Yeni Türkiye argümanı yine bölünme

YENİ TÜRKİYE’NİN PSİKOLOJİK SAVAŞ ARGÜMANLARI YİNE BÖLMEK ÜZERİNE

İbrahim yaylalı (1)

Resime baktığımda ne demokratik bir Diyarbakır karesi diyorum.Demek ki o kadar değil bak Kürdistan’ın kalbinde,Diyarbakır belediyesi önünde ellerinde çocuklarına ait resimlerle,’PKK kaçırdığı çocuklarımızı geri versin’ döviz ve pankartlarla hak arayabiliyorlar.
hizbul-kontra

Kürdistan’ı Türkiye devletini hatta polis devletini bilmeyenler bu fotograf karesine baktıklarında ne demokratik bir ortam var,Bırakın AB birliğine girmeyi direkt Amerika eyaleti olmayı hak ediyor deriz. Tabii belleği olmayanlar için durum böyle,yoksa yüce Tayyip’in ‘Çocuk’ta olsa kadın da olsa gereğini yapacağız’ dedikten sonra dediğini yaptığını herkesin gördüğü bir coğrafyada yaşıyoruz.

Burada Uğur’ların 13 kurşunlu bedeni hala vurulduğu yerden kaldırılmamış gibi taze hatırası olduğu yerde duruyor. Ceylan’ın annesinin etekleri topladığı çocuğunun parçaları yüzünden hala kan kokuyor,binlerce çocuk aynı şekilde katledildi.

Hapishanelerde çocuklara özellikle Kürt çocuklarına hükümetinizin gardiyanları ve müdürleri her türlü fenalığı yapmadı mı.Dilim söylemeye varmıyor.O hapishanelerin isimlerini bile söylemek istemiyorum ki bu durumu yaşayan çocuklar bir daha aynı sahnenin travmasını yaşamasın diye…

Şimdi Diyarbakır belediyesinin önünde nöbet tutan annelerin durumunu tam bilmiyorum. Orada bulunan annelere o yüzden fazla bir şey söylemek istemiyorum.Fakat tüm bu saydığım ve sayamadığım çocukların anneleri Diyarbakır ya da bulundukları kentin valilik binası önüne çadır açsalar ve ölmüş ya da yaşayan çoçuklarını hükümetinizin valilerinden isteseler,TC devleti polisi aynı hoşgörüyü bu annelerimize de gösterir mi bu kocaman bir soru değil aslında, herkes bu sorunun cevabını iyi biliyor.Peki devlet olanaklı televizyonlarınızı ve gazetelerinizi de annelerimize tahsis eder miydiniz ! çok merak ediyorum ?

Annelelere laf söyleyemiyorum,neden mi kim olursa olsun, ünvanı ne olursa olsun anne her zaman çocuğunu dizinin dibinde ister.Cemil Bayık’ın annesi de yanılmıyorsam kanal 7 i di (hükümetin kanalı) oğlunu istiyordu.tövbe istifar et devletine sığın diyordu.

Mesele ne annelerimiz ne de Cemil Bayık’ın annesi tam da hükümetin televizyon kanalında barış sürecinin ya da çözüm sürecinde diyelim olduğu dönemde böyle bir çağrı yapıyordu. Bu bir psikolojik savaş yöntemi,sen bir taraftan oğlu ile çözüm görüşmeleri yapacaksın,diğer taraftan ise böyle ahlaksız bir işe imza atacaksın bu hiç bir yerde kabul görmez.

Aynı akıl yürütmeyi Diyarbakır’da çocuklarına bir şekilde kavuşmak isteyen anneler içinde yapabilirsiniz.Sen hükümet olarak çözüm süreci ile ilgili başından itibaren ne diyorsun,silahlar sustu çocuklar ölmüyor.Bu iyi bir şey değil mi.Elbette bu çok iyi ve çok anlamlı bir durum.Peki bu sürecin devamı bu şekilde duyguları sömürerek kontra faaliyetlerin içerisine girerek mi getireceksin.Bu ne lahana bu ne turşu demezler mi.

90 yılların ortasından bu yana iyi kötü tüm olanların tanığıyım.Bu tür hokkabazlıkların hepsi daha önce denendi.Otuz küsür yıl deneumedik oyun bırakmadınız, hatta yüzyıl da diyebiliriz. İnsanlar öldürüldü,köyler yakıldı. Hizbul- kontra devreye sokuldu.Hatta iyi polis kötü polis oyunu oynadınız.Buna en iyi örnek Gaffar Okkan diyebiliriz.Sizi yıllarca Kürt hareketinden (PKK) kurtaracağız dediniz fakat işin böyle olmadığını biliyor fakat gizlemeye manupule etmeye çalışıyordunuz.Bu yalanla kaç iktidar varlığını sürdürdü ve ömrünü tüketti unutmayın

Samimiyseniz yine birilerini bölerek birilerini birilerine hasım etme politikalarını bırakarak oturduğunuz çözüm masasına samimi şekilde devam ediniz.Lanet koruculuk ve Toplumu bölme teorisi olarak ortaya çıkardığınız Hizbul-şeytan ile bu Kürt toplumunu bölmeyi yeğlediniz başaramadınız.

Siz önce Kürt toplumu ile diğer toplumları birbirinden tecrit ettiniz,daha sonra sömürgeci politikalarınız gereği,Kürt toplumunda da yukarıda dediğim şekilde aynı politikaları uyguladınız.Bu politikalarınızın canlı şahidi olarak sizin eseriniz olan bir çok izole programının tanığıyım.hatta sanığı da oldum.

Bölge’de insanları politikalarınız gereği böldünüz.Çocuklar bile sizin bu sömürgeci politikalarınızın sonuçlarını yaşıyor.Korucu çocukları korucu olmayan kişilerin çocukları ile oynayamıyor.Herhangi bir olay olduğunda bu çocukların babası ya da annesi korucu olarak suçlanarak bulundukları toplumdan tecrit ediliyorlar.

Sizin güdümünüzdeki siyasi islam ya da kontra-islam Hizbul-kontra gerçeği de aynı burada,Yeni Türkiye döneminde aşiretler sırf devlet tarafından hizbul-kontra’ya örgütleniyor.Şırnak’ta Tatar aşireti geçmiş dönemde sizim korucu ordularınızı temsil ediyordu.Bu seçimlerde ne görelim eski dönemde başka türlü kullandığınız bu gücü şimdi ise hüzbul-kontra’nın sivil versiyonu olan Hüda-par içinde örgütlediğinizi gördük.Bölgede Bir hizbullahçı ile normal bir yurttaş zora düşmediği sürece asla konuşmaz. Nedenini ise Batman,Cizre Diyarbakır’da ve diğer bölgelerde devletinizin servis ettiği ölümler yüzündendir.Bu böl parçala yönet yöntemine verecek örneğimiz o kadar çok ki buna bu yazımızın formatı yetmez.

Siz şimdi yukarıda toplanmış ellerinde resimleri olan annelere iyilik yaptığınızı mı düşünüyorsunuz. Yarın siz gerektiği kadar duygu sömürüsünü yaptıktan sonra, almak istediğinizi aldıktan sonra orta yerde o anneleri bırakıp gideceksiniz.Peki bu anneler nerede yaşayacak.Bu ailelere ne muamelesi yapılacak,bunları oturup düşündüğünüzü zannetmiyorum.Yeni Türkiye paradigması ile yaptığınız iki plan var 1)Süreçte üstün olmak 2) Buradaki toplumu iki kampa ayırarak Kürt halkının birlik duygusuna azaltmaktır.

Bu tür kumpasların içerisinde aileleri mağdur etmek yerine,sürece samimi yaklaşırsanız, belki tümü ile olmasa da kısmı bir şeyler sağlanabilir ve demegoji yerine tüm anneler için güzel bir şey yapmış olursunuz.

Fakat Gezi direnişinin orta yerinde bakkala giden çocuğu öldürüp ardından ‘terörist çocuk’ muamelesi yaparken,diğer taraftan mısır’da bilinçli bir eyleme katılmış çocuğu kutsarsanız, ya da ‘çocuk ta olsa kadın da olsa’ gerekeni yapılacaktır deyip çocukları öldürüp ardından Diyarbakır belediyesi önünde tertip gibi şeylerin içerisinde yer alırsanız size kimse inanmaz

1) Şırnak-Roboski’de yaşayan barış aktivisti

Gülyazı Alayında kalekol yenilemesi ?

Gülyazı Alayında kalekol yenilemesi ?

gulyazı alayında kalekol calısması

Şirnex’in Türkiye-K.Irak (güney Kürdistan) sınır köyü olan Roboski köyünün yaylasında bulunan 15 no’lu sınır taşının olduğu bölgede 17’si çocuk olmak üzere sivil 34 köylü Türkiye devletine bağlı savaş uçaklarının bombalaması üzerine yaşamlarını kaybetmişti. Roboski yaylasında gerçekleşen bu saldırının alt-üst hiyerarşisi araştırılmış ve sorumlular ortaya çıktığı halde hiç kimye yargılanmamış ve Roboski dosyası takipsizliğe bırakılmıştı.

Otuz dört sivilin yaşamının kaybettiği saldırıda, Gülyazı alayının da sorumluluğu ortaya çıkmıştı. Sivil toplum örgütlerinin hazırladıkları raporda da, TBMM Uludere alt komisyonunun yaptığı çalışmada da belirtildiği üzere,Gülyazı alayı K.Iraktan gelen Roboski ve Bejuh(Gülyazı) köylülerinin önünü keserek katliam bölgesinde kalmaları sağlanmıştı.Çözüm sürecinin başlamasından sonra da defalarca Roboski köyünde bulunan 15 no’lu sınır taşının olduğu bölgede provokasyonlara girişmiş fakat Roboski ve çevre köylerin sakinleri tarafından bu provokasyonlar önlenmişti.

Roboski köylüleri bir çok kez protestolarını Gülyazı alayının önünde gerçekleştirmişti.Roboski katliamında sorumluluğu bulunan bu alayın köylerinden kalması gerekliliğini vurgulamışlardı.

Gülyazı alayında bir haftadır hummalı çalışmalar olduğu gözlemleniyordu .İş makinaların ve büyük iş kamyonlarının yoğun gidip geldiği köylüler tarafından aktarılıyordu.Köylülerin yoğun tepkisine rağmen Gülyazı alayının bir yere gitmediği gibi,son süreçte hız almış olan yeni Kalekollar ve eski karakollarında yenilenmesi ihalesine dahil olduğunu dört yükselen devasa kule iki bina ile görülmüş olundu.

Gülyazı Alayındaki bu hararetli ek bina ve kulelerin yapılması köylüler tarafından savaş sürecine hazırlık diye yorumlanırken ,burada yapılan bu çalışma büyük tepkilere neden oldu

Soma ne kadar Roboski’ye benziyor değil mi?

Soma ne kadar Roboski’ye benziyor değil mi?
İbrahim yaylalı
ibrahimyaylali@outlook.com
roboski soma

Bir buçuk senedir Roboskili aileler ile birlikte bir başka Soma vakası olan failleri belli olan Roboski katliamı için adalet mücadelesi vermekteyiz. Bu mücadele hattının bize getirdiği deneyimler ışığında Soma katliamını ele almaya çalışacağım.

Yaşamlarını yitirenlerin yakınlarına Roboski’de devlete karşı mücadele ederken karşılaştığımız saldırılara karşı nasıl cevap olabildik, onun üzerine kısa bir deneyim aktarımı yapmaya çalışacağım.

Yaşamını yitiren işçilerin gömüleceği yerin resmine doğru şekilde bakıldığında Soma’nın ne kadar Roboski’ye benziyor olduğunu göreceğiz. Hele o yan yana sayılarak bitmeyecek mezar görüntüleri? Umarım direnişleri de bir o kadar Roboski ailelerinin ve halkının verdiği mücadeleye benzer.

HÜKÜMET HER TÜRLÜ ÇABANIN İÇERİSİNE GİRECEK

Hükümet öncelikle ailelerle birlikteyiz mesajı vermek için Somalıları ziyaret edecek, bu birinci aşamayı gerçekleştirdi. Somalı aileler Başbakan’a ve kabinede yer alan bakanlara tepki gösterdi. Bu birinci aşama biraz daha sürecek, kamuoyunda tekrar itibar kazanmaları için Soma halkının onları kabul etmesi gerekiyor. Bu olmaz ise yaptıkları katliamı kamuoyunun unutmayacağını iyi biliyorlar.

Bu konuda aileler mutlaka bir araya gelmeliler ve ortak hareket etmeyi sağlayabilmeliler.

Bunu neden söylediğimi aşağıda ifade etmeye çalışacağım. Fakat mücadelenin diğer aşamaları düşünüldüğünde bu evrede hükümete karşı birlikte harekat geliştirmek çok önemlidir. Hükümet ailelerin birliğini bozmak için birçok mekanizmayı devreye soktu. En önemlisi sizin yanınızda ve sonuna kadar adalet mücadelesini beraber vereceğiniz kurumları size karşı anti propagandasını yaparken, sizi adalet mücadelenizden uzaklaştıracak tüm kurumları Soma’ya seferber etti.

KATLİAM BÖLGESİNİ TECRİT ALTINA ALACAKLAR

Her türlü yolu deneyecekler, yerel idarecileri ve AKP işbirlikçisi iş adamları ve sivil toplum örgütlerini devreye sokacaklar, tepkilerin dinmesi için o bölgeyi mutlaka tecrit altına alacaklar. Bu tecrit bölgesini sadece katliamda yaşamını yitiren aileler bir araya gelmesin diye hükümet yanlısı kesimler geçebilecekler. İsmailağa tarikatı buna örnek olabilir. Mazlum-der bölgeyi raporlamak için günlerce bölgeye girmeyi beklerken İsmailağa tarikatı ellerinde bildirilerle kaderinize razı olun diye sokak sokak ellerini kollarını sallayarak gezebilmekte.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ GÖREVE

İHD, MAZLUM-DER ve TMMOB gibi sivil toplum örgütlerinin Roboski’de olduğu gibi Soma’da da birlikte hareket edip katliam bölgesinde yaşananları raporlaştırması çok önemli. Hükümet yaptığı, ortağı olduğu katliamın üstünü kapatmak için kendi raportörlerini çoktan devreye soktu. Soma’da yakınlarını kaybeden ailelerin hukuken tutunabilecekleri bir alan oluşturmak sbu tür örgütlerin birlikte çalışmaları ile mümkündür.

Aileler katliamı çok iyi bilmekte. Onların olanları anlatabilmeleri için hükümet tarafından oluşturulan ‘bu sizin kaderinizdir, bu durumu böyle kabul edin’ algısını değiştirmemiz gerekmekte. O zaman geri duran, korkudan konuşamayan aileler artık konuşmaya başlayacak ve adalet mücadelesinde yerlerini alacaklardır.

HÜKÜMET MÜCADELEYİ DURDURMAYI DENEYECEK

Sabah’taki haber göre, Soma’da hayatını kaybeden işçilerin ailelerin tamamına haziran ayı içinde ölüm aylığı bağlanıyor. Roboski’de olduğu gibi yine kan parası devreye sokulmuştur.

Tabii iş hukuku gereği olan haklar saklı olmak üzere konuşacağım. Roboski’de bir süre her şey ‘terör’e bağlanmaya çalışıldı, tutmayınca ‘kaza’ denilmeye başlandı ve ardından tazminat yani kan parası devreye girdi. Aileler bu paranın yüzüne dahi bakmadılar. Soma’da olan da ne kaza ne de cinayet bence olan katliamdır. Dillerde şiar haline gelenn ‘Roboski’den Soma’ya hesap sormaya’ sloganının boşuna üretildiğini düşünmüyorum. Soma düpedüz katliamdır. Bu yüzden Başbakan da dahil çalışma bakanı ve enerji bakanı ve Soma şirketinin sahibi, yöneticileri ve diğer sorumlular katliamdan yargılanmalıdır. Soma’da adalet mücadelesi bu minvalde gelişmelidir. Hükümet adına önerilen kan parasına aileler mutlaka karşı çıkmalı, bu aynı zamanda psikolojik olarak adalet mücadelesinde üstünlüğü ele geçirmeye olanak verecektir.

ÖNCE ÖLDÜRECEK SONRA ŞEHİT ŞEHİT İLAN EDECEKLER

Roboski’yi duymayan kalmamıştır.28′.nde katliam oldu ve ardından derin bir sessizlik genelkurmayın açıklama yapması ile birlikte gazeteler yazmaya, televizyonlar konuşmaya başladı.Yorumlar ise Soma başlıklarına benziyordu.

Önce ‘ Terorist mi kacakcı mı’,’bunlar teroristlerin maşası, ‘ PKK’nin oyunu’ bitmek bilmeyen manipulasyon yontemleri kullanıldı.Tüm olanlar gerçekliği ile ortaya dökülünce bir süre sonra sivil şehitlik kavramı Roboskililer işin genişletilerek birden şehit ilan edildiler.Hem de içişleri bakanı sağ olsalardı yargılanacakardı demesine rağmen şehit ilan edildiler.

Somada da bu durumu açıkca kullanacaklar,şimdiden televizyonlarda Faruk çelik’in ağzında bir lutüf gibi dolaşan Somada ölenler şehit kabul edilecekler mi yoksa soruları tamamen Somalı ailelerin önünde mücadelelerini kırmak anlamında bir yöntem olarak durmaktadır.

KAN PARASI TUTMAYINCA SALDIRMAYA YÖNELECEKTİR

Roboskili ailelere de bu sırlama ile saldırılar gerçekleştirildi. Roboski aileleri parayı almayı ret edince hemen ardından hükümet yetkilileri, ‘PKK-BDP verdiğimiz paraları aileler almasın diye baskı yapıyor’ yaygarası kopardı. Hatta bununla yetinilmedi ‘daha ne istiyorlar, normal verilmesi gereken tazminatların çok üzerinde para verdik’ dediler. Para sisteminin bir parçası olan AKP hükümeti ailelerin sadece adalet isteyebileceğini akıllarının ucuna dahi getiremediler.

FİZİKİ SALDIRILAR BAŞLAYACAK

Somalılar, Başbakan tarafından tokatlanan yakınlarını ve müşaviri tarafından tekmelenen o genci asla hafızalarınızdan çıkarmamalı. Bu saldırılar gözdağı vermek içindir. ‘Eğer mücadele etmeyi seçerseniz sizi bunlar bekliyor’ deniliyor.

SOMA ROBOSKİ’YE MÜCADELEDE DE BENZEYECEK Mİ?

Roboski aileleri belki olanak olarak Somalı ailelere göre bir nebze de olsa şanslı, sivil toplum örgütleri ve BDP sonuna kadar Roboskili ailelerin yanında yer aldılar ve haftasında katliam sivil toplum örgütleri tarafından raporlaştırıldı.

Bölgenin politik atmosferi duruşlarının netleşmesinde büyük önem arz etmekte. Fakat yine de Roboski ailelerinin başından itibaren katliamcılara karşı net bir duruşu olmasa ne sivil toplum örgütleri ne bölgede bulunan BDP hiçbir şey yapamazlardı.

Soma başarır ise Türkiye halkı demokrasi ve emek mücadelesi de kazanır.

Soma’da katliama maruz kalmış işçi ailelerinin yakınları yaşadıkları bölge itibarı ile maalesef dezavantaj ile adalet mücadelelerine başlayacaklar. Bulundukları bölgede sınıf mücadelesi çok silik ve Soma’da adalet mücadelesi verecek olanlar ile mücadele yürütecek bir parti bulunmamakta. Hatta basın ve medyaya yansıdığı kadarı ile birçok ailenin kafası ise karışık durumda. Bunun elbette tarihsel açıklamaları mevcut, hatta Kürt ve diğer farklı halk ve inançlara karşı inkar siyasetinin bir parçası olarak da bu durumu yaşamaktalar.

Bu durum Soma halkı için dezavantaj oluşturmakta. Yine de Soma’da adalet mücadelesi yürütecek olan ailelerin tüm yukarıda söylediğim engelleri tek tek aşmaları halinde Türkiye hallı, işçi sınıfı ve tüm halklar bu süreci kazanabilecek, çok büyük mevzi elde edeceklerdir. Soma’nın işi Roboski’ye göre zor olmakla birlikte eğer süreç kazanılabilirse Roboski’den daha etkili bir dinamik yaratacağı ortadadır.

Türkiye koşullarından dolayı sadece ailelere seslanmeyi daha uygun buldum, çünkü burada motor güç tamamen aileler olduğunu düşünüyorum. Burada aileler birçok şey ile hesaplaşmak zorundalar, yıllarca oluşturulmuş şovenizme karşı bayrak açmak zorundalar, dinin siyasallaşmasına karşı da tavır almak zorundalar. Bu Soma’da yakınlarını kaybeden ailelerin mücadelesinde en büyük engel olarak duruyor. Tüm bunların aşılmasıyla Soma’nın Roboskileşerek adalet mücadelesinde yerini alacağını umuyorum.

Bu arada Roboski’li aileler eğer engelleyici bir şey olmazsa bu hafta sonu taziye için Soma’ya gidiyorlar. Bu bence tarihi bir buluşma da olacaktır.

Ben de buradan Soma’da yakınlarını kaybetmiş olan işçi ailelerine başsağlığı diliyorum.

http://www.demokrathaber.net/soma-ne-kadar-roboskiye-benziyor-degil-mi-makale,7674.html

19 MAYIS PONTOS SOYKIRIMI KABUL EDİLSİN

Pontos Bağımsızlık Hareketi ve Pontos Soykırımı
Posted in Gündem

pontos1Pontoslular 19 Mayıs bir kara gün olarak anımsanmakta ve 19 Mayıs’ı Pontos Soykırımı olarak sembolize etmektedirler. Birçok uluslar arası kuruluş ve bir çok ulusal ve federal parlamentoda 19 Mayıs Pontos Soykırımı olarak kabul edilmiştir.

pontos1

Roza Luxemburg, 1. Emperyalist Savaş sırasında Osmanlı devletinin yeniden dirilişinin Almanlarca üstlenilmiş olması, ölüyü cilalamaktan başka bir şey olmadığını ifade eder. Osmanlı son günlerini yaşamaktadır. İmparatorluğun Türk unsuru gibi diğer unsurları da başlarının çaresine bakmak istemektedirler. Bu unsurlardan biri de Pontoslulardır. İmparatorluğun Türkler dışında kalan unsurları Alman sömürgesi olmak istememektedir. Almanya’nın İmparatorluğu yeniden şekillendirmesinde bu unsurların yeri yoktur. Kardeşlik terk edilmiş yerine düşmanlık dolu dizgin yol almaktadır. Bunun başını da Alman İmparatorluğunun askeri güçleri yanında ekonomik güçleri başrolü oynamaktadırlar.

Dido Sotiriyu’nun aktardığı Filistin’de Alman Bankasının dağıttığı bir bildiri her şeyi ortaya serdiğini söyleyebiliriz: “Biz Türkler eğer acı çekiyor ve aç kalmışsak nedeni, elimizdeki zenginliğimizi çalan ve ticareti de elimizden alan gavurlardandır. Daha ne kadar bu duruma göz yumacağız. Mallarını boykot edin ve onlarla her türlü alışverişi durdurun. Onların arkadaşlığından ne umuyorsunuz? Onlara bunca sevgi ve kardeşlik sunmanın karı nedir? Pontos pazar için üretim yapan Osmanlı’nın en gelişmiş bölgelerinden biridir. Ayrıca deniz ulaşımının kolaylığı ve bu ulaşım sektörünün de aktörleri olan Pontoslular eğitimli ve açık fikirli insanlardır. İster Yunanca isterse de Türkçe konuşsunlar bu Hıristiyan halk yalnızca bu özelliklerinden dolayı (dinlerinden dolayı) Lozan antlaşmasına göre 1924 yılına kadar yaşadıkları toprakları, yani 3 bin yıldır emek verdikleri, ekip biçtikleri toprakları geride bir tek kişi kalmayacak şekilde terk ederek başta Yunanistan olmak üzere gezegene mülteci olarak ve örgütsüzce yayılmaya mecbur bırakılmışlardır. Her iki kişiden birinin kaybolduğu, kalanların da bir dönem bağımsızlık düşleriyle uğrunda mücadele ettikleri ülkelerini artık katliamlar ve kovulmayla anımsamaktadırlar.

Pontos’un Politik Örgütlenmesi

Pontos Hareketinin başını çekenler, gerek mizaçları gerek siyasi bağlılıkları bakımından birbirlerinin tam zıddı olan iki din adamıdır. Amasya Metropoliti Ghermanos (Germanos) Karavangelis ve Trabzon Metropoliti Chrisanthos (Khrisantos). Germanos Yunanistana bağlı bir Pontos fikri geliştirirken, Barışçıl ve uzlaşmacı bir çizgi izleyen Khrisantos diğer halklarla birlikte bağımsız ya da eşitlikçi-otonom bir Pontos fikrinin savunucusu olarak mücadele etmektedir. Pontos Cumhuriyetinde sosyalistlerin de var olmasına rağmen, harekette belirleyicilik daha çok bu iki din adamının kişiliğinde şekillenmiştir.

Pontos, 1916 ile 1918 arasındaki dönemde yarı bağımsızlığı tatmış ve Türk – Yunan Savaşına kadar (1922) politik mücadelesini sürdürmüştür. Bağımsızlık mücadelesi ideolojisinden farklılaşanlar kaçak ve Yunanlıları dinleyenler olarak karakterize edilirler. Her ulusal harekette olduğu gibi, Pontos sorununun kaynağı ekonomik güç ile siyasi güç arasındaki çelişkidir. 19.yy’ın ortalarından itibaren Karadeniz’deki ticaret büyük bir gelişme gösterir. Tütün, Fındık gibi ürünlerle kapitalist Pazar için üretim yapılmaktadır. Ekonomik güç ister istemez siyasi talepleri de harekete geçirecektir. Pontos aydınlarının ulusal Helen ideallerini benimsemeleri 19.yüzyılın ikinci yarısına dek gider ve 1870’te İstanbul’da yayınlanan Pontos’la ilgili bir kitapta bu inancın hayli kökleştiği görülür. Pontos hareketini 19 yy’ın ilk yarısına kadar götürenler de bulunmaktadır.

Ancak, Balkan savaşlarına kadar da Pontos’lu aydınlarda hakim olan görüş: Türklerle barış içinde ve işbirliği ile bir Türk Pontos Birliğinin yaratılmasına ilişkin yanılsamadır. Bu düşüncelerin yayılmasında Trabzon Metropolitani Khrisanthos’un Doğu Partisinin görüşlerinin katkısı önemlidir. Balkan savaşları sonunda Jöntürkler artık Osmanlıcılık maskesini çıkarmış Türkçülük temelinde toparlanmaya başlamışlardır. Balkan savaşları, Türk Milliyetçiliğinin zincirinden boşalmasına etken olacaktır.

Meşrutiyetle beraber Gayrimüslimlere de askerlik yükümlülüğünün getirilmesiyle birlikte bölge halkının askerliğe tavrı göze batmaya başlar. Zaten Bölge halkının zenginliği de İttihatçıların gözlerini kamaştırmaktadır. Bölge halkı da askere gidip amele taburlarında kırılmak istememektedir. Aslında asker kaçakları Türkler dahil her milliyetten ne kadar varsa Pontos’lularda da aşağı yukarı aynıdır. Balkan savaşlarıyla birlikte başlayan ve Anadolu köylüleri tarafından bir bütün olarak hiç de iyi karşılanmayan seferberlik, kilise ve okulun propagandasının kurtarıcı olarak tanıttığı ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğundan Pontos’lular tarafından daha da kötü algılanmıştır. O tarihe kadar silah altına alınmamış, sadece donanmada angarya hizmetlerinde çalıştırılan Pontos halkının düzenli orduya besledikleri nefretle, ulusal duyguların bunda ne kadar etkili olduğunu birbirinden ayırmak zorsa da, savaşın ilk aylarında askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları bir olgudur.

Silahlarıyla ya da silahsız olarak memleketlerine dönen köylüler, köylerinde yaşamaya cesaret edemezler ama, yine de ailelerini korumak ve tarla işlerine yardımcı olmak amacıyla köylerinin civarında kalırlar. Böylece bölgede silahlı birlikler kendiliğinden kurulur.

Hükümetin bölgede Balkan göçmenlerinin bir bölümünü yerleştirmeye çalışmasıyla, olayların ikinci bir aşamasına geçilir. Pontos köylülerinin, göçmenleri kendi köylerine kabul etmemekte kararlı olmaları, otoritelere ilk başkaldırı eylemlerini başlatır. Bu durum karşısında hükümet 1915 sonbaharında, olaylara en fazla karışan ve göçmenlerin yerleştirilmesini önlemiş olan köylere karşı ( Ökse, Çirahman ve Tevkeris) ilk cezalandırma harekâtına girişilir. Köyler ateşe verilir, nüfus dağıtılır ve işe yarar erkekler, en tanınmışı Vasilis Anthopoulos-Vasil Usta olan şeflerin etrafında örgütlenmeye başlayan silahlı gruplara katılırlar. Çok sayıda silahlı gruplar Bafra Nebiyan bölgesinde toplanırlar.

Pontos Gerilla Hareketi

Daha 1914’lerde Türk Ordusundan kaçan (ister bir dönem askerlik yapıp kaçan isterse de askere hiç gitmeyip kaçak durumda olan) birçok Pontus’lu dağlara sığınmışlardı. Ancak gerilla gruplarının oluşması Türklerin Batı Pontosluları yok etmeye başlamasından sonra özellikle de 1916 dan sonra baslar. İlk başlarda birbirinden habersiz ve daha çok köy savunma gruplarıydılar. İlk gerilla gruplarından birisi Vasili Anthopoulos’nun 3 Temmuz 1916 da Sivas ta oluşturduğu gruptur. Genel görüşe göre, Rusların ilerlemesiyle birlikte Pontos’ta bir genel devrim öngörülmektedir.

Ancak Rus ordusunun çakılıp kalması ve Pontos bölgesini bütünüyle işgal edememesi Anthopoulos’un da bütün planlarını alt üst eder. Zamanla Anthopoulos ile Ruslar arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkar; Vasilis Anthopoulos hemen yapılacak müdahaleden, Ruslar ise Türk ordularının uzun dönemde oyalanmasından yanadır. Sonunda Rusların onu oyalamalarından endişe eden Vasilis Anthopoulos, 24 Eylül’de büyük bir darbe indirmeye karar verir. 80 adamıyla hem bir cezalandırma eylemi hem de Rusları etkilemeyi amaçlayan bir eylem tasarlayarak harekatı başlatır. Vasilis Anthopoulos ve adamları Türk köylerinden geçerken Hıristiyanlara eziyet ettikleri varsayılan insanları öldürüp evlerini yakarlar. Ordu yakınlarında, Askeri birliklerle yapılan çatışmanın ardından Vasilis Anthopoulos’un birlikleri çatışmayı kaybederler ve Anthopoulos 9 adamı 18 Ekim’de Trabzon’a sığınır; Vasilis Anthopoulos, savaşın sonuna kadar Trabzon’da kalacaktır.

Türklerin bu olaylara iki farklı tepkisi olacaktır: Türk çetelerinin giriştikleri karşı saldırılar ve sürgün. Bunlardan birincisi daha çok yerel kuvvetlerin eseri gibi görünmektedir. Müslümanlar arasında da Hıristiyanlar kadar asker kaçağı vardır ve İttihat ve Terakki Partisine bağlı eşraf, partinin milliyetçi ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır. “Giresun ve civarında Rumculuk Faaliyetlerini önleme görevi asker destekli sivil güçlere verilmiştir. Bunlar arasında en ünlüsü, İttihat ve Terakki mensubu Topal Osman ve yardımcılarıdır”. Osman Ağa, yerel eşraf ve yönetimin desteğiyle, hiç bir engellenme ile karşılaşmadan Hıristiyan nüfusu etnik arındırmaya tabi tu­tmaktadır. Bütün bu kanun kaçakları ve ca­niler, hiç bir yasaya aldırmadan serbestçe hareket etmektedir.

Burada kısaca Topal Osman’ın bölgedeki faaliyetlerinden söz edelim: Topal Osman’ın bu nevi faaliyetleri sırasında yaptığı uygulamalar, mülki makamlarda hoşnutsuzluk yaratmıştır. Başta Trabzon Valisi Cemal Azmi olmak üzere, Giresun Mutasarrıfı da Topal Osman’ın hükümet işlerine müdahale ettiğini ve 37. Fırkaca himaye olunduğunu belirterek, Osman’ın Giresun’dan kaldırılmasını isteyen şikâyet yazı­larını 3. Orduya İletmişlerdir. Mülki makamların 37. Fırka’yı da suçlayan bu yazısından sonra Topal Osman, ifadesi alınmak üzere Sivas Divanı Harbi’ne çağrılmış ve onu getirmekle de Menzil Müfettişliği görevlendirilmiştir. Bu defa 37. Fırka Kafkas Kolordusu Komutanları, Orduya Topal Osman’ı müdafaa eden ve mülki makamları suçlayıcı yazılarıyla Osman’ı Divan-ı Harpten kurtarmak istemişlerdir. Bilhassa 37. Fırka Komutanı tarafından 3. Orduya yazılan yazıda onun Fırkaya pek çok hizmet etti­ğini, Balkan Muharebesi esnasında aldığı yarası hala kapanmamışken, yaranın tesiriyle cansız bir ceset halinde sürüklediği bacağını, iştirak eylediği gaza için bir işaret sayan Osman’ın adî bir mücrim gibi gö­rülmesinin doğru olmayacağı belirtilmiştir. [Osman Ağa’yı himaye eden Pertev Bey’dir. Pertev Bey, 1913-14 yıllarında Eğe’de Rum kökenli yurttaşlara uygulanan terör’ün elebaşılarından biridir. Pertev Bey (Demirhan) Kemalist dönemde generalliğe yükseltilecektir.]

Bütün bu savunmalara rağmen Topal Osman’ın, 3. Ordu Komutanlığından ısrarla Sivas’a celbe dilmesi istenmiştir. 25 Ağustos 1936’da Sivas Divanı Harbi’nde muhakeme edilen Osman Ağa bir süre gözaltında kalmış, dönüşünde tekrar çetesinin başına geçen, Mütareke sırasında yeniden kovuşturmaya uğrayan Topal Osman devamlı kaçmak ve saklanmak zorunda kalmıştır. Karadeniz Böl­gesindeki Pontoslular da yeni vasattan yararlanıp, bir Pontus devleti kurma ha­zırlıklarına girişmişlerdir. Bu defa da bölgede direniş teşkilatı kurmak isteyenler Topal Osman ve adamlarına müracaatla yardımını istemiş­lerdir. Topal Osman sert metodlarla Pontos çetelerini ezmiş, Gire­sun’dan Samsun’a kadar uzanan bölgenin hâkimi olmuştur. Bu olağa­nüstü dönemde 17–18 Ocak 1919 yılında toplanan Kars Kongresi’nde Giresun’da kurulması kararlaştırılan müdafaa örgütünün teşkiline Os­man Ağa memur edilmiştir. Bu arada Belediye Başkanlığı’nı da uh­desine alan Topal Osman, 17 Mayıs’ta İzmir’in işgalinden iki gün sonra Giresun’da büyük bir miting tertip ettirmiştir. O sıralarda Sam­sun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa tarafından Havza’da kendisiyle görü­şüldüğü ve bu bölgenin emniyetinin sağlanmasıyla görevlendirildiği bazı kaynaklar tarafından tespit edilmiştir.

Topal Osman bölgede bir terör unsurudur. Öyle ki Giresun Alayının 3. taburunun Ordu Sancağına geleceğinin haber alınması bile eşrafı telaşa düşürmeye yetmiştir. Ordu Mutasarrıfı Merkez Ordusu kumandanı Nurettin Paşa’ya endişelerini bildirir. Ordu eşrafının Osman Ağa’dan korkuları boşuna değildir. Osman Ağa’nın teröründen Türkler de nasibini almaktadır. Osman Ağa birliklerinin Tokat’ta ve Mecitözü’nde de bir çok köye tecavüzleri şikayet konusu olur. Yine bölgede Rizeli Hafız Efendi idaresindeki 150 kişilik müfrezenin uygulamaları Ordu’da şikayet konusu olur. Hafız tutuklandıysa da kısa süre sonra serbest bırakılıp Batı Cephesine yollanır. Düzenli birliklerin de uygulamaları Osman çetesinden farklı değildir. Yine Tokat’ta Jandarmaların erbab-ı şekavete rahmet okutturacak eylemleri Merkez Ordusuna şikayet edilir.

Pontos silahlı birliklerinin basındaki en önemli isimlerinden (askeri lider de diyebiliriz) biri de Andon Paşa dır. Esi Pelagia ile birlikte Pontus gerilla birliklerini yöneten Andon Paşa Pontos köylerini savunurken, bir yandan Türk devletinin diğer yandan da Türk çetelerinin en önemli korkularından biri haline gelir. Türk devleti basına 50.000 lira ödül koymuştur. Andon Paşa gerilla birlikleri için birleştirici bir öğedir aynı zamanda. Kendisi 1917 yılında öldürülür ancak eşi (ki kaptan Pelagia olarak anılmaktadır) 1923 yılına kadar da yoluna devam eder. Sovyet yazar N. Novitsef “Vaprosi Istorii” adli kitabında Bati Pontos’da taşra devrimi hareketinin geliştiğinden bahsetmektedir. Pontosluların yani sıra Müslüman Çerkesler de kendi bağımsız gerilla hareketine ulaşmışlardır. Bu hareketlerin askeri teçhizat kaynakları ise Türk ordusundan ele geçirilenler silahlar ve esas itibariyle de Rusya’dan (gerek Rusya’daki Pontos’lulardan gerekse de Rus devletinden) gelen yardımlardır.

Pontos gerilla hareketinin başından sonuna kadar otonom olduğu söylenir. Örgütlenmelerine baktığımızda bu durum açıkça görülmektedir: Sanda da Türk çetelerinin Rum köylerine saldırılarını arttırması üzerine 15 Aralık 1917 de yerleşim alanında kalanlarının hepsi genel kurula çağrılarak görüşleri istenir. Kurula hâkim olan slogan: “Hırsızlara aynı yöntemle cevap verelim”. Kurulda bir yürütme kurulu seçilerek mutlak yetkilerle donatılırlar. Bu yürütme kurulu askeri konseyi oluşturur ve bu konsey ayrıca 9 askeri sorumluyu daha atar. 18–50 arasındaki bütün erkekler yerleşim alanlarının savunması için günlük askeri eğitime başlarlar. Sanda yerleşim alanı, olağanüstü koşulları yasayan askeri kamp gibi islemeye baslar. Pontos’un her bölgesinde böylece gizli örgütlenmeler oluşmaya baslar. Pontoslu metal çalışanları kendi olanaklarıyla silah yapmaya çalışırlar.

Sürgünler

Pontos yukarıda örneklenen vahşetin ötesinde bir uygulamaya maruz kalır: Sürgün. Bölge halkının maruz kaldığı durumları Yorgo Andreadis söyle ifade eder: “Bütün Karadeniz kıyısı, Harsiotis [Harşit] suyunun batısında kalan alan tamamen boşaltıldı. Çeteler, kendi deyişleriyle, intikam almak için Hıristiyan köylerine dalıyorlardı. Çaresiz halkın mallarını yağmalıyor, onları ürkütüp kaçırmak için evleri ateşe veriyorlardı. Direnmeğe kalkışan ise derhal öldürülüyordu. 1916 yazı çok sıcak geçti” sözleriyle çatışmaları, yağmaları ve sürgünleri özetlemektedir

Rus Ordusuna casusluk yapılıyor, lojistik destek sağlanıyor gerekçesiyle Harşit Çayının batısındaki Hıristiyan nüfusun Cephenin 50 kilometre güneyine sürülme kararı alınır. Karar servetlerine de el konularak azınlıkların saf dışı edilmesiyle yek vücut güçlü bir devletin oluşturulmasına dair Alman-ittihatçı planının bir parçasıdır, sürgünlerin ilki o sırada bir sınır şehri olan Tirebolu Rumlarıyla ilgili olarak, muhtemelen Ekim ayı sonunda kararlaştırılmış, halka 9 Kasım’da duyurulmuş ve 16 Kasım’dan itibaren uygulanmaya başlamıştır.

Berlin’e gönderilmek üzere hazırlanmış bir metinde Avusturya Dışişleri Bakanlığı Sürgünlere ilişkin şunları ifade etmektedir: Türklerin politikası devlete karsı tehlike olarak gördükleri Yunanlıları genelleşmiş bir kovulma hareketi ile bütünüyle ortadan kaldırmak ki daha önce Ermenilere karsı da aynı politikayı uygulamıştı. Türkler nüfusu hiç bir ayırıma bakmaksızın ve hayatta kalmalarına hiç bir olanak vermeksizin başka alanlara göçertme taktiği altında, yani sahillerden iç alanlara doğru, onları insanlık dışı ve sefil koşullar altında açlığa terk ederek ölüme terk ediyorlar. Boşaltılan evler ise çeteciler tarafından el geçirildikten sonra yağmalanıp yakılıp yıkılıyor. Ermenilerin kovulmaları sırasında alınan bütün tedbirler Pontos Rumlarına karşı da aynen uygulanmaktadır.

Başlangıçta sürgünün Ermeni Soykırımı derecesine varamaması Yunanistan’ın tarafsızlığına ihtiyaç duyulmasındandır. Yunanistan tarafsızlığını bozduğunda ise süreç Batı Pontos’lular için kanla noktalanacaktır. “Bu gün Yunanistan’da Doğu Pontos’tan gelme çok sayıda insana rastlanırken neden Batı Pontos’tan gelenlere pek rastlanılmadığının açıklaması da” bu olayların sonucunun kanla noktalanmasının ardında yatmaktadır.

Andreadis yaşananları özetlerken “Selanik Elefteria (Özgürlük) Meydanında başlayan ve Fransız Devrimi gibi liberal ve insani değerler üstüne dayanan ve Sultan’ın tüm tebasına hitap eden, onun ik­tidarına ve sorumsuzluğuna karşı herkesi bir araya ge­lerek devrime katılmağa çağıran Jön Türk hareketi, kısa süre içinde milliyetçi, faşist bir Türk hareketine dönüştü. Jön Türklerin sloganı artık Özgürlük, Eşitlik ve Kar­deşlik değil, Türkiye Türklerindir olmuştur. 1916 yı­lında işitilen tek slogan buydu. Vehip Paşa ordusunu böyle bir hava içinde sürmüştü cepheye… 1916 Kasımında Alman danışmanları ile birlikte, masum bir askeri gü­venlik planı hazırlamış… Plan, güvenlik ne­deniyle, Rus cephesi üzerinde bulunan tüm Hı­ristiyanların, cepheden 50 kilometre kadar geriye aktarılması gerektiğini ileri sürüyordu. Plana göre, Rus­lar Ortodoks Hıristiyan olduğu için, cephe hattında Hı­ristiyanların varlığı bir güvenlik sorunu yaratıyordu. Plan, Tirebolu’dan Bafra, Samsun ve Sinop’a kadar tüm bölgeyi kapsıyordu. Bu sözde geçici bir plandı, mantıklı ve de masum nedenlerle hazırlanmıştı. Evet, bu belki mantıklı ve amaca uygun bir plandı, ama asla masumane değildi. Eğer siz, soğukkanlılıkla, tüm bir nüfusu kış or­tasında yerinden yurdundan edip sürerseniz, onları aç­lıkla, soğuk ve hastalıkla yok olmağa itmişsiniz demektir. Üstüne üstlük, elli kilometre iki yüz kilometreye çıkarsa, planın hedefi iyice aşikâr olur. Ve sürgünlerin geçeceği bilinen yol üzerinde, her 20 kilometrede bir, sanki tesadüfmüş gibi, çeteler bekleyip pusu kurar ve çaresiz Hıristiyanları katlederse, bu planın daha da iğrenç olduğu anlaşılır.” Pontos Yürütme Konseyi’nin 2.11.1921 tarihli ve Yunan Dışişleri bakanlığına gönderdiği metinde hayatta kalmayı bir şekilde basarmış bazı Pontos’luların şahitliklerine yer verilmektedir.

Osmanlı’nın Birinci Dünya Savasında yenilmesi üzerine Pontos bölgesine, İngiliz ordusu (İngiliz komutanların başında olduğu Hint askerler) konuşlanır. İngilizler kendi çıkarlarının mutlak şekilde isleyeceğini garantiye almak için Pontos’lu gerilla gruplarından silahlarını Türk askeri birliklerine teslim etmelerini ister. Gerillalar bu tuzağa düşmezler ve silahlarını da teslim etmezler. Kemalist hareketin gelişmesine kadar ki bütün bir süreç boyunca Pontos nüfusu, Pontos Cumhuriyeti düşlerini olduğu gibi korurlar. Rusya ya göçmüş olan yaklaşık 100.000 Pontoslu Bölgeye döner. Gerillalar dağlardan yavaş yavaş şehirlere inmeye baslar. Amasya gibi yerlerde gece gündüz yollarda dolaşmaya başlarlar. Pontos hareketi tehlikeli bir asamaya geldiği içindir ki Osmanlı yönetimi Mustafa Kemal’i Pontos hareketini bastırmak için bölgeye gönderir.

Mustafa Kemal, Pontos hareketini bastırmak için başladığı gezisine İngilizlerin istekleri, sultanın maddi manevi destekleri ve yardımlarıyla baslar. Samsun’a gelir gelmez İngiliz temsilci Yüzbaşı Hurst’la görüşen Mustafa Kemal, toplulukların başkanlarını karargahına davet etti. Rumların önderi Germanos bu davete icabet etmedi. Mustafa Kemal, bölgenin durumuyla ilgili olarak İstanbul’a gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporlarda; Germanos’un idaresindeki Rum çetelerinin siyasi bir mahiyetleri olduğunu belirtmektedir. Raporda otuz üçü Samsun’da, kırk kadar Rum çetesi sayılmakta, buna karşılık altısı Samsun’da bulunan on üç kadar Türk çetesi olduğu bildirilmektedir. Mustafa Kemal 5 Haziran 1919’da Havza’dan gönderdiği raporlarla, Rum faaliyetleriyle ilgili yeni bilgiler verir. Ona göre azınlıkta olmalarına rağmen Sivas Vilayeti’nin Amasya ve Tokat Sancaklarında da, aynı Canik Livası’nda olduğu gibi Rumlar çetecilik ve siyasi amaçlı çalışmalar yapmaktadırlar… Mustafa Kemal Paşa’ya göre, Samsun ve güneyindeki asayişin sağlanması için mevcut jandarma ve birlikler yetmeyeceği için birkaç bin erin silah altına alınması uygun olacaktır. Ayrıca Samsun’daki Ortodoks Piskoposunun da bölgeden uzaklaştırılmasının yerinde olacağını düşünmektedir. Yunan Hükümeti’nden emir alan Mavri Mira adlı örgütün, Samsun ve Trabzon mıntıkasında ihtilaller çıkarmak için silah ve cephane dağıtımı yaptığını belirten Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti’nden bunlara karşı tedbir alınmasını da istemektedir.

Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum faaliyetleri karşısında, İstanbul Hükümetlerinin de duyarsız kalmadıkları gözlenmektedir. Nitekim, 15 Temmuz 1919’da Vakit Gazetesi ile bir mülakat yapan Nafıa Nazırı Ferid Bey, Anadolu’dan ne maksatla çıktıkları bilinen Rumların tekrar geri dönmelerine engel olacaklarını, bu konuda Trabzon ve Samsun’daki yetkililerin, daha önce Ali Kemal Bey zamanında böyle kesin emirler aldıklarını da belirterek; bu konuda İtilaf Devletleri temsilcilerinin de aydınlatıldığını ifade etmektedir.” M. Kemal, 19 Mayıs’ta Samsuna ayak basar basmaz Pontos özgürlük hareketine karşı Türk çetelerini örgütleyerek ise baslar. İlk görüştüklerinden birisi de Topal Osman olduğu söylenir. Türk devletinin kendi arşivlerinden de çıkan değerlendirmelere bakılırsa Mustafa Kemal Pontos gerilla hareketine Yunan devletinden daha çok önem verir. Bu yüzden de gerilla birliklerinin dağıtılması için iki kolorduyu harekete geçirir. 30 bin Türk askeri 18 bin gerilla ve basındaki 300 gerilla önderine karsı harekete geçirilir.

M. Kemal Nutuk’ta Pontos hareketinden söz ederken verdiği önem gözlenmektedir.

Pontos gerilla hareketinin en önemli zaafı ortak bir kumanda merkezinden yoksun oluşudur. Yunan ordusunda komutanlık yapan Pontos kökenli X. Karaiskos aslında bunu yapmaya yeltenir. Atina’daki Pontos Kurulu da aslında bunu gerçekleştirmeye çalışır. Gerillalar, Rum nüfusun tehcirini önlemeyi başaramamış olmakla beraber, özellikle yakılan köylerden kaçan Rumları bir araya getirerek dağlarda “kurtarılmış bölgeler” oluşturarak, yeni birliklerin kurulması ve Türk ordusunun bu ayaklanma karşısında etkisiz kalması sonucunda yerel bir uzlaşma sağlanır ve Türk köylüleri kendi güvenliklerini sağlamak üzere silahlı gerilla birliklerinin ve Pontos sürgünlerinin yiyecek gereksinmelerini karşılamayı kabul ederler. Savaş bittiğinde bu “modus vivendi” hala geçerlidir ve 1918’de tehcire uğrayan Pontoslular yavaş yavaş kendi köylerine dönmeye başladıklarında, tabii ki, şehirli ve kırsal kesimden Müslümanlar, tehcire uğrayan Rum ve Ermenilerin mallarını geri vermekten hiç memnun olmazlar. Çatışmalar yeniden başlar.

Kurtarılmış bölgelerde Gerillalar kendi yönetimlerini ve hukuklarını oluşturma faaliyetlerine geçerler, Gerilla komutanlarından Stilianos Kosmidis’in çabalarıyla üst askeri konsey oluşturulup birbiriyle çatışan gruplar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir ceza hukuku ardından da kurtarılmış alanlarda mahkemeler oluşturulur, silah taşıma hizmeti devreye sokulur. Bölgedeki Çerkes gerillaları ile dayanışma grupları oluşturulur. Pontos Bölgesindeki Çerkeslerin faaliyetleri hakkında yazılanlar bölge Çerkeslerinin de Batı Anadolu’daki gibi bir tehlike olarak algılandığını görüyoruz: “Çerkezlerin yıkıcı etkileri Merkez Ordusu Bölgesi’nde [Pontos] de görüldü. Ordu mıntıkasının çeşitli yerlerinde bulunan Çerkezler, daha yoğun olarak Çarşamba, Bafra, Tokat ve özellikle Sivas Uzun Yayla ile Aziziye (Pınarbaşı) kazasında yaşıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin mütarekeden sonra içinde bulunduğu zaaftan yararlanmak isteyen çeşitli unsurlar gibi Çerkezler de, merkezi Anadolu’da karışıklık çıkardılar. Daha 6 Haziran 1919’da 15. Fırka 3. Kolordu yazısında Alaçam ve Bafra yöresinde geniş bölücü Çerkez çeteleri hareketi görüldüğünü bildirerek, uyarmaklaydı.”

Bu başarılı çalışmalardan sonra daha önce de bahsini ettiğimiz Yunan ordusunda komutanlık yapan Pontus kökenli X. Karaiskos İstanbul’a gidip oradan Pontos’a silah sevkiyatı için Yunanlı yetkililerle görüşür, ancak çabalar boşunadır, Yunanlı yetkililer buna yanaşmadıkları gibi Karaiskos’un Pontos’a geçişini de engellerler.

Hareketin Sonu : Genocid ve Kovulma

Gerillalar Yunan hükümetlerinden – Hem kralcılardan hem de Venizelostan – defalarca yardım talebinde bulunurlar. Ancak başvurular faydasızdır, yanıt alamazlar. Pontoslu gerillaların 16.8.1919 da yazdıkları ve en son Yunan dışişlerine ulasan aşağıdaki mektup oldukça dikkate değerdir. Pontos’un bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan gerilla önderlerinin emirleri doğrultusunda sizlere aşağıdakileri belirtmek isteriz: Bilindiği üzere Pontos’un evlatları kendi önderleri etrafında Türkçülüğe karsı son 5 yıldır başkaldırmış durumda. Maalesef bunlar sadece mavzer ile savaşıyorlar ki bunları bile Türklerden satın almakta zorlanmaktalar, keza yiyecek sorunu başlı başına bir sorun. Kışa kadar kendilerini zor çıkarırlar, bu yüzden Ekime kadar gıda tedariki için bir şeyler yapılmalıdır. Bunların yanında giyecek ve kuşanacak malzeme eksikliği de yaşanmaktadır. Yaralılar için ilaç ve gerekli malzemeler de bir başka sorun. Mitralyöz ve diğer silah eksikliklerimiz tam teçhizat giderilmelidir. Bu yüzden kendimiz masraflarını karşılamak üzere iki kişiyi buraya askeri eğitim için göndermek istiyoruz. Ülkelerinin bağımsızlığı için umutsuzca çarpışan sevgili ülkemizin mücadeleci çocuklarının ihtiyaçlarını sizlere bildiriyoruz

Yunan devleti Pontos Bağımsızlık Mücadelesini kavramamış ya da anlamak istememiştir. Bu yüzden, Pontoslu gerillalara Yunanistan’dan hiç bir yardım gönderilmemiştir. Pire limanında Amasya’ya gitmek üzere silah ve cephaneliğin bir gemiye doldurulduğu söylense de bu gemi asla hareket etmeyecektir. “Eskişehir’in Yunanlılarca işgal edilmesinden sonra İstanbul’daki Pontos Komitesi, o sırada İzmir’de bulunan Yunan Başbakanı Gunaris’i ziyaret ederek Pontus’a asker çıkarılması yolunda son bir talepte bulunduysa da bu talep Ankara yönünde ilerlemeyi yeğleyen Yunan Genelkurmayı tarafından reddedildi. Bir defa daha Yunanlılar Pontos’luları yalnız bırakmışlardı”.

Bu durum ilk başlardaki başarılara ve gerillaların birleşme, ortak komuta merkezinden yönetilmelerine büyük bir darbe vurur. Gerilla gruplarında moralsizlik hızla yayılmaktadır. Türk ordusu Bolşeviklerin yardımıyla yeniden toparlanır ve Fransızlar ile İtalyanların yardımlarını da alarak üstün duruma geçer. Bu durum gerilla gruplarının ortak kumanda merkezince yönetilmesi eğilimini zayıflatır ve gerilla grupları kendi başlarına ve bazen de kendi aralarında boğuşmaya başlarlar. Sonuç ise trajiktir.

Yunan devletinin mesafeli duruşuna rağmen Pontos hareketinin her zaman Yunan devleti ile özdeşleşir tavırları vardır. Romantik bağlılık devam eder. Örneğin 1922 yılında Yunan ordusu Ege’den içlere doğru ilerleyince Pontus gerilla hareketinden Kiriakos Papadopoulos (diğer ismiyle Parasukli -kısa bacak) 500 gerillayla birlikte Pontostan kalkarak Yunan ordusu ile birleşmek ister.

Pontos gerilla hareketinin otonom yapısının bedeli çok ağır ödenir. Batum’da General Anonya tarafından oluşturulan birlik Bolşevikler tarafından dağıtılır. Hatta Rusya’da Bolşeviklerce tutuklanıp Türklere teslim edilen Pontos gerillalarının olduğuna dair tanıklıklar bulunmaktadır. Keza Türk – Sovyet yakınlaşması Bolşeviklerin Anadolu’daki ulusal kurtuluş hareketlerine karsı olumsuz tavrıyla sonuçlanır. Hatta Pontoslu gerillaların ticari amaçla bölgede bulunan Amerikalı denizcilerce tutuklanıp Amasya’daki Türk askeri birliklerine teslim edildiğine iliksin şikâyetler söz konusudur.

Ankara Hükümeti Bölgedeki gerilla faaliyetini önlemek için gerillanın lojistik destek aldığı köyleri boşaltarak tekrar sürgüne başvurur. Ankara kontrol bölgesindeki istikrarı bozabilecek her türlü unsuru askere alarak sorunu çözümleme kararındadır, Gayrimüslimleri de askere alarak, Pontoslulardan gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için Osmanlı gibi yeniden Amele taburları oluşturulmuştur. Pontosluların bir kısmı davete uymadılarsa da, celbe uyanlardan amele taburları oluşturularak, bir kısmı da etkisiz hale getirilirler. Merkez Ordusunun 12 Mart 1921 tarihli detaylı emrinde bu amele taburları teşkili, saka arabaları ve koşumlu hayvanların temini ile birlikte zikredilmektedir Peyderpey celp edilen Hıristiyanlarla her taburun mevcudunun 800’e çıkarılması için çalışmalara devam edileceği kaydedilmektedir. Bu taburlara numaralar verilmiştir. Tespit edebildiğimiz Amele taburlarının numaraları 8 den başlayıp 13 de bittiğine göre başka amele taburları da söz konusu olmalıdır. Ardından Bölgede silah toplanmasına geçilir, silah toplanmasına önce Gayrimüslimlerden başlanır. Samsun ve diğer bölgelerde silah toplayan müfrezelere karşı konulur. Ordu birliklerinin silah toplama faaliyeti sırasında Tokat, Çarşamba ve Bafra’da Nebiyan bölgesi en çok karşılık gördüğü bölgelerdir.

6 nisan 1921 tarihinde başlayan harekat yoğun şiddete rağmen başarılı olamaz. Ordu birlikleri ve Giresun alayından takviyeli birlikler Nebiyan ve Çarşamba’da varlık gösteremezler. Çarşamba’daki birliklerin komutanı Kemal Bey Divan-ı Harbe verilir. Çarşamba’da gösterilen başarısızlık üzerine, buraya şiddeti ile tanınan Giresun Alayına bağlı takımlar gönderilir. Gönderilen alayın şiddeti ve terörü, Mülki amirlerin bile şikâyetlerine maruz kalacaktır. Bu birliklerden bir kısmı halkın baskısıyla geri çekilirler. Ankara 12 haziran 1921 de bütün Karadeniz mıntıkasını savaş bölgesi ilan ederek bölgedeki Pontos’luların sürgününe karar verir. Kırsal bölgeler zaten daha önce boşaltılmış, köyler yakılmıştır. Bu kararın ardından, 16 Haziran’da İcra Vekilleri Heyeti Samsun’a bir Yunan çıkarması ihtimalinin arttığı gerekçesiyle 16-50 yaş arasında eli silah tutan Rumların bölge dışına şevklerini kararlaştırılır. Kararın alınmasıyla birlikte Samsun, Bafra ve Alaçam şehirlerindeki 15 ile 50 yaş arasındaki erkeklerin tutuklanmasına başlandı. Ertesi gün, ilk göçmen kafilesi iç bölgelere gitmek için Samsun’dan yola çıkarıldı. Kafile ilk durak yeri olan Kavak’ta Türk kaynaklarına göre Rum çetelerinin, Rum kaynaklarına göre Türk Muhafızlarının ateşine maruz kaldı ve pek çok insan öldü. Haziran ayı içerisinde yapılan sevklerde de benzer olaylar meydan geldi. Böyle olayları meydana getirenler, daha çok muhafızların tutumundan da istifade eden Türk Çeteleriydi. Bunların başında da Topal Osman Çetesi ile Tokat yöresindeki Şaki Ali Çetesi vardır. Olayın tepki çekmesi karşısında 25 Haziran tarihli Dahiliye Vekaletinden gelen yazıda Karadeniz şeridindeki Rumların sürgününün Ordu’nun güvenliği için alınmış bir tedbir olduğu, tehcir olmadığı belirtilmektedir. Ayrıca 15-50 yaş arasındakilerin dışında ve bilhassa kadın ve çocukların sürgününün katiyen doğru olmayacağı vurgulanan yazıda, Rumların mal ve gayr-i menkullerine tecavüz, çapul ve gayr-i meşru hareketler de uygun görülmemektedir.

Erkeklerin şevki üzerine, yalnız kalacak olan çocuk ve kadınların ırz ve namuslarının korunmasına fevkalade itina gösterilmesini isteyen Dahiliye Vekaleti, bu hususlarda suistimali görülecek bütün memurların cezalandırılması, saldırılara meydan verilmemesi verilen emirlere aykırı hareket edenlerin derhal azlini ve haklarında Kanuni işlem yapılmasını ister. Ancak Uygulamaların öyle olmadığını Dönemin Sağlı Bakanı Rıza Nur’dan öğreniyoruz. Kemalistlerin Sağlık Bakanı ve Lozon’daki temsilcisi olan Rıza Nur Hatırat’ında, Topal Osman’la aralarında geçen bir konuşmayı aktarır: “Ağa, Pontusu iyi temizle! dedim. «Temizliyorum dedi. Rum köyle­rinde taş taş üstünde bırakma. dedim. «Öyle yapıyorum ama, kiliseleri ve iyi binaları lâzım olur diye saklıyorum» dedi. Onları da yık, hattâ taşlarım uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler.» dedim. Sahi öyle yapalım. Bu kadar akıl edemedim. dedi. Topal Osman yeni bir Koroğlu’dur.”

Merkez Ordusu Komutanlığı, Temmuz ve Ağustos aylarında Batı Cephesi’nin büyük ihtiyaç duyduğu birlikleri göndermeye çalıştığı için sürgüne gönderme yavaşladı. Sakarya Savaşı’nda Yunanlıların yenilgi ile geri çekilmeleri üzerine Pontos’a karşı esas harekat başlatıldı. “Bu sırada hem dağlardaki Rum çetelerine karşı harekat gerçekleştiriliyor hem de sürgün işleri artan bir hızla devam ediyordu. Bu devrede gönderilen sürgünler arasında kadın, çocuk ve ihtiyarlar da vardı. Sürgün Kararnamesinde bunların gönderilmesi ile ilgili bir hüküm olmamasına rağmen, Nurettin Paşa tarafından bu karara varılmıştı. Bu hususta, yetkili makamlar hiçbir tepki göstermemişlerdir. Nurettin Paşa’ya göre; Memleketimizdeki Rumlar bir yılandır ve bu yılanların zehirleri kadınlardır. Kadınlar, Pontusçuluk emeli güden erkeklerine fikren, bedenen ve malca yardım etmişlerdir. Ayrıca İstiklal Mahkemesi’ne verilenler arasında eşkıyaya yataklık, cinayete teşvik ve muhbirlik yapmakla suçlanan kadınlar da vardır. Bu yüzden kadınlara da erkeklerle aynı şeyi yaptıklarını belirten Nurettin Paşa, ihtiyarların tehciriyle ilgili olarak da, şöyle demektedir: Gümenez’de ihtiyardır diye sevk edilmeyen 65 yaşındaki bir Rum, Alaçam kıyılarında dolaşan Yunan torpidosuna bayrak sallamış, onlar da bir sandalla kıyıya çıkmışlardır. Yetişen kuvvetler Yunanlıları sahilden püskürtmüşlerdi! İhtiyar, Kel Nikola da bayrak salladığı yerde astırılmıştır. Nurettin Paşa’ya göre bunlar Rumların kadın, erkek, çocuk-yaşlı tehcirleri için haklı gerekçelerdir. Anlaşılıyor ki, Rum unsuru arasında devlet olma fikri kuvvetli bir biçimde yer edinmiştir. Bu yüzden çetecilere dayanak olabilecek hiçbir unsur bırakmamak yolu tutulmuştur.”

Pontos Harekatı’nın devam ettiği sırada, B.M.M.’de yapılan görüşmelerde, Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa’nın kanunsuz uygulamalar yaptığı, başarısızlık gösterdiği şeklinde iddialarla 3 Kasım 1921’de, Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alınır. Bir süre sonra 8 Şubat 1922’de Merkez ordusu da lağvedilerek, Pontos harekatını yürütme görevi Dahiliye Vekaleti kontrolünde, 10. Fırka’ya bırakılır. Bu fırkanın komutanlığına da Cemil Cahit Bey (Gen. Toydemir) tayin edilir. İnsan ve silah bakımından daha da kuvvetlendirilen birlikler, yıllar süren bu sorunu 1923’ün Şubat ayında tamamen bitirirler.

Pontos’taki gerilla hareketi için sonun başlangıcı aslında Aralık 1920’dir. Ermeni hareketinin bütünüyle ezilmesiyle Kemalistler, Bolşeviklerle dirsek temasına girerler. Bir yandan Sovyetlerden Kemalistlere akan yardım, diğer yandan İngiltere-Sovyetler, Sovyetler-Türkiye ve İngiltere ile Bekir Sami arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan anlaşmayla Pontus hareketinin kaderi çizilmiş olur. İngiltere, Sovyetlerle arasında ki Türkiye’yi bir tampon devlet olarak var olmasını desteklemektedir. Bu tarihten sonra İngilizler tarafsızlığını ilan ederler. Başta Yunan devleti olmak üzere Pontos da kaderine terk edilir. Dönemin reel politiği –bir anlamda detant diyebiliriz- Pontos hareketinin sonunu belirleyen koşullardır. Lozan antlaşmasının imzalanmasından sonra kalan son gerilla birlikleri de dağlardan Karadeniz sahillerine inerek gemilerle ya Yunanistan’a ya da Rusya ya doğru kaçtılar. Yunan ordusunun Anadolu’daki yenilgisinden bir yıl sonra bile Pontus dağlarında çarpışan gerillalar mevcuttur. Pontus Merkez Birliğinin 1922 yılında Atina da hesapladığı istatistiklere göre 1914 ile 1922 arası Pontos Jenosidinde toplam 303.238 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlardan 232.556 kişi birinci dünya savası esnasında yani 1914 ile 1918 arasında katledilmişlerdi. Ağustosta Yunan cephesinin çökmesinden 1924 baharına kadar ise çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 50.000 kişi daha katledilir. Bunlara mübadele sırasında yaşanan insan kayıpları dahil değildir. Mübadele işlemleri sırasında Türkiye’deki toplama kamplarında hayatını kaybedenlerin sayısı 200 bin olarak tahmin edilmektedir. G. Valavanis ise Pontos’un insan kaybının 1924 yılına kadar 353.000 olduğunu açıklamaktadır. Pontos ideali Birinci Büyük Savaş sonucunda oluşan reelpolitik ortamında ezilmiş. Galip devletlerin gözetiminde Pontos Jenocidi gerçekleştirilme koşulları hazırlanmıştır.

Sait Çetinoğlu

Kela Memed eteklerinde Avaspi festivali yapıldı

Roboski’de 28.11.2011 tarihinde gerçekleşen ve 17′i çocuk 34 yurttaşın yaşamını yitirdiği katliamından sonra Uludere’de(Qilaban) yapılan Avasipi Kültür ve sanat festivali iki sene yapılmadı.Uludere Belediyesi tarafından Roboski katliamından önce Avasipi kültür ve sanat festivali ikincisi gerçekleştirilmişti. Roboski katliamdan sonra kendi ilçelerine bağlı olan Roboski ve çevre köylerinin tuttuğu yas ile ilgili iki sene festival ertelenmiş ve gerçekleştirilmemişti
IMG_8718

‘ iki yıldır Roboski katliamı için kutlanmadı. Biz istiyoruz ki yöre halkının ve gençlerin istekleri doğrultusunda bu şenliğimizi kutlayalım. Buradaki amacımız halkımızın çektiği acıları bir nebzede olsa unutturmak ve kültürümüzü yaşatmak olacak.’ diye ifade eden Uludere(Qilaban) belediyesi eş başkanı Zeynep Üren ve arkadaşları daha önce de iki defa Kele Memed dağlarının eteklerinde kutlanan ‘Avaspi kültür ve sanat festivalinin üçüncüsü gerçekleştirdiler.

Avaspi kültür ve sanat festivalinin gerçekleştiği alanda bir çok yerde Abdullah Öcalan’ın resimlerin olduğu pankartlar asıldı. .Ayrıca festival alnının girişinde Abdullah Öcalan için gerçekleştirilen imza standı vardı. Etkinliğin gerçekleştiği platformda ise Pariste katledilen üç kadın siyasetçinin, Roboski katliamında yaşamlarını yitirenlerin fotorafları ve “Demokratik özgür toplumu yaratalım, tecavüz kültürünü aşalım”, “Qirkirin û komkûjiyan bişkênin”, “Em komkujiyên Dêrsim, Koçgiri, Sêwaz, Mereş, Roboski jibîr nakin” pankartları asıldı.

Kele Memed dağlarının eteklerinde gerçekleştirilen Avaspi Kültür ve Sanat Festivaline Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı Sebahat Tuncel, Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız , Şırnak Milletvekili Selma Irmak, Şırnak eski Belediye Başkanı Ramazan Uysal, Şırnak Belediye Eş Başkanları Serhat Kadırhan ve Özlem Onuk,Uludere Belediye Başkanları Zeynep Üren-Yunus Ürek , BDPŞırnak İl Başkanı Baki Katar ve binlerce insan katıldı.

Faysal Sarıyıldız yaptığı konuşmada, “Bu festival öncelikle Kürt halkının doğasıyla, coğrafyasıyla tekrar buluşmasının görkemini tekrar yaşatmak için düzenleniyor” dedi.

Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız konuşmasını tamamladıktan sonra Koma sî bire platforma gelerek şarkılarını söyledi.Koma Sî Bire’nin söylediği şarkılara halk halaylar çekerek eşlik etti.

Koma Sî bire’nin verdiği konserin ardından Yine Şırnak milletvekili olan Selma Irmak kısa bir konuşma gerçekleştirdi.

Acılarımızla birlikte yeni yaşam kuracağız..

Selma Irmak’ın ardından Halkların demokratik partisinin(HDP) eş başkanı Sebahat Tuncer’ de Kitleyi selamlayarak konuşmasına başladı.’Selma milletvekilimiz dedi ki son iki senedir bu festival burada yapılmıyor,yapılmamasının nedenini hepimiz biliyoruz.Yanı başımızda Roboski’de 34 canımıza mal olan devlet tarafından gercekleşen bir katliam gerçekleşti.Hala 34 canımıza mal olan katliamın failleri ortaya çıkarılmadı.Hala Roboski’li aileler adalet arayışında,bununla birlikte Şırnak ve Tüm Türkiye adalet arayışındadır.O yüzden iki senedir biz burada festivali düzenlemiyoruz dedi.Biz acılarımıza rağmen yeniden bir başlangıç yapmak istedik.O yüzden bizimle birlikte olurmusun dedi.bende çıktım geldim.bir kere daha burada Roboski katliamını kınıyor,ve diyoruz ki mutlaka Roboski’nin hesabını soracağız.Roboski’nin hesabını sormadan yeni bir yaşam mümkün değil,ama sevgili arkadaşlar,sevgili yoldaşlar yaşam devam ediyor.Biz bir yandan acılarımızı yaşarken,bir yandan mücadeleye devam ederken,bir yandan da festivaller ile bir araya gelerek kendi kültür ve geleneklerimizi sürdüreceğiz.Ben bir kere daha Roboski halkına diyorum ki acılarınız acılarımızdır,acılarınızla birlikte yeni bir yaşam kuracağız dedi.

Demokratik Özerk Kürdistan’ı kuracağız

Sebahat Tuncer konuşmasının devamında’ Önemizdeki dönem zorlu bir dönem vekilimizde konusmasında ifade etti önümüzdeki dönem demokratik özerk Kürdistanı inşa etme süreci,aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirme süreci sevgili arkadaşlar,biz Kürdistan’da kendi dilimizle kendi kültürümüzle kendi kendimizle yöneteceğiz,artık bunu talep eden değil bunu inşaa eden olacağız’dedi.Konuşmasını Tuncer su sözler ile ”Kürdistanlılar Türkiye’nin her yerinde ve Kürdistan’da özgürce yaşadığı,ayrımcılığa uğramadığı, baskıya uğramadığı Türkiye inşaa olmadığı sürece bu ülkede hep ayrımcılık olacaktır.Hep nefret söylemi olacaktır.Biz buna karşı hep beraber mücadele edeceğiz.’ diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Geleneksel göçer oyunu devam eden program daha sonra dengbejlerin sarkı ve türküleri ile devam ederken ve halk halaylar ile programa eşlik ederken ve Abdullah Öcalan lehine sık sık atılan sloganlar ile festival programı sona erdi.