı Milli” olarak sayıp, haritadan çıkarmış, kendisini de Ortadoğu’ya dahil ederek gözünü Uzak Asya’daki Çin Sedi’nden Adriyatik’e kadar olan coğrafyanın hakimi olmayı yeniden planlıyorlar. Hamaset siyasetinde başarılı olan Türk Sunni liderleri şimdiye kadar savaşsız bir şekilde “zaferler”ini kutladılar, mazlumlar başarıyla yokedildiği için bugün aynı türden politikalarını yeniden tekrarlanması kaçınılmazdır.

    PKK’ yi bölgede polis gücü yapmayı öngören bu türden Hamidiye alayları benzeri, Erdoğan alaylarını kurmayı hedefleyen sürecin Kürtler’in hakları ile bir alakası yoktur. Hamidiye alayları zamanında Kürtler bir şey kazanmadı, tarihsel olarak sadece kaybettiler: ticaret yaptıkları, beraber çalıştıkları ve kendilerine kendi adları seslenen komşularını da katbettiler, dillerini kültürlerini kaybettiler. Lozan ile birer mezarlığa çevrilen bu alanda, eski Hamidiye aşiret reislerinin yerine, modernize edilmiş, ”R. T. Erdoğan’ın başkanlık sistemini kabule hazırız”, diyerek Kürtler adına konuşturulan Öcalan kliğinin önderliğinde hareket edecek Erdoğan alaylarının kuruluşuna yönelme süreci, Kürtler’e Lozan’da dayatılan yok olmak sürecinin devamını öngörmektedir.
    Bu süreçte ortaya çıkan toplumsal etkiler, Türkiye’nin üzerine kurulduğu temelleri sağlamaya yöneliktir. Bu etkinin Kürt Sorununu çözeceğini sananlar yanılıyor. Çağdışı bir kültür ve mentalite ile bu sorun çözülemez. Bu etki ve adaletsizlikle kurulan siyasi ortaklıklar da muhtemelen tutmayacaktır.
     
    Yeni türden Hamidiye alayları istemiyoruz.
    Çamlıca’ya ve Taksim’e cami istemiyoruz!

    İmza için buraya klikleyiniz
    https://www.change.org/petitions/%C3%A7aml%C4%B1ca-tepesi-ne-30mart-ta-kazma-vurman%C4%B1za-r%C4%B1zam%C4%B1z-yok-bu-sizi-ilgilendirmiyor-mu-camlica?utm_campaign=autopublish&utm_medium=facebook&utm_source=share_petition
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Sezer Aşkın,
    Salih Demir
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Bedri Engin,
    Selma Altuntaş,
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman Bahar
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
     
     
     

  5. TÜRKİYE VE MISIR.

    Erdoğan ve Mursi’nin İslam devletleri kurma maceraları!
    Politik islamcı akımlardan Müslüman kardeşler ve sözde ılımlı neo-osmanlıcı AKP’nin, insanlığın doğal tarihsel sosyolojik gelişmelerini geri çevirme eylemleri başarıszılıkla karşı karşıya kaldı. Erdoğan şimdilik hafif bir darbe almasına rağmen, Mursi kendi atadığı celladınca devrildi. Karısı çarşaflı general Sisi sahibine acımadı. Bakalım Erdoğanın çok güvendikleri ne yapacak?
    1400 sene evel Arabistan çöllerinde gezen yabani Bedevi kabilelerin yaşam biçimlerini teorize eden islam ideolojisini çağımızın yaşam biçimlerine yeniden hakim kılma çabalarının sonuçsuzluğu ortaya çıktı… Gerek Müslüman kardeşler gerekse onların bir kopyası olan AKP islamcılarının mumyalanmış beyinlerinin tabiatın doğal akışı karşısında duramayacakları, toplumları asırlar öncesine, yalan dolan hurafelerle, uydurma hikayelerle kandıramayacakları gerçekliği bir daha ortaya çıktı.
    İslam ideolojisi tamamıyla çağdışıdır. İslam, insanlığın en kötü taraflarını teorize eden, ilkel aşiret-kabile dönemine takabül eden askeri politik bir ideolojidir. Tek tanrılı dinlerin en kötüsüdür. İnanç adına işlenen bir insanlık faciasıdır.
    Dini silahla uygulamaya çalışan, namaz kılmayana ölüm cezası öngören, kendilerinden olmayanları kafir bilerek mezarlıklarını ayıran, kabile ilkelerine uymayan her şeyi sapıklık ilan eden, aklı dışlayan, amelsiz imanı küfür sayan, olayları akılla yorumlamayı yasaklayan Müslümanların yağma, talan, zulüm ve işkence sistemi İnsanlığın tarihinde karanlık bir sayfadır. İslamı teorize eden kişi, Muhamet’in 40 yaşındaki ilk karısıdır, yoksa, cahil okuma yazması olmayan Muhamet değil…Bu kadın zengin babası sayesinde Hiristiyan ve Yahudi şehirlerini gezmiş, o dönemde bölgeye hakim olan bu 2 dini okuyup, bunlardan bir kopyalama yapmıştır. Muhamet’in aşireti ise bu ideoloji ile politik ve askeri örgütlenmeye girerek diğer aşiretlere başat çıkmış ve Arapçılığın bugünkü şeytani temellerini kurmuştur.

    AKP lideri R.T. Erdoğan’ın halk hareketi karşısında, Mursi’den daha çok tutarsız davranması, beceriksizliği, kin kusarak saldırganlaşması, önümüzdeki dönemde AKP’yi oluşturan bazı tarikatları çözerek, generallere önemli geçitler sağlayacaktır. Erdoğan bunu fark ettiği için, hemen İzmir tatilini yarıda bırakarak İstanbul’a koştu ve Agustos şurası öncesi, TSK’ de tasfiyelerin hızlandırılmasını can alıcı primer konu olarak seçti.
    Muhammed Mursi, aynen Erdoğan gibi tutarsız ve iki yüzlü idi…Şimdi Mısır gibi, bölünme ve dağılmanın somut şartları Türkiye’de de vardır… Son zamanlarda okullara, askeri kışlalara gönderilen, tarikat propagandası içeren genelgelerle Sunni devlet yapılanmasını hızlandıran AKP, ideolojik politik dayatmasını ağırlaştırmasına rağmen yeterli zamana sahip olmayacaktır. Askeri kışlalara yerleştirilen mescit, imam hatip propagandası, Diyanet’in imanlı asker projesine bağlı beyin yıkama faaliyetleri, henüz ordunun tümünü dönüştürecek yeterlilikte değil ve uluslararası durum da AKP’nin alehine dönmüş durumdadır. Toplumu geriye götürmek, dönüştürmek kolay olmadığı için yeni ayaklanmalar kaçınılmazdır. Arap yeşil sermayesinin tefeci localarınca yönetilen ve bir cemaat- tarikat koalisyonu olan AKP’ nin yıkılma süreci, Mısır olaylarının da etkisi ile hızlanacaktır.
    Diğer yandan diğer İslam ülkelerinden gelip Suriye’de savaşan çok farklı İslamcı gruplara, El Kaide’den, baş kesen kan içen envay çeşit vahşet guruplarına, AKP rejimince sağlanan askeri, lojistik ve parasal destek son hızla devam ediyor. Onbinlerce silahlı militanın AKP, tarafından çok bilinçli olarak, Suriye’ye sokulması, bunlara her türlü silah lojistik desteğin sağlanması, Erdoğan’ı Mursi’den daha kötü durumlara sokacaktır. Suudi Arabistan’da, Katar’da, Birleşik Arap Emirlikleri’nde, Kuveyt’te demokrasiye dair hiçbir şey yokken, kadınların oy kullanması bile yasakken, Suriye’de demokrasi diye tutturmalarının bir inandırıcılığı olmamasına rağmen, Alevi ve Hiristiyanlara karşı cephe kuran Erdoğan ve uluslararası çetelerin amacı nedir? Suriye’de demokratik bir rejimi, dünyada özgürlüğün tozuna düşman Suudi kıralı, Katar emiri, gazcı Erdoğan veya El Kaide’nin bombacıları mı kuracak?

    “GENÇLİĞE GELENEKLERİ ÖĞRETEMEDİK”

    Erdoğan: ”Gençliği biz seviyoruz. Biz bu gençliğe geleneklerini öğretemedik. Burada hatamız var. Geleneğini bilmeyen genç geleceğini bulamaz. Sıkıntı burada bunu başartmamız lazım. Gelenekten geleceği bir yürüyüşü hep birlikte başarmamız lazım. Gezi olayları için Meclis’te araştırma komisyonu kurulması için harekete geçtik. İnşallah meclis boyutuyla da Gezi olaylarının içyüzünü ortaya çıkartacağız.” diyerek yeniden formasyonun dozunu artırmanın zorunluluğunu vurguladı. Gelenek dediği, genellikle Arap Bedevilerinin çölde edindikleri kötü alışkanlıklar, Muhamet’in Arap ulusu kurmak için uydurduğu hikayeler, başka halkların yaşam alanlarına yönelik saldırıları teorize eden ideolojik temellerdir. Daha önceleri sadece, çoğalın, ne yapın ne edin son hızla çoğalın, 2071 de orayı burayı feth edeceğiz, imasını veren Erdoğan, son hızla üretilip soakaklara atılan çocukların İslamize ediliş hızında hatalar yapıldığı sonucunu, Taksim direnişinden çıkartılacak tek sonuç olarak algılıyor!
    AKP devletinin Sunni Irkçı yapılanması daha fazla insanı tedirgin etmeya başladı. 1980 lerin Askeri Anayasasının zorla, sunni Türk islam ideolojisi temelinde, diğer halk ve kültürleri yok etme sürecini devam ettiren AKP arta kalan son gurupları da asimileye hız verdi. İşte bu yeni resmi Türk İslam ideolojisine karşı durma her zamanki gibi gözaltı, tutuklanma ve işkence gerekçesidir. Karşi duranları fiziki imhaya tabi tutan Sunnici ırkçı,kafatasçı AKP son Taksim olayında olduğu gibi karşı çıkma cesareti gösterenleri insanlık dışı işkencelerden geçiriyor. 

    AKP’nin ‘Acil Eylem Planı’ kapsamında gerçekleştirmek istediği tüm projeler aslında çağdağlaşmayı engelleyecek, sosyal hakların budandığı, tek şefliğe dayanan polis rejiminin “arka bahçe”de kurgulanmış ideolojik yönelimlerini oluşturan parçalardır.
    AKP propogandasına göre, Erdoğan büyük bir önderdir, karizmasının eşi TC tarihinde görülmemiştir. İslamci ırkçı propogandaya göre, Erdoğan ekonomiyi düzeltmiş, PKK yi de ikna ederek terörü bitirmiştir.
    Burada birincil olarak, düzeltilmiş, büyütülmüş görünen ekonominin tamamen dışa bağımlı bir balon ekonomisi olduğunu vurgulamak gerekir. Bu türden iplikli ekonomiler daha önce Irak, Yunanistan, Arjantin, Şili gibi ülkelerde denendi. İpler başkalarının ellerinde olduğu için her defasında kolaylıkla dipe vuruldular. Erdoğan’ın dışa bağımlı kof ekonomi kahramanlığı ucuz bir kahramanlıktır. Sunni islamın başını çeken Arap kral-şeyh tayfasının tefecilik sistemince pompalanan dolarlar eroin şırıngası etkisini göstermekten ileri gidemez.
    Kendisini Osmanlı devamı gören Erdoğan kliği, Avrupa ve diğer batılı ülkeleri ideolojik-kültürel alanda düşman olarak görmeye devam ettiğini açıkça beyan etti. Nakşi tarikatçılığı, Milli görüş propogandası Makyavelizmle ve Militarizmle birleşerek serseri mayın gibi ne tarafa gidileceğini tamamıyla muğlaklaştırdı. Hem Avrupa düşmanlığı yapmak, hemde üyelik için bir bakanlık kurup çırpınıp durmak, Kürtler’in lideri diye cezaevinden seçilmemiş birisini muhatap almak, arkasından terörist başı diye miting alanlarında bağırıp çapırmak, gizli servis elemanları vasıtası ile kanunsuz belgesiz antlaşmalar yapıp, akabinde yapılan planların hiç birine imza atmamak, arkasından hiç bir şeyden haberi yokmuş gibi davranıp tekrar başa dönmek, bu türden birsürü feci tutarsızlık ve tezatlar içinde boğulmak, Erdoğan için ”güvenilmez” imagosunu yarattı. Şimdi artık bir gurup Sunni devlet lideri dışında hiçbir devlet Erdoğan’ı ciddiye almıyor.
    PKK konusuna gelince, TC hükümetleri, 30 seneden fazla bir zamandır PKK sayesinde ülkeyi rahatlıkla yönettiler. Bundan daha iyi bir silah olamaz! gelinen noktada PKK ile ilgili devlet planlarında yapılan zorunlu değişiklik ve kontralara başka görevler verilmesi zorunluluğundan dolayı, ortam aniden değişti: toplumun üstündeki kambur bir anda kalktı ve insanlar düşünmeye başladılar, zulüm ve baskıya karşı İsyanı bir kaç ay geçmeden başladı. Halk kendine geldi. Eğer devletin PKK ayağı düşmeseydi taksim-Gezi isyanı da olmayacaktı. Bundan dolayıdır ki TC starejistleri şimdi, PKK ‘yı tekrar geri getirmek ve demoklesin kılıcını her zamankli gibi sallamaya devam etmek istiyorlar. 30 yıldır PKK adı altında yapılanlar, halkı baskı altında tutmanın yöntemi olarak kullanıldı. PKK geri gidiyor ve süreç yaşanıyor denilince, halkın üzerindeki baskı kalktı ve insanlar özgürce düşünmeye başladılar. AKP şimdi kazdığı kuyuya düştü. AKP şimdi bu PKK’ yi nasıl geri getireceğini düşünmeye başladı. Bundan daha iyi bir silah hiç bir zaman ellerine geçemez… Erdoğan’ın çark etme niyetlerinin arkasında işte bu neden yatıyor. PKK Kürt halkına bir nebzelik bir şey vermemiştir, özel harp sistemince Kürtleri yıldırıp yok etmenin bir aracı olmaktan ileri gidemeyen bu haraket de devrini tamamladı.
    PKK diye bir şey olmasaydı, şimdi Kürtler’de hürriyetlerine kavuşmuş olacaktı

    ARAP BAHARI YOK, SUNNİ BAHARI VAR.

    R.T.Eroğan: ”Ey cahil, Türkiye’de Türk Baharı 3 Kasım 2002’de oldu. Ama onlar bunun farkında değil. Bunların kulağı duymaz. İşte millet işte karar!”, derken, Türkiye’de, adına ”Arap baharı” denilen, Sunnilerin her alanda ikltidarları ele geçirmelerini yansıtan bu hareketin ana karakterini ortaya koydu. Gerçekten de, Arap baharı adı altında, nasyonalıst diktalara karşı gelişen isyanlardan sonra, önderliği Sunni şeriatçı partiler ele geçirdi.
    İsyanların çıktığı hiç bir ülkede normal bir rejim kurulamadı. Tunus’ tan, Yemen’e kadar her yerde Sunni iktidarlar kuruldu. Libya ve Mısır’da Erdoğan gibi Sunniler kendi rejimlerini rahatlıkla kurdular.
    Alevilerin yaşadıkları yerlerde ise bu Sunni Baharı tehlikeye giriyor. İşte bunların başında Suriye ve Türkiye geliyor…
    ”Ilımlı Müslümanlık” maskesi arkasına gizlenen AKP rejimi, askeri rejimleri aratmayan baskı ve işkenceyi arsızca savunmaya devam ediyor… R. T. Erdoğan, ”polise emri ben verdim” diyerek, sokak başı polis guruplarınca ölesiye dövülen suçsuz insanlara yapılan zulüm ve işkencenin arkasında olduğunu gururlanarak beyan etti. Kendisini “ılımlı Müslüman demokrat”, olarak yutturan AKP rejiminin, halkın özgürlük mücadelesi karşısında maskesi düştü, AKP bırakalım ılımlılık, askeri rejimlerin terörünü bile geride bıraktı..
    AKP’nin cekirdek kadroları direniş’e katılanlara tehditler savurunca ve bu tehditler televizyonlardan dolaylı şekilde yapılınca, saldırılar hemen başladı.
     
    Tüm Avrupa’yı ve dünyayı ayağa kaldıran polis şiddeti ile toplanma, gösteri, ifade özgürlüğünü gasp eden AKP rejiminin ipliği pazara çıkıtı. AKP’nin gazcı, işkenceci yöneticileri sokaklarda gezen insanları bile kendileri için bir tehlike arzettiler…, Erdoğan kliği resmen katliam provası yaptı!
    Sokaklarda gezen sıradan kişiler bile dur denmeden, kurt sürüsü gibi saldıran polislerce anında işkenceye tabii tutuluyorlar. Binlerce suçsuz insan mağdur olmuş durumdadır. AKP terör rejiminin benzerleri halk ayaklanmaları ile yıkıldılar. Latin Amerika’da ki askeri rejimleri örnek alan AKP ise, devlet terörünü bu şekliyle sürdürmeye devam ediyor. Zehirli gaz Müslümanları, Erdoğan’ın başkanlık rüyası gerçeklesirse, Anadolu haklarına yeni soykırımlar uygulayacaklardır.
     
    SUNNİ İSLAM DİKTATÖRLÜĞÜN EMNİYET KANADI, EVREN CUNTASI, ÇİLLER AĞAR’DAN DEVRALINIP DAHA DA İSLAMLAŞTIRILAN AYNI KRİMİNAL YAPININ DEVAMIDIR…
     
    AKP, Çiller -Ağar kliğinden devraldığı çete polis örgütlenmesini uç noktaya vardırmaktan başka bir şey yapmamıştır. AKP diktası  polis aygıtında  iskenceci sadit militanlarının kadrosunu olağanüstü büyütürken bunun nedenleri vardı: Bütün işkenceciler, katiller, soyguncu rüşvetçi polis yöneticileri görevlerinde duruyor, bir kısmı da mükafatlandırılarak daha üst mevkilere getirilmişlerdir. Erdoğan, “rejimin güvencesi polis” diyerek, nasıl bir rejim hedeflediğini ortaya koydu. Devlet güvencesi olarak polisi gören yönetimlerin ortak bir adı vardır, bu da kanunsuz diktadır. Kısacası “manken” değişiyor ama nitelik aynı. AKP’liler daha önce de gömlek değiştirdikleri için bu değişiklikleri seviyorlar.
    Dünyada en kötü polis olarak bilinen TC polisi hiç bir reform yaşamadan çağdışı konumunu aynen devam ettiriyor.
    TC polis örgütlenmesi, şu an dünyada, bezerlerinden arta kalan son ucubelerden biridir. Latin Amerika’da ki diktaların bu türden polis rejimleri çoktan yıkıldılar. Türkiye’de ise, dinciler bunu daha da güçlendiriyorlar. Erdoğan’ın emri ile, kendi kanunlarını da tanımayan sadist polis çeteleri dünyanın gözü önünde sokakların ortasında kadın çocuk demeden işkencelerine devam ediyorlar.
     
    SUNNİ İSLAM DİKTATÖRLÜĞÜN ÖBÜR AYAĞI OLAN DİYANET İŞLERİ BAŞKANLIĞI, “BİBER GAZI CAİZDİR DEDİ!
    Polisin göstericilere terör ve insan sağlığına zarar veren gaz kullanması, halkın kanını emen parazit yeşil ordu, Diyanet İşleri Başkanlığınca hemen desteklendi. “Devletin güvenliği ile alakalı meselelerde biber gazı kullanılır. Ayrıca insan sağlığına en az biber gazı zarar veriyor” diyen katiller çetesi, Dini açıdan biber gazının kullanılmasının sakıncalı olmadığı, İslam’ a uygun olduğu idda edildi.
    İşte her yıl milyarlarca dollar yutan kan emici kenelerin vahşi islamı: arada sırada verilen geçici tavizler mücadelenin taktiksel yönleri olarak sunuluyor. AKP Militarist bir aygıtı, yeşile boyayarak yola devam diyor!. Polis yine aynı ırkçı dinci işkenceci sadist polis. Bu İslamist yeşil ulus devlet anlayışı ki ‘’tek şef Erdoğan”mentalitesini kökleştirmeye çalışıyor. AKP, Türk devletinin, “tek şef” önderliğinde Sünni İslam-Türk devleti” olduğunu “simgelerle” kafalara yerleştirme konusunda ısrarlı. Bu ise Alevilerin eskisine nazaran çok daha fazla baskı altında tutulmaları, hatta dış mihrakların bir uzantısı olarak gösterilerek, asimile ve göçe tabii tutulmalarını kaçınılmaz kılmaktadır.
    Sunni Müslümanların, Hisristiyanlarla beraber yaşadıkları Bosna, Makedonya, Kazakistan, Sudan, Mısır,Arnavutluk benzeri ülkelere gidip orada, en az 5 çocuk yapın diyerek Sunni islamcı nüfus patlamalarını kışkırtmak, oralarda baş gösteren çelişki ve savaşları derinleştirmek, Erdoğan’ı daha önce bu kadar deşifre etmemişti.
    Daha önce sahtekarlıkla bazı salon sosyalistlerini kandırıp arakasına alan büyük hünkarımızın, neden çok çocuk yapın dediğini de böylelikle daha iyi anladık.
    Müslüman nüfus çoğunluğu yaratarak Avrupa’yı içerden tehdit etmeye çalışan Erdoğan, El Kaide’ den daha ileri giderek bunu kurnazca yapmaya çalıştı. Alevi’lerin, Kürtler’in ve Hiristiyanların yoğunlukta olduğu alanlarda kürtaj, çok doğum kelimelerini ağzına almayan Erdoğan’ın Sunni kitleleri silah olarak kullanma taktiği aslında koyu bir ırkçılığa takabül ediyor. En çok kışkırtma da Müslümanların Hiristiyan’larla sınır teşkil ettikleri alanlarda oldu.
    AKP diktasının sunni islam politikası ile halkların içlerine attığı nefret tohumlarının dışa yansımasının tepkisi işte bu Taksim isyanıdır. Baskının, nefretin patladığı bu direniş kriminal zihniyete karşı  özgürlük haykırışıdır; AKP diktatörlüğüne  başkaldırıştır.
    Taksim isyanı, totaliter yeni Osmanlıcı, 1980 darbesinden devralıp “muhafaza” ettiği tüm eski engelleri ve yeni inşa ettiği tekadamcı totaliter rejimin zaman içinde tamamen tasfiye edileceği gerçeğini ortaya koydu. 
    Değişecek kurumlar arasında devletin tüm organları, polis ve askeri mekanizma, insanlık düşmanı Diyaneti, sayabiliriz. Geçmişte Türkiye’nin ayağına bağ olan tüm siyasi yapılanma türlerinin, bürokratik yapılanmaların ve eski ideolojilerin aşılacağı gerçeği ufukta görünüyor.
    Geçmişten gelen ve insanlara sığınılacak liman olan eski ideolojilere gerek duyulmayacağı bir atmosfere doğru yol alıyor Türkiye. İnsanlar eskiden sığındıkları bu ideolojilerin ve kimliklerin, artık kendilerine ayak bağı olduğunu daha iyi anlayabilirler. 
     
    Sevgi ve Saygılarla
    Entegrasyon Komitesi İsviçre- Vevey

    ———————————————————————-
    Esin Duran,
    Selda Suner,
    N. Gök,
    Ferdi koçkar
    Yeliz seren
    Pelin Moda,
    Bedri Engin,
    Nazmi Dogan,
    Sevda Suner
    Sezer Aşkın,
    H. Datvan,
    Salih Demir,
    Nizamettin Duran
    A. Demir
    Melahat Baykara,
    ismail çekmez.
    Aydin Nizam
    Uğur Demir
    Ismail B. Cenk,
    Tekin Balkic
    Selma Altuntaş,
    Murat Koç
    Filiz Serin,
    Nedim Serin,
    Vedat Koçak,
    Salih Birdal,
    Erdal Cömert
    Ismail Bulak
    Ahmet Meriç
    Mustafa Gur,
    Hasan Zafer
    Bahar Ünsal
    Osman B.
    Ayse bahar
    Metin Maslak
    H. Maslak
    Dilek Solak
    zeynep içkaya
    Sevda maslak
    Sercan Gezmiş
    Aynur Balkaya
    İpek Doğan
    Nazım Doğan
    Murat Doğan
    esin erkan
    Beyhan erdem
    n. erdem
    İsmail Deniz
    Ayten BARAK
    Ugur Birdal
    Ahmet Tan
    Yıldırım Kongar
    Selma Kongar
    Birol Aytekin
    Hatice Gül
    Ibrahim Erkin
    Kemal erdem
    Rıza Akdemir
    Mehmet Coskun
    Hüseyin demir
    fethi killi
    Yeliz Ender
    Mustafa Ender
    Ugur Basak
    Kemal Dektaş
    Ayten Ilkdal
    Nuri Aktanır
    Metin Koc
    Sevgi Ender
    Burhan Kulakçı
    Oğuz Duran
    Burcu Kanter
    Aysel kanter
    Erol kanter
    Layla SOLGUN
    M. Oktay
    Kemal Aktas
    Yelda tekinoglu
    Orkun Keskin
    T. Vural
    Oğuz şen
    Nur Şen
    Ismail çaykara
    Burhan Orkal
    D. Kahan
    Seher Yıldız
    Esra akkaya
    Mehmet Uzan
    Yeliz IŞIK
    Seyhan İlknur
    Osman Çekiç
    esma yıldız
    Murat Çetindal
    Ali OkyarMusa Tekin
    Aslı Birdal
    Nazmi Doğan
    İnci Gür
    L. Okar
    Mustafa Karkaya
    Omer Aytac
    Mürsel Bozkır
    Zeynep Şengül
    Gülcan Iğsız
    Murat Nidar
    şemsi Kaya
    Ayten Ekşi,
    Eda leman
    nermin ışıl
    D. Polat
    Kadir Erdem
    Serdar OKTAY
    Mehmet Özdemir
    Mustafa Erkan
    Nuri AKTAS
    Emine AKTAS
    O. Kadir Ergun
    Metin Kurca
    Sedat Isiklar
    Filiz Bag
    Kadir Baskale
    Sevim Varlik
    Hasan Mesut Akkaya
    Necmi Guler
    Erhan Isguz
    Meral Okur
    Bilge Okyaz.
    Kemal Koç
    L. Mirakoğlu
    Oktay Kızılcık
    Mehmet Yavuzgil
    Erdal Polat
    Hüsnü oktay
    k. Sankay
    Ahmet tekin.
    Semra Kaya
    Mustafa Çiçek
    Kayhan Göçkaya
    Erdal Solgun
    Mehmet Solgun
    Esra Solgun
    N. Altik
    Oguz Karakış
    Leyla Mert
    Işık mert
    D. Öksüz
    Erdem Yılmaz
    Ayse Eltan
    S. Guner
    M. Deniz Ok
    Mehmet İnce
    Huseyin Cinar
    Meltem Cinar
    Berk Cinar
    L. Demirkaya
    Huseyin Çilek
    Ayten Irmak
    D. Okdere
    Ali Uskan
    Berdan Temiz.
    H. Baskale
    Murat Gülay
    Esra Gülay
    Mustafa Akyol
    A. jale Kol
    M. Kol
    Tamer Oktay
    Aslan Burukoglu
    I. Demir
    Nurettin Akdal
    Uzan Kara
    ismail Igdır
    Ali Serin, Gül Akın, esra Serin
    Nuri Şen
    Hasan.Y. Balci
    Mehmet Yucel
    İsmet C. Koray
    salih Söğütlü
    Nuri Akçay, Gül Akçay, Esra Akçay
    Ali Dem. Sarahoğlu
    ***********************************************************************
     
    TAKSİM’E VE ÇAMLICA’YA CAMİ İSTEMİYORUZ. YENİ SULTANLARA HAYIR!
     
    İMZA KAMPANYASINA KATILALIM…
     
    http://www.change.org/petitions/başbakan-yuksek-bina-yapmayın-demis-peki-ya-camlica
     
    Çamlıca ve Taksim’e kazma vurmanıza rızamız yok, bu sizi ilgilendirmiyor mu? #Camlica – Kampanyaya İmza Ver!
    Kampanyaya İmza Ver

Yorum bırakın