HDP hazırladığı seçim bildirisi ile Türkiye partisi olduğunu bir kez daha gösterdi

HDP hazırladığı bildiri ile tüm Türkiye’yi gördü

HDP SEÇİM BİLDİRGESİ

GİRİŞ

Bugün kaygısı ve yarın korkusu hepimizin hayatını çekilmez kılıyor. Devletin ve sermayenin mutlak iktidarı yaşamlarımızı alt üst ediyor, toplumu ve doğayı nesneleştiriyor. Varlığımızı, kimliğimizi, arzularımızı, ihtiyaçlarımızı tanımıyor, hesaba katmıyor, görmezden geliyor veya bastırıyor. Siyasi iktidarın mutlak üstünlüğünü güvenlik çemberleriyle sarmalarken, doğayı, insanı ve toplumu güvencesiz kılıyor. Piyasayı ve siyasi iktidarı dokunulmazlık zırhına büründürürken, yaşam alanlarımızın tümü üzerinde engelsiz bir denetim kurmak istiyor.

HDP ise radikal demokrasi mücadelesi veriyor. Bu demokrasi anlayışı, halkın kendi hayatı üzerinde örgütlü bir güç olarak gerçek iktidar haline gelebilmesini hedefliyor. Toplumun güçlenmesini eşitlik, özgürlük ve eşit yurttaşlığın temeli olarak görüyor. Toplumu, üretim ve çalışma koşulları üzerinde söz ve karar sahibi yapmayı amaçlıyor.
Toplumun ve insanın, sermayenin ve siyasi iktidarın mutlak tahakkümü altında ezilmesine karşı direnç üretemeyenler demokrasiye erişemez. Toplumun her bir öğesinin varlık ve yaşam koşullarının toplumun tümü tarafından güvence altına alındığı bir yeni yaşamı inşa etmek için gerçek demokrasiye ihtiyacımız var.

Toplumun güçlendirilmesi, o toplumun ezilen, yok sayılan, görmezden gelinen kesimlerinin güçlendirilmesidir.

İşçilerin ve emekçilerin işyerlerinde iş cinayetlerine karşı iş güvenliğini sağlama hakkıdır.

Bütün halkların kendi anadilleriyle, kendi kimliklerini ve kültürlerini demokratik özerklik anlayışı çerçevesinde gerçekleştirme hakkıdır.
Kadınların erkek egemenliğine ve şiddetine karşı mücadelede desteklerinin çoğaltılmasıdır.

Gençlerin bugün ve gelecek korkusundan kurtulmasıdır.

İşsizliğin, yoksulluğun sürdürülebilir değil sona erdirilir olmasıdır.
Kimliklerimizin birbirimize tehdit olmadığının anlaşılmasıdır. Devletin işinin bizlere kimlik dayatmak olmadığının kavranmasıdır.

Doğanın bir hammadde değil yaşamın kendisi olduğunun ortak kabulüdür.
İşçinin grev hakkıdır, kadının görünmeyen emeğinin görünür kılınmasıdır.
Alevi’nin cemevidir, parasız eğitim ve sağlıktır; nitelikli, kamusal, laik, bilimsel, anadilinde eğitimdir.

İnsan onurunu zedelemeyen koşullarda yapılan ulaşımdır, barınma hakkıdır.
Toplumun temelinin güçlendirilmesi ancak güven ekonomisinin inşası ile mümkündür. Bireyin kendisini toplumun güvencesi altında hissetmesinin sağlanması güven ekonomisinin esasıdır.

Bugün kaygısının ve yarın korkusunun olmadığı günlerin arifesindeyiz. Türkiye halklarını “Yeni Yaşam”ı birlikte inşa etme yolunda, HDP saflarında buluşmaya ve birleşmeye, HDP’yi büyütmeye çağırıyoruz.

DEMOKRASİ

HDP, halkların, işçi ve emekçilerin, kadınların ve gençlerin, bütün inanç gruplarının bugüne kadar verdikleri ekonomik, sosyal, kültürel ve siyasal tüm mücadeleleri kendi mücadelesi ve deneyimi olarak görür.
Partimiz, askerî-sivil bürokratik vesayete, otoriter, katı merkeziyetçi siyasi/idari yapılanmaya, atanmışların gücüne ve hukuk adı altında dayatılan anti-demokratik yasalara, uygulayıcı kurumlara, yerel idarelerin ve hizmetlerin piyasaya terk edilmesine ve yerel idareler üzerindeki merkezi vesayete karşı mücadele yürütür.

HDP, demokrasiyi temsili meclisle sınırlı görmez. Yurttaşların tartışma, örgütlenme ve karar mekanizmalarına doğrudan katılımının önündeki tüm engellerin kaldırılmasını, her düzeyde halk denetiminin geliştirilmesini, halkın söz ve karar hakkını savunur ve gerçekleştirilmesi için mücadele eder.

HDP yönetiminde,

Merkezi idarenin yerel yönetimler üzerindeki vesayetine son verilecek, halkların ihtiyaç duyduğu özerklik modellerinin ve kendi kendilerini yerinden ve yerelden yönetmelerine olanak sağlayacak demokratik yönetim biçimlerinin geliştirilmesi ve yaşam bulması için gerekli adımlar atılacak. Demokratik Özerklik, halkların yönetim ve karar süreçlerine katılımının sağlanması için hayata geçirilecek.

Parlamenter sistemi demokratikleştireceğiz ve eş genel başkanlık sistemi uygulayan partilerin iktidara gelmesi halinde, eş başbakanlık sistemini hayata geçireceğiz.

Gösteri, yürüyüş, ifade ve örgütlenme hakkı başta olmak üzere, temel hak ve özgürlüklerin önündeki engeller ve baskıcı yasalar kaldırılacak.
12 Eylül darbesinin ürünü olan Milli Güvenlik Kurulu’nun anayasal ve yasal çerçevesi ortadan kaldırılacak. TCK’nın evrensel demokratik ilkelerle uyumlu olmayan bölümleri, TMK ve çeşitli isimler altında işleyen özel yetkilerle donatılmış mahkemeler kaldırılacak, bu mahkemeler tarafından uygulanan adaletsiz ceza sistemine son verilecek. Her türden işkence ve kötü muamele insanlık suçu sayılacak.

Anadilinde eğitimi bir kamu hizmeti olarak almak herkes için bir hak olarak kabul edilecek, eğitimin tüm aşamalarında resmi dil olan Türkçe’nin öğretilmesinin yanında, anadilinde eğitimi bir kamu hizmeti olarak alma imkânı sağlanacak.

Sivil toplum örgütlerinin amaçlarını gerçekleştirmelerini sağlayacak şekilde güçlendirilmeleri, desteklenmeleri, geliştirilmeleri önündeki engeller kaldırılacak, sivil örgütlenmeler geliştirilecek.
Gösteri ve yürüyüş hakkının önündeki engeller kaldırılacak, hak aramak için yapılan tüm eylemler meşru kabul edilecek.

Bir özel savaş aygıtı olarak oluşturulan köy koruculuğu sistemi kaldırılacak, köy korucularının çeşitli işlerde istihdamı sağlanacak. Ayrıca diğer özel savaş aygıtları olan JITEM, kontrgerilla vb. tüm uygulamalara son verilecek.

DEMOKRATİK ANAYASA

Türkiye, Cumhuriyet tarihi boyunca demokratik bir anayasadan yoksun olmanın sancılarını yaşıyor. Bütün tarihsel sürece damgasını vuran “tek millet-tek mezhep” anlayışı hâlâ hüküm sürüyor. Türkiye, bütün ezilen halkları, sınıfları, cinsleri, inançları, dilleri yok sayan ve doğanın yağmasına izin veren askeri darbe anayasasına mahkûm değildir.
HDP, Türkiye’nin çok kimlikli, çok kültürlü, çok inançlı, çok dilli yapısına uygun yeni bir “toplumsal sözleşme” ihtiyacını ertelenemez temel bir politik görev olarak önüne koyacak.

HDP, eşitlikçi, cinsiyet özgürlükçü, sosyal, ekolojik ve demokratik bir anayasayı yapmak için tüm gücüyle çalışacak. HDP’nin öngördüğü anayasa; eşit yurttaşlık temelinde din, inanç ve vicdan özgürlüğü ile ekonomik, sosyal, siyasal, kültürel, bütün temel hak ve özgürlükleri güvenceye kavuşturan, ekolojik, doğal varlıkların ve hayvanların korunmasını esas alan bir anayasa olacak.

HDP, açık bir biçimde karşı olduğu “Başkanlık Sistemi”nin anayasa değişikliklerinin temel koşulu haline getirilmesini kabul etmeyecek, Başkanlık sistemine geçit vermeyecek.

Yeni anayasada barış hakkı, hakikat hakkı, sendika kurma hakkı, grev ve toplu sözleşme hakkı, sosyal güvenlik hakkı, temel gelir hakkı, konut hakkı, engelli hakları, temiz suya ve yeterli gıdaya erişim hakkı, vicdani red hakkı, kültürel kimlik hakkı, anadilini kullanma hakkı, eğitim ve öğrenim hakkı, bilgi edinme hakkı, adil yargılanma hakkı, çocuk hakları, yaşlı hakları, hayvan hakları ile düşünce, ifade ve örgütlenme özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, basın özgürlüğünü garanti altına alan hükümler yer alacak.

SİYASİ PARTİLER VE SEÇİM YASASI

Siyasi Partiler Yasası demokratikleştirilecek, tabanın, seçmenlerin, üyelerin kararlara doğrudan katılabildiği düzenlemeler yapılacak. Partilere üye olma ve üyelikten ayrılma kolaylaştırılacak.
Seçim barajı kaldırılacak, Meclis’te bütün partilerin aldıkları oy oranında temsil edilebilmesinin yolu açılacak.

Cinsiyet kotası ile yönetimde temsil kademelerinde eşitlik sağlanıncaya kadar pozitif ayrımcılık yapılacak. Eş başkanlık sistemi siyasi partilerin, idari yapının, siyasi, sosyal ve kültürel yaşamın bütün kademelerinde yasallaştırılacak.

Siyasi partilere yapılan hazine yardımı seçime girme yeterliliğine sahip bütün partilere oyları oranında eşit olarak dağıtılacak.

Milletvekili dokunulmazlıkları kaldırılarak sadece ifade özgürlüğü çerçevesinde kürsü dokunulmazlığı korunacak.

Milletvekili maaşlarına 4 yıl boyunca zam yapılmayacak, otomatik artışa yol açan düzenlemeler iptal edilecek.

YARGI REFORMU

Adaletin hızlı, tarafsız, bağımsız, kamu vicdanını ve bireyleri tatmin edecek düzeyde gerçekleşmesi için adalet sistemi yeniden düzenlenecek, yargının bağımsızlığı, tarafsızlığı ve demokratikleşmesi için gerekli yasal düzenlemeler yapılacak.

İddia ve savunma makamları yargı sistemi içerisinde eşit hale getirilecek. Savcılık ve savcıların çalışma büroları adliye binaları dışında ayrı bir kamu binasında oluşturulacak. Savcılığa bağlı adli kolluk teşkilatı oluşturulacak. Adli kolluk teşkilatı soruşturma sırasında avukatlara da hizmet sunacak.

Ev, işyeri ve üst aramalarında, gözaltına alma ve tutuklamalarda keyfi uygulamalara son verilecek.

HSYK’nın yapısı yeniden düzenlenecek, bu kurul aracılığıyla hâkimler savcılar üzerindeki siyasi baskıya ve atamalarında ideolojik tutum ve partizan yaklaşımlara son verilecek. Adalet bakanının vesayetine son verilip, Adalet Bakanlığı özerk bir kurum haline dönüştürülecek.

Herkesin anadilinde hizmet alabileceği yargı koşulları oluşturulacak, mahkemelerdeki tercümanların parasının yargılananlar tarafından ödenmesi uygulamasına son verilecek.

Özel yaşamın gizliliğini ihlal eden yasadışı telefon dinlemeleri engellenecek, mahkemelerde delil olarak kabul edilmeyecek.

BASIN, İLETİŞİM VE BİLİŞİM ÖZGÜRLÜĞÜ

HDP, siyaset ve ticaret ilişkileri nedeniyle toplumun doğru haber alma özgürlüğünün kısıtlanmasını ve medya aracılığıyla vatandaşın istismar edilmesini önleyecek. Medya kuruluşları sahiplerinin başka sektörlerde faaliyet göstermesine izin verilmeyecek.

Yazılı, görsel ve dijital medyanın tümünde mesleki, etik ve özgür habercilik ilkelerinin desteklenmesi için basın etik yasası düzenlenecek.
İletişim özgürlüğü korunarak, bu özgürlüğü kısıtlamaya yönelik dış müdahaleler, sansür ve özdenetim gibi her türlü girişimlere karşı durulacak.

Yerel radyo, televizyon ve gazeteler ile internet yayıncılığı yapan kuruluşlar mesleki, etik ve özgür habercilik ilkelerine bağlı kalmaları ve bağımsızlıklarını korumaları için desteklenecek.

RTÜK, demokratik ve özgürlükçü bir anlayışla yeniden yapılandırılacak, yasakçı, tutucu, ahlakçı bir konumdan çıkarılacak.

HDP, yeni medya teknolojilerinin toplumun tüketime itilmesi için değil, kamu yararı için kullanılmasını sağlayacak.

İnternete yönelik her türlü sansür uygulamasına son verilecek. Keyfi internet yasakları ve sosyal medyadaki düşünce özgürlüğü önündeki engeller kaldırılacak.

Açık kaynak kodlu özgür yazılım teşvik edilecek.

DEMOKRATİK ÖZERKLİK VE YEREL DEMOKRASİ

Demokratik özerklik, bütün halkların farklılıklarıyla birlikte, özgürce yaşamalarına imkân yaratacak ve gönüllü birliği sağlayacak gerçekçi ve gerçekleşebilir bir modeldir.

HDP, demokratik yerel yönetimler anlayışını ilke kabul eden düzenlemeleri ivedilikle hayata geçirecek, halkların kendi kendini yönetmesine imkân tanıyan, tüm Türkiye’de demokratik bir idari yapının oluşmasının zeminini oluşturacak.

HDP, yönetimde merkeziyetçiliği değil, yerel demokrasiyi esas alacak, bütün Türkiye için yerinden yönetim modelini savunacak.

Demokratik özerklik, Kürt sorununun çözümünde, Türkiye’nin demokratikleşmesinde, toplumsal barışın gerçekleşmesinde, halkların özgür ve gönüllü birliğinde önemli bir rol oynayacak.

Halkların yönetime doğrudan katılmasını sağlamak için kent, halk, mahalle, kadın, gençlik meclisleri, ekoloji meclisleri, toplumsal ağlar, platformlar gibi gerekli mekanizmaların kurulmasının önü açılacak.
Merkezin yerel üzerindeki vesayetini ortadan kaldıracak adımlar atılacak.
Vali dahil yerel yöneticilerin seçimle işbaşına gelmesi için gerekli yasal ve yapısal düzenlemeler yapılacak.

Yerel kaynakların kullanımında yerel yönetimlerin yetkileri artırılacak.
Yerellerdeki dil, kültür, inanç, hafıza ve ihtiyaç farklılıklarını gözeten çoğulcu politikalar geliştirilecek.

Türkiye’nin tamamını kapsayacak şekilde sosyal, siyasal, kültürel, ekolojik, doğal, ekonomik ve coğrafi nitelikler göz önüne alınarak bölgeler ve bölge meclisleri oluşturulacak. Yeni oluşturulacak bölge meclislerinde adem-i merkezi yönetim sistemine geçilecek.

Avrupa Yerel Yönetimler Özerklik Şartı’na konulan şerhler kaldırılacak ve ilgili ek maddeler imzalanacak.

KÜRT SORUNU VE ÇÖZÜM SÜRECİ

Cumhuriyet’in kuruluşundan beri Kürt halkının kolektif varlığının ve temel demokratik haklarının ret ve inkâr edilmesi, sistemli asimilasyon politikalarının uygulanması Kürt sorununun politik temelini oluşturur.
Kürt sorunu ve Türkiye’nin temel demokrasi sorunlarının çözümü adına başlayan sürecin, müzakere aşamasına gelmesi için yoğun çabalar harcanıyor.

HDP, bu sürecin bir aşaması olarak Dolmabahçe Mutabakatı’nda açıklanan 10 maddeyi, çözümün ilkesel çerçevesi olarak kabul eder.

HDP, demokratik siyasetten özgür vatandaşlığa, kadın, kültür ve ekolojik sorunlardan kimliklerin tanınmasına, anayasal sorunlardan ekonomik, sosyal politikalara varıncaya dek kökleşen Kürt sorununun bütün boyutlarıyla çözümünü sağlayacak ve demokratik bir Türkiye’nin inşasını sağlayacak. Partimiz, çözümü Türkiye sınırları çerçevesinde sağlamayı esas alır.

Günümüze gelene kadar sistemli bir devlet politikası olarak, halkların birbirlerine uzaklığı üzerine örülen ilişkiler ve söylemler, halklarımızın bir arada yaşamasını engelleyememiştir. Tarihi dayanakları olan halkların birlikte ve eşit yaşamı, demokratik cumhuriyetin temel dayanağını ve üzerine birlikteliğimizi inşa edeceğimiz esası oluşturur.

HDP, bütün halkların farklı kimlik ve kültürleriyle, anayasal güvence altında birlikte yaşaması, geleceğimizin ve kalıcı barışımızın sağlanması için çalışacak. Coğrafyamızdaki bütün halkların, çözüm süreci ekseninde daha da belirginleştirdiği birlikte yaşama iradesini sonuna kadar savunacak.

HDP, görüşmelerin başladığı günden şimdiye kadar, barışı halklarımıza kazandırma yaklaşımını sürdürmüştür ve barışı Türkiye halklarına kazandıracaktır. Bu ilkesel tutum kararlılıkla devam edecek, siyasi baskı ve zorlanmalar karşısında da bu tutumdan asla taviz verilmeyecek. Bu ilkeli ve kararlı tutum, başta Kürt sorunu olmak üzere, Türkiye’deki tüm demokrasi sorunları çözülene kadar devam edecek.

Partimiz, her koşuda silahsız çözüm ve demokratik siyaseti savunacak.
Savaşın zararlarının saptanması, savaş yüzünden yerinden edilenlerin geri dönüşü ve ekonomik açıdan desteklenmesi, tahrip edilen yaşam alanlarının ve mayınlanan tarım arazilerinin iyileştirilmesi, zararların telafisi ve tazmini sağlanacak.

EŞİTLİKÇİ, ÖZGÜRLÜKÇÜ, BARIŞÇIL DIŞ POLİTİKA

HDP, başta Ortadoğu olmak üzere, tüm dünya halklarının kendi siyasi geleceklerini özgürce belirlemeleri ve halkların kendi kendilerini yönetecekleri demokratik, eşitlikçi ve özgürlükçü bir yönetim anlayışını geliştirmeleri ve uygulamaları için çalışacak.

Suriye’deki iç savaşın sona erdirilmesi, halkların kardeşliğine ve eşitliğine dayalı bir çözümün ortaya çıkarılması için çaba harcayacak. Cihatçı unsurların bölgeye geçerken Türkiye’yi köprü olarak kullanmasını kesin olarak engelleyecek önlemleri alacak.

İsrail hükümetlerinin katliamcı, işgalci politikalarına karşı duracak. Filistin’in işgaline son verilmesine ve Filistin halkının kendi siyasi geleceğini belirlemesine imkân sağlayacak bağımsız devlet kurma hakkının tanınması için gerekli desteği verecek, uygulanan baskı ve zulme karşı Filistin halkının yanında olmaya devam edecek.

Ortadoğu’da emperyalistler tarafından çizilmiş yapay sınırlarla kendini bağlamayacak, halklar arasındaki ekonomik, sosyal ve kültürel bağların güçlendirilmesi için ve ilişkileri perdeleyen bürokratik engellerin ortadan kaldırılması için çalışacak.

Kıbrıslı Türk ve Rum halklarının Ada’nın bölünmüşlüğüne son vermek için ortaya koydukları çözüm önerilerini ve çabalarını desteklemeye devam edecek.

Ermenistan üzerinde uygulanan ekonomik ambargoyu kaldıracak, gerekli ekonomik, politik ve diplomatik ilişkileri geliştirecek ve Ermeni halkıyla dostluk köprülerini kuracak. Türkiye tarafından tek taraflı kapatılan Türkiye-Ermenistan sınırı koşulsuz olarak açılacak. Ermenistan ile Azerbaycan arasındaki Karabağ sorununda çözüm çabaları destekleyecek.
Avrupa Birliği’nin insan haklarına riayet, yerel demokrasi, güçler ayrılığı, hukukun üstünlüğü gibi ön plana çıkardığı ilkeleri savunmaya devam edecek. AB’yle müzakere tam üyelik çalışmaları ilkelerimiz çerçevesinde ele alacak.

Halkların ve emeğin yapay sınırlarla ayrılmasına karşı, dünya halkları ile emekten, özgürlükten ve demokrasiden yana tüm kesimlerle ilişki geliştirecek.

Emperyalist müdahalelere ortak olmak, destek vermek, başka ülkelere karşı müdahalede bulunmak gibi politikalara karşı çıkmaya devam edecek.
Avrupa ve dünya genelinde ırkçılık, anti-semitizm, insan ticareti (kadın, çocuk, emek sömürüsü), göçmenlik sorunları, uluslararası uyuşturucu ticareti, yerinden edilme, yabancı düşmanlığı, islamofobi ve benzeri insanlık değerlerini ilgilendiren sorunlara yönelik çözümlerin geliştirilmesi amacıyla gerekli işbirliğini yapacak.

İNSAN HAKLARI

CEZAEVLERİ

Herkesin nerede olursa olsun yaşam hakkının devlet güvencesi altında olması gerekirken siyasi tutsaklar, devletin cezaevlerinde peş peşe yaşamını yitiriyor.

Cezaevlerinde bulunan 10 bini aşkın siyasi tutsağa “rehine” muamelesi yapılıyor.

Cezaevlerinde çocuklara yapılan taciz, tecavüz ve kötü muamele açığa çıkmışken, hiçbir köklü ve kalıcı önlem alınmıyor.

Hasta tutsaklar derhal serbest bırakılacak, dışarıda tedavi edilebilmeleri için tam teşekküllü devlet hastanesinden alınacak raporlar yeterli görülecek.

Cezaevlerindeki tecrit uygulamasına, temel hakların kısıtlanmasına ve idari baskılara son verilecek, Ceza ve İnfaz Yasası kökten değiştirilerek cezaevleri yeniden yapılandırılacak. Cezaevi idarelerine verilen “infaz yakma” yetkisi kaldırılacak.

Nefret suçları ile insanlığa karşı işlenmiş suçlar dışında, hiç kimse politik görüşleri ve eylemi nedeniyle suçlanmayacak, “politik suçlar” suç kategorisi olmaktan çıkarılacak.

Demokratik ve özgürlükçü bir anayasa hazırlanıncaya kadar, ivedilikle Terörle Mücadele Yasası ve 2911 sayılı yasa ve Polis Vazife ve Salahiyet Kanunu kaldırılacak, Temel Ceza Yasası’nda gerekli demokratik değişiklikler yapılacak.

Çocuk cezaevleri kapatılacak. Suça itilmiş çocuklar için çocuk destek ve eğitim merkezleri açılacak.

Cezaevleri sivil denetime açılacak.

Bütün cezaevlerindeki uygulamalar insan onuruna yakışır şekilde olacak.

GEÇMİŞ VE HAKİKATLERLE YÜZLEŞME

HDP, tarihte yaşanmış soykırımlar, katliamlar, infazlar, kayıplar ve benzeri uygulamaların araştırılması ve hakikatlerin gün ışığına çıkarılması amacıyla “Hakikat Komisyonları”nın ivedilikle kurulması için gerekli çalışmaları yapacak.

Hakikat Komisyonları, yaşananlarla hesaplaşma ve tarihsel yüzleşme platformu olacak. Yaşananların resmi düzeyde tanınması ve kabul edilmesi anlamına da gelecek Hakikat Komisyonları, parlamento üyelerinin, izleme heyetinin, ilgili meslek örgütlerinin, insan hakları savunucularının ve bu alanda mücadele edenlerin katkısıyla oluşturulacak. Komisyonların oluşumunda kadınların eşit katılımı esas alınacak.

ZORLA YERİNDEN EDİLENLER VE ZORUNLU GÖÇ

Bugüne kadar zorla yerinden edilmeler nedeniyle, devlet veya yerleşik kişiler tarafından işgal edilen tüm mülkler, sahiplerine iade edilecek.
Köylerine geri dönmek isteyenlere onarım ve altyapı çalışmaları dahil destek sağlanacak.

Bir savaş yöntemi olarak coğrafyamıza yerleştirilen mayınların ve savaş atıklarının Ottowa Sözleşmesi gereğince temizlenmesi, mayınlı arazilerin tarımsal üretim yapmak üzere kullanıma açılması sağlanacak.
Güvenlik nedeniyle yapılan sınır barajları ve HES projeleri ile kentsel dönüşümün neden olduğu yeni zorla göç ettirme politikalarından vazgeçilecek.

Kentten köye geri dönüş teşvik edilecek. Dönüş yapanların üretime katılmaları için maddi destek sunulacak.

KORUCULUK SİSTEMİ KALDIRILACAK

Koruculuk sistemi lağvedilerek suça bulaşmış olanların yargılanması sağlanacak. Bu gruplar tarafından el konulan mülklerin iadesiyle sebep oldukları zararın tazmini sağlanacak.

Suça karışmamış eski korucuların silah kullanmayacakları ve güvenlik sektörü dışında olan işlerde istihdamı sağlanacak. Bu kişilerin özlük hakları korunacak. Devletin özel savaş aygıtlarının ve paramiliter grupların, HES ve baraj güvenliği gerekçesiyle güvenlik kuvvetleri olarak işe alımlarına son verilecek.

VİCDANİ RET HAKKI

Türkiye’nin imzasının bulunduğu uluslararası sözleşmeler, AİHM kararları ve aynı zamanda inanç ve vicdan özgürlüğü hakkını söz konusu eden Türkiye anayasası vicdani ret hakkının yasalaştırılmasını gerekli kılar. HDP, eline silah almak istemeyen, militarizme karşı olan gençlerin zorunlu askerlik yapmama hakkını güvence altına alacak.

Vicdani ret hakkının yanı sıra, gençlerin askerlik yerine kamu hizmeti yapabilmeleri için gerekli yasal düzenlemeleri hayata geçirecek.

NEFRET SUÇLARI

Nefret söyleminin temelinde önyargılar, ırkçılık, yabancı düşmanlığı, her türlü ayrımcılık, cinsiyetçilik ve homofobi yatar. HDP, insanların nefret söylemiyle damgalanmasına, suç algısı ve düşmanlık yaratılmasına karşı duracak, nefret suçlarının cezalandırılması için çalışacak.

HALKLARA EŞİTLİK, İNANÇLARA ÖZGÜRLÜK

HDP, din, mezhep, felsefi görüş ayrımı yapmaksızın, tüm halkların ve inançların kendilerini özgürce ifade etme haklarını savunur. Hiçbir baskıya maruz kalmaksızın farklılıklarıyla birlikte kendi varlığını korumasını, geliştirmesini, eşit ve özgür yurttaşlık hukuku içerisinde istediği gibi yaşamasını temel bir ilke olarak kabul eder. İnanan veya inanmayan herkesin inanç ve vicdan özgürlüğünü benimser. Özcesi HDP, özgürlükçü laiklik anlayışını kararlılıkla savunur.

HDP, tarihte farklı halklara yapılan soykırım ve katliamlar karşısında, bu halklardan devlet adına özür dilenmesi için gerekli çalışmaları yapacak, bir halkın diğerine üstünlüğünü empoze eden ırkçı, şoven ve milliyetçi politikalar karşısında eşitlikçi, özgürlükçü ve demokratik bir perspektifi geliştirmek için çalışacak.

Farklı din ve inanca sahip olan ya da her hangi bir dini inancı olmayan yurttaşların inanç ve vicdan özgürlüğünü eşit yurttaşlık temelinde anayasal güvenceye kavuşturacak.

Zorunlu din dersi uygulamasına son verilerek, her bir öğrencinin kendi inancı doğrultusunda seçmeli olarak ders ve eğitim alma hakkı gözetilecek. Sivil din eğitimi tümüyle serbest olacak.

Diyanet İşleri Başkanlığı kaldırılarak, devletin din ve inanç alanından elini çekmesi sağlanacak, din ve inanç işleri topluma, inanç sahiplerine bırakılacak. İnanç topluluklarının örgütlenme özgürlüğünün önündeki engeller kaldırılacak, kendi inançlarını istedikleri gibi yaşayabilecekleri koşullar yaratılacak. Diyanet işleri çalışanlarının özlük hakları korunacak.

Başta cemevleri olmak üzere, Aleviler’in bütün ibadet mekânları “ibadethane” olarak tanınacak. Kapatılmış dergâh ve benzeri ibadet mekânlarının önündeki engeller kaldırılacak, bu konuda yerel yönetimlere inisiyatif tanınacak.

Devlet tarafından el konulmuş vakıf malları ve taşınmazlar iade edilecek, benzer uygulamalara son verilecek ve devletin tasarrufundan doğan maddi zararlar tazmin edilecek.

Dini inançların gereği olarak tercih edilen kılık ve kıyafete hiçbir alanda müdahale edilmeyecek.

KADINLAR, HAYAL EDELİM ÇÜNKÜ HAYALLERİMİZİ GERÇEKLEŞTİREBİLİRİZ

Kadınlar için bir Türkiye hayal edelim. Hayal edelim, çünkü hayallerimizi gerçekleştirebiliriz. Kadınlar olarak dünyanın yarısıyız. Birlikte mücadele edeceğiz ve hayal ettiğimiz yeni yaşamı birlikte kuracağız.

Bedenimiz, kimliğimiz, emeğimiz bizim diyerek haykırabildiğimiz;
Düşüncelerimizi, inançlarımızı özgürce ifade edebildiğimiz;
Başörtümüze de, etek boyumuza da kendimiz karar verebildiğimiz;
İstediğimiz okulda okuyabildiğimiz;

İstediğimiz mesleği seçtiğimiz;

Eşdeğer işe eşit ücret alabildiğimiz;

Hakkımız olan ücreti ve sosyal desteği elde edebildiğimiz;

Hayatın her alanında, siyasette istediğimiz an istediğimiz gibi var olabildiğimiz;

Evimizi, köyümüzü terk etmeden, istediğimiz yaşam alanını seçebildiğimiz;
Anadilimizde eğitim görebildiğimiz;

Savaşın ve şiddetin olmadığı;

Şiddet görmediğimiz, kadına yönelik şiddetin daha gerçekleşmeden, tehdit ve fiziki şiddete yeltenme aşamasında ciddi bir suç sayılıp, ağır şekilde cezalandırıldığı;

Şiddet uygulayanları indirimsiz, ayrımcı olmadan yargılayan mahkemelerin olduğu;

Hiçbir yerde tacize uğramadığımız, sokaklarda özgürce dolaşabildiğimiz;
Erkek ve devlet şiddetiyle öldürülmediğimiz;

Dünyanın bütün kirli çamaşırlarını, bütün kirli bulaşıklarını bizim yıkamadığımız;

Bütün dünyayı kendi emeğimizle doyurmak zorunda kalmadığımız;
Ortak yaşam alanlarında ev içi çalışmanın da, çocuk, yaşlı ve hasta bakımının da ortaklaştırıldığı;

Çocuk doğurup doğurmayacağımıza, kaç çocuk doğuracağımıza, nasıl doğum yapacağımıza kendimizin karar verdiği;

Çocukların yemyeşil parklarda koşuşturduğu, her mahallede güvenle kalabilecekleri ücretsiz kreşlerin olduğu;

Meclis’in yarısının kadın olduğu, kadın vekillerin kadın mücadelesini temsil ettiği;

Başta erkek egemenliği olmak üzere, hiçbir egemenliğe tabi olmadığımız bir Türkiye, bir yeni yaşam hayal ediyoruz. Kadınlar olarak tüm barajları; seçim barajını da, erkek barajını da yıkacağız, yeni bir yaşamı ilmek ilmek öreceğiz.

Biz’ler, kadınlarla ilgili tüm sorunlara doğrudan kadınların ve kadın kurumlarının çözüm geliştirdiği “Kadın Bakanlığı”nı kuracağız.
Bu çağrımız bütün kadınlara, gelin birlikte gerçekleştirelim:
Ataerkil toplum yapısını, eril zihniyeti dönüştürmek için birlikte mücadele edeceğiz.

Kadına yönelen şiddeti ortadan kaldıracak her türlü önlemi alacağız.
Kadın yaşamdır, yaşamın katledilmesine izin vermeyeceğiz, öz savunmamızı örgütleyeceğiz.

Kadın sığınma evi ve özgür yaşam alanlarının sayısını artıracağız.

Engelli kadınlara engelsiz özgür yaşamı birlikte kuracağız.

Eğitimde ayrımcılığa ve cinsiyetçiliğe son vereceğiz.

Ekolojik ve kadın merkezli bir yaşamı birlikte kuracağız.

Kadınlara eşit, parasız, ulaşılabilir, nitelikli ve anadilinde sağlık hizmeti sağlayacağız.

Sporda cinsiyetçiliğe son vereceğiz.

“Kadınlar çözüm ve müzakere sürecinde taraftır” diyerek barışı birlikte inşa edeceğiz.

Kadın eksenli yeni anayasayı birlikte yapacağız.

8 Mart’ı resmi tatil ilan edeceğiz.

Savaşa entegre bütçe değil, toplumsal cinsiyete duyarlı bütçe yapacağız.
Bakım emeği sadece kadınların sırtına yüklenemez! Ev işleri, bakım emeğini toplumsallaştıracak, ev içi yükü kadın erkek arasında paylaştıracak yeni bir yaşam kuracağız.

Ev işçisi kadınlar iş yasası kapsamına alınacak, ev işçilerine sosyal güvence için teşvik verilmesi sağlanacak. Toplumsal cinsiyet eşitliğine hizmet eden sosyal destek mekanizmaları yaratacak, eşi vefat etmiş/boşanmış olan kadınlara ücret desteği vereceğiz.

Kadın istihdamını artırılacak, işsizliği azaltacak, çalışma yaşamındaki cinsiyetçiliğe, ayrımcılığa, eşitsizliklere son vereceğiz.

Mevsimlik kadın işçilerin çalışma ve barınma koşullarını iyileştirecek, mevsimlik gezici işçilere bulundukları yerde iş olanakları yaratacağız.

EŞİTLİK VE ÖZGÜRLÜĞÜN YEŞERDİĞİ YENİ BİR YAŞAMI GENÇLER KURACAK

Zorla koşullarda çalışan, okuyan, çalışma yaşamının dışına itilen, ötekileştirilen ama tüm bunlara rağmen yaşamın umudunu büyüten; Gezi’de, Kobâne’de direnen, Rojava’da devrimsel bir sürecin inşasında rol alan, dünyanın dört bir yanında egemenlerin dayattığı politikalara karşı koyan gençlerin mücadelesi ile yeni yaşam çağrısı büyüyor. Gençlerin isyanı, yeni siyasi dili, demokratik siyasal kültürü, özgürlükçü tutumu yeni yaşam siyasetimizi ülke siyasetinin gerçek alternatifi haline getirebilecek ve yeni yaşamı örgütleyecek potansiyeli taşıyor.

Gençlerin hayatları üzerinde karar ve denetim sahibi olmaya çalışan iktidar mekanizmalarına, yetişkinlerin gençler adına konuştuğu, onlar için düşündüğü ve tasarladığı politikalar karşısında partimiz, gençlerin özgürleşme isteğini her yerde yükseltecek, eşit ve özgür yurttaşlar olabilmeleri için mücadele edecek.

Tüm gençlik kesimlerinin haklarına kavuşması, eğitim, sağlık, beslenme, barınma, ulaşım, spor, sosyal ve kültürel gelişim gereksinimlerinin nitelikli ve parasız olarak karşılanması bir “gençlik hakkı”dır. Partimiz, bu hakkın hayat bulmasını sağlayacak.

15-25 yaş arası istisnasız tüm gençlere, her ay 200 TL iletişim ve ulaşımdesteği sağlayacak, “Genç Yaşam Kartı” uygulamasını hayata geçireceğiz. Gençler, ülkenin her yerinde geçerli olacak bu kart ile müzelerden ücretsiz, sosyal ve kültürel etkinliklerden indirimli yararlanacak.

Tüm gençlerin vize ve pasaport işlemlerinin ücretsiz bir şekilde yapılması sağlanacak.

Yaşam alanları betonlaştırılan, belli bir yaşam tarzına zorlanan, varlıklarıyla “tuhaf”‘ bulunan gençlerin anadiliyle, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliğiyle, inancıyla ve kültürüyle bir arada, özgürce yaşaması önündeki engeller kaldırılacak.

Eşitlikçi, parasız, nitelikli, özgürlükçü, laik ve anadilinde bilimsel eğitimi savunuyoruz. Partimiz, öğrencilerin okul yönetimlerinin karar mekanizmalarında yer almasını sağlayacak.

Eğitimin niteliğini artıracak araç ve gereçler tüm okullara eşit bir biçimde sağlanacak, ders materyalleri çok dilli ve ücretsiz bir şekilde, doğal bir hak olarak öğrencilere ulaştırılacak.

ÖZERK VE DEMOKRATİK ÜNİVERSİTE; CİNSİYET EŞİTLİKÇİ, ENGELSİZ KAMPÜSLER

Partimiz özgür düşüncenin, akademik üretimin, insan ve doğa yararına bilimsel çalışmaların geliştirilmesini ve çoğaltılmasını sağlayacak. Üniversitelerin özgür, demokratik yapılanmasını, eğitim, öğretim ve idari özerkliğini hayata geçirecek. YÖK’ün yerine üniversiteler arası ilişki ve bilgi akışını sağlayacak bir koordinasyon kurulu oluşturulacak.

Kampüs içerisinde yurt, çamaşırhane, kütüphane, kültür merkezi, spor salonu gibi yaşam alanlarında üniversite yaşayanları için ücretsiz hizmet sunulacak. Burs ve katkı payı ödemeleri bütün öğrencilere karşılıksız verilecek ve burs miktarları artırılacak. İkinci öğretimdeki katkı payları ve öğrenim ücretleri kaldırılacak. Homofobi, transfobi ve bifobiden arınmış cinsiyetsiz ve engelsiz kampüsler kurulacak.

GENÇLERE HAYATIN HER ALANINDA EŞİT SÖZ VE KARAR HAKKI

HDP, gençlerin söz, yetki, karar ve katılım hakkı için örgütlenmelerinin önündeki engelleri kaldıracak, bu çerçevede oy verme ve siyasete katılma yaşını 16’ya, seçilme yaşını 18’e indirecek.

Gençlik politikaları, merkezi olarak Gençlik ve Spor Bakanlığı tarafından değil, yerel yönetimler ve yerel ağlar aracılığıyla doğrudan gençlerin kendileri tarafından belirlenecek.

HDP, demokratik özerk yönetimlerde tüm gençlik kesimlerinin içinde yer aldığı ve sorunlarının çözümü için çalışabileceği “Gençlik Meclisler”i modelini uygulayacak. Gençlik Meclisleri, yerinden yönetim modelini geliştirerek yerel demokrasiyi güçlendirecek.

Türkiye’de işsizlik sorunuyla en çok boğuşan kesim gençlerdir. Partimiz gençlerin çalışma hakkını güvence altına alarak istihdamını sağlayacak çözümler geliştirecek. Güvencesiz çalışma koşullarını sonlandıracak, iş hayatındaki yaş ve tecrübe hiyerarşisinin sebep olduğu eşitsizliği ortadan kaldıracak.

Gençler için internet erişimi temel bir haktır. Partimiz sansürsüz, ücretsiz ve özgür internet erişimini gençlere sağlayacak.

LGBTİ’LERİN EŞİT, ÖZGÜR VE ONURLU YAŞAM HAKKI

Partimiz cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği çeşitliliğini inkâr eden, görmezden gelen ve hâkim olan heteroseksizm üzerinde yükselen düzene karşı cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli ayrımcılık ve baskıyı ortadan kaldırarak LGBTİ’lerin eşit ve onurlu yaşam sürdürebilmelerini sağlayacak.

Türkiye halklarını ve bu coğrafyada yaşayan tüm farklılıkları tanıyan yeni bir anayasa, LGBTİ’lerin eşitliğini tesis etmek için de elzemdir. HDP, LGBTİ’lerin tanınma sorununu önemli bir problem olarak görerek eşit yurttaşlığı anayasal güvence altına alacak adımları gerçekleştirecek ve bununla birlikte homofobik ve transfobik toplumsal kültürün dönüşümü yönünde yürütülen mücadeleyi geliştirecek.

LGBTİ’lerin kendilerine dair söz ve karar sahibi oldukları, örgütlü ve bireysel olarak idari ve siyasi karar mekanizmalarında doğrudan temsil edilebildikleri yerel ve merkezi yönetim yapılanmaları oluşturulacak.
Eğitim, sağlık, istihdam, barınma gibi alanlar başta olmak üzere, tüm yasal mevzuatı LGBTİ’lerin eşit yurttaşlar olduğu kabulü ve saldırılara karşı korunması ilkesiyle kapsamlı biçimde düzenleyerek sosyal eşitsizlikleri giderecek sosyal politikalar hayata geçirilecek.
LGBTİ’lere yönelik ayrımcılık ve şiddete yönelik ulaşılabilir ve sonuç alıcı mekanizmalar oluşturulacak.

EKONOMİ

HDP İLE GÜVENCELİ YAŞAMA

HDP, dayanışmacı, halkın iradesiyle kararların alındığı, toplumsal ihtiyaçları karşılamayı ve ekosistemi korumayı esas alan ekonomi politikalarını hayata geçirecek.

HDP, toplumla beraber, eşitlikçi, paylaşımcı, cinsiyet eşitlikçi, ekolojik bir Güvence Ekonomisi inşa edecek. Güvence ekonomisinin önceliği sağlıklı büyüme olacak.

Temel perspektifimiz, tüm değerleri üreten, ancak ürettikleri üzerinde söz ve denetim hakkı bulunmayan emekçilerin ekonomik ilişkiler üzerindeki denetimini artırmaktır.

GÜVENCELİ YAŞAM EKONOMİSİ

Temel Güvence Paketi ile; her eve ayda 10 m3su, ayda 180kW/h elektrik ücretsiz verilecek, ısınma desteği sağlanacak. Mülkü olmayan kiracılara 250 TL kira desteği verilecek.

18 yaşına kadar çocuk ve gençlere, engellilere ve emeklilere toplu taşıma ücretsiz olacak. Kamusal toplu taşıma, ülke genelinde kâr amacı gütmeyecek şekilde yaygın bir hizmet olarak sağlanacak.

Yerel yönetimlerin de sunduğu bu kamusal hizmetler merkezi bütçe tarafından finanse edilecek. Tüketim kotalarının üzerindeki kullanımlar ücretlendirilecek. Maliyetler vergi sistemindeki düzenlemeler sonrasında toplumun üst sınıflarından yapılacak kaynak transferi ile sağlanacak.
Borçlandırma değil reel gelir artışı ile geleceğin güvence altına alınması için; büyüme oranları refah payı olarak ücret artışlarına yansıtılacak. Kredi kartı borçları, borçlular lehine yapılandırılacak. Kredi kartı faiz oranları düşürülecek.

Güvenceli yaşamın finansmanı vergi adaletinden geçer. Artan oranlı gelir vergisi tarifesi yeniden düzenlenecek. Az kazanandan az, çok kazanandan çok vergi alınacak. Dolaylı vergilerin (ÖTV, KDV, ÖİV) vergi gelirleri içindeki payı düşürülerek emekçilerin üzerindeki vergi yükü azaltılacak.
Bütçe disiplini ve denetimi sayesinde kamu kaynaklarının israf edilmesine son verilecek.

Köy/kır/kent kooperatifleri ve işçi/emekçi özyönetiminde işletmeler ile dayanışma ekonomisi desteklenerek, kamu destekli bir toplumsal sektör geliştirilecek. Yerel yönetimler tarafından oluşturulacak işletmelerin “özyönetime” dayalı kooperatifler biçiminde örgütlenmesi sağlanacak.
Kamu ihaleleri toplumsal denetime açılacak, toplumun kaynaklarının yolsuzluk ekonomisine akışı durdurulacak.

Ataerkil sistem karşısında kadın ekonomik olarak güçlendirilecek. Ev içi emeği sosyal güvenlik içine alınacak, ücretsiz ev işçileri olan “ev kadınlarına” emeklilik hakkı sağlanacak. Kadın istihdamının artırılması için gerekli düzenlemeler yapılacak.

İşyerinde güvenli yaşam tesis edilecek. Sermaye iktidarları tarafından engellenen ve baskılanan sendikal örgütlenme hakkı güvence altına alınacak, bütün işyerlerinde uygulanacak.

İşçilerin ve sendikaların denetiminde, güvenceli iş ve güvenli çalışma ile iş cinayetlerine son verilecek.

Yoksulluk yalnızca gelir yetersizliği değil eğitime, sağlığa, diğer yaşam haklarına da erişememektir. Yoksullukla mücadele edilecek. Kökeni, dili, dini, inancı, cinsiyeti, bedensel, zihinsel ve ruhsal sağlık durumu, yaşı, cinsel yönelimi, bedensel özellikleri ne olursa olsun hiçbir yurttaş evsiz, aç, bir gün sonra ne yiyeceğini bilemeyen, bakıma muhtaç bırakılmayacak.

Sosyal güvenlik sigortası olmayan yurttaş kalmayacak. İşsiz, yaşlı, engelli, eşinden ayrılmış/kaybetmiş, yetim, öksüz, iş kazası geçirmiş, bakıma ve korunmaya muhtaç her yurttaş sosyal güvenlik sistemi dahilinde tanımlanacak ve gerekli sosyal destek, yardım ve koruyucu hizmetler sunulacak.

Tüm yurttaşların eşit, parasız sağlık hizmetlerinden yararlanması sağlanacak.

Asgari ücret insan onuruna uygun bir düzeye çıkarılacak ve asgari ücretten vergi alınmayacak.

İstihdam odaklı yeni yaşam atölyeleriyle iş garantili mesleki eğitim ve meslek edindirme programları hayata geçirilecek.

Özelleştirmeler durdurulacak, KİT’lerdeki mevcut bürokratik işleyiş demokratikleştirilecek, işçilerin ve sendikaların üretim üzerinde söz hakkı sahibi olması sağlanacak.

Merkezi ve yerinden/yerelden yönetimler ölçeğinde sivil, siyasal, ekonomik, sosyal hak ve özgürlüklerin yaşamsal kılınması için gerekli ve yeterli düzeyde nitelikli ve ulaşılabilir kamu hizmeti üretilecek.
İşsizlik Fonu amacına uygun olarak kullanılacak.

Kamu sosyal transferleri için ayrılan kaynaklar artırılacak.
Para politikalarımızın önceliği, istihdam artışını hedefleyen emekten yana bir ekonominin inşası olacak.

Savunma/güvenlik harcamaları azaltılacak ve etkin bir biçimde halkın denetimine tabi tutulacak. Savunma Sanayi Fonu bütçeye katılarak denetime açık hale getirilecek. Örtülü ödenek kaldırılacak.

Mali kaynakların dağıtılmasında bölgesel eşitsizliklerin giderilmesi esas alınacak, yerel yönetimlere aktarılan kaynaklar artırılacak.

Esnafların vergi yükü azaltacağız. Borçlarını esnaflarımız lehine yapılandıracağız. Şehir merkezlerine yeni AVM ruhsatı vermeyeceğiz. .

KOBİ’lere sektörel planlama çerçevesinde sıfır faizli finansman desteği sağlayacağız. nacaktır. KOBİ’leri haksız rekabete karşı koruyacak önlemler alacağız.

Tüm teşvik ve destek sistemi, üretimin sağlıklı gelişimini ve istihdam artışını hedefleyecek.

TARIMDA KENDİNE YETERLİLİK

HDP, bitme noktasına getirilen tarımı yeniden ayağa kaldıracak, geçimlik tarımı destekleyerek Türkiye’nin yeniden tarımda kendisine yeterli hale gelmesini sağlayacak. Türkiye halklarına yeterli, sağlıklı gıdanın sağlanması ekonominin en önemli öncelikleri arasında yer alacak.
HDP iktidarında köyler canlı birer yaşam ve üretim merkezi haline getirilecek.

HDP, çiftçilerin kurdukları ve kuracakları üretici köylü sendikalarını destekleyecek. Kooperatifler bağımsız ve demokratik yapılar haline getirilecek, Kooperatifler Yasası geçimlik tarımdan yana olacak biçimde yeniden düzenlenecek.

HDP, tarım işçilerinin tamamını iş yasası ve sosyal güvence kapsamına alacak.

Küçük çiftçiler için üretim girdilerinden kullandıkları mazottan ve gübreden vergi alınmayacak.

Su ve elektrik küçük çiftçilere ücretsiz verilecek. Üretici küçük köylülerin elektrik borçları silinecek.

Hayvan yetiştiricilerinin ücretsiz yem alanı olan mera, otlak ve yaylaklar koruma altına alınacak, yeniden ortak varlık olarak köylere verilecek.

Sağlıklı gıda haktır. Gıda üretimi, işlemesi ve ithalinde, genetik olarak değiştirilmiş unsurlar (GDO) yasaklanacak.

Tarım toprakları korunacak, amaç dışı kullanılamayacak, kirletilemeyecek.

Mayınlı araziler temizlenerek geçimlik tarıma açılacak. Uygun hazine arazileri de topraksız köylülere geçimlik tarım amacıyla dağıtılacak.

Bugün ucuz emek işgücüne dönüşmüş olan topraksız köylülerin ya da yerlerinden edilmiş yurttaşlarımızın kendi topraklarında yaşamlarını idame ettirebilmeleri için hazine arazilerinin, eski mayınlanmış arazilerin tarımsal üretime açılması için hukuki temel oluşturulacak.

Tarım ve orman arazilerinin korunması, geliştirilmesi, kentli nüfusun da hem üretici hem tüketici olabileceği şekilde bu alanların yurttaşlar yararına sunulması yönünde politikalar üretilecek.

Et ve et ürünlerinin ithalatı yerine, hayvancılık desteklenecek ve halkımızın doğal et ve süt ürünlerini tüketmeleri için imkân sağlanacak.
Her türlü tarımsal sulama ağları eşit ve adil bir şekilde kırsal alanlarda yaşayan tüm yurttaşların hizmetine sunulacak.

Her yurttaşın doğduğu yerde doyması perspektifinden hareketle mevsimlik tarım işçiliğini doğuran nedenler ortadan kaldırılacak.

2B tarım arazilerinin ranta açılma sürecine son verilecek, 2B tarım arazilerinin geçimlik tarım amaçlı kullanılması temin edilecek.

YAŞANASI KENTLER, SAĞLIKLI KONUTLAR

Kenti kolektif bir hak olarak gören HDP, kentlerin demokratik yönetimle ve halk meclisleriyle ekolojik bir anlayış gözetilerek yönetilmesini savunur.

Kentlerin meydanları, parkları, koruları ve kıyıları korunacak ortak alanlarımızdır. Bu alanların kamusal, doğal niteliğini ve kültürel dokusunu bozacak hiçbir çılgın ve doğayı tahrip edici projelere, uygulamalara; sermaye projelerinin kent kimliğini oluşturan tarihi mekânları, ormanlar gibi doğal alanları yok etmesine, ekolojik yıkıma yol açmasına izin verilmeyecek. Başlatılmış olan projeler durdurulacak.

Kent mekânı içinde ve çevresinde var olan yaşam alanlarının ranta ve sermaye birikimine açılma projelerine karşı çıkarken, gerekli görüldüğünde, yerel yönetimler ve mutlaka halkın vereceği kararla, ekosistemi koruyarak, barınma hakkını temel alan yerinde dönüşüm hayata geçirilecek.

HDP, her bireyin, barış içinde ve onurlu bir şekilde yaşayabileceği güvenli ve korunaklı konutu temel bir hak olarak görür. Sosyal konut üreterek sağlıklı ve güvenli barınma hakkı güvence altına alınacak.

İNSAN ODAKLI ULAŞIM

HDP, gerek kentsel gerekse kırsal alanlarda ulaşım politikalarını insan ve toplum odaklı olarak belirler.

Toplu taşıma sistemlerinin her düzeyde geliştirilmesiyle toplumsal ulaşım hakkı sağlanacak.

Kentlerde deniz ve demiryolu ağırlıklı toplu taşıma yatırımları yapılacak. Bireysel taşıt yerine toplu taşıma kullanımı teşvik edilecek. Çalışanlara, öğrencilere, emeklilere toplu taşıma ücretsiz olacak.

Köy-kent ulaşım entegrasyonu sağlanarak köyler yaşanabilir kılınacak, kentlere yığılma önlenecek.

Kentler kadın, engelli, çocuk ve yaşlıların ihtiyaçlarına duyarlı olarak planlanacak.

EKOLOJİ

HDP, kapitalizmin doğayı, kültürel ve doğal varlıkları ve yaşamı metalaştırarak sömürmesine karşı ekosistemi korumayı ilke edinir. Yaşamı ve yaşam alanlarını korumak için verilen mücadeleyi emek ve sınıf mücadelesinden ayrı düşünmez. Kırda ve kentte, doğa ve yaşam haklarını savunma ve koruma mücadelesi verenlerin taleplerini yükseltir ve sahiplenir.

Sermaye birikimi için yapılan HES, termik, nükleer vb. enerji projelerine, ekolojik yıkıma yol açan maden işletmeciliğine, endüstriyel atık ve kirlilik sonucunda yaşam alanlarının tahribine yol açan uygulamalara son verilecek.

Kenti yağmalayan kentsel dönüşüm projeleri; tarihi, kültürel varlıkların ve ortak yaşam alanlarının gaspı; sermayenin tüm yıkıcı kır ve kent politikaları aracılığıyla su, atıksu ve katı atık gibi çevresel hizmetlerin özelleştirilmesi ve piyasalaştırılması önlenecek.

Evlere ve tarlalara takılan ön ödemeli sayaçlar iptal edilecek, hane başına 10 m3 su, tarlalara geçimlik tarım için gereken su ücretsiz verilecek.

Tarım alanlarının, ormanların ve meraların endüstriyel tarımda ve sermaye projelerinde kullanılmasına izin verilmeyecek, ülkenin bütün bölgelerinde süren ve ekolojik dengenin yıkımına yol açan projeler iptal edilecek. Bu projeler için tahrip edilen orman alanları yapılaşmaya açılmayacak.

Enerjinin yerel halkın ihtiyacı için, yerinde üretilmesi sağlanacak ve bu amaçlı projeler desteklenecek, yenilenebilir enerjiye öncelik verilecek.

Nükleere ve radyoaktiviteye dayalı üretim ve yeniden dönüşüm yapılanmasına, tarım alanlarının, meraların, ormanların, kıyıların nükleer atık sahası olmasına izin verilmeyecek.

Su kullanım hakkı anlaşmaları iptal edilecek.

HAYVANLARIN HAKLARI VAR

HDP, tüm canlıların yaşam hakkını savunur.

Hayvanların, ticari amaçlı deneylerde kullanılması önlenecek.
Hayvanların sirk ve sokak tanıtımı vb. her türlü gösteri amaçlı etkinliklerde kullanılmasına son verilecek.

Hayvanların itlaf edilmesini, kürkleri ve varlıkları ile sermaye birikiminin parçası haline getirilmesini sağlayan düzenlemeler ve yasalar iptal edilecek.

Hayvan toplama kampları kaldırılacak.

GÜVENLİ İŞ, GÜVENCELİ GELECEK, İNSANCA YAŞAM

Üretim sürecinde esneklik, güvencesizlik, taşeronluk temel istihdam politikaları olarak öne çıkmış, işsizlik büyümüştür. HDP, insana yaraşır güvenceli işi ve güvenli geleceği her emekçinin hakkı olarak görür.
Güvencesiz çalışmaya son verilecek.

Emek, sermayenin baskılarına karşı korunacak. İnsanca yaşanacak, emekliliğe yansıyacak adil bir ücret sistemi getirilecek, mevcut esnek ve güvencesiz çalışma biçimlerine son verilecek.

Sigortasız ve sendikasız çalıştırma önlenecek, kayıt dışı ekonomi kayıt altına alınacak.

Özel istihdam büroları kapatılacak ve kiralık işçi uygulamalarına son verilecek.

TAŞERON SİSTEMİ KALDIRILACAK, EV İŞÇİLERİ İŞ YASASI KAPSAMINA ALINACAK

Taşeronluk sistemi kademeli olarak ortadan kaldırılacak. İlk etapta kamuda taşeron çalışanlar kadrolu çalışan haline getirilecek. Taşeron çalışılan döneme ait kıdem tazminatları ödenecek. Özel sektörde asıl işveren, alt işverenlerle birlikte çalışana karşı eşit ve aynı derecede sorumlu olacak. Özel istihdam büroları, kiralık işçi uygulamaları ortadan kaldırılacak.

Ev işçileri 4857 sayılı İş Kanunu ve 6331 sayılı İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu kapsamına alınacak. 10 günden az çalışanlara yapılan ayrımcılığa son verilerek, ev işçisi bir gün bile çalışsa sigorta hakkı tanınacak.

MEVSİMLİK İŞÇİLER KORUNACAK VE GÖÇMEN İŞÇİLERİN HAKLARI İYİLEŞTİRİLECEK

Mevsimlik tarım işçilerinin, örgütlenme özgürlüğü garanti altına alınacak, ‘“aracılık” uygulamasına son verilecek, her türlü ayrımcılığa karşı önlem alınacak. • Sağlıksız, trafik kurallarına ve güvenliğe aykırı koşullarda işçi taşınmasına göz yumulmayacak. • Ulaşım, barınma, beslenme, temiz su, tuvalet, ücret, çalışma saatleri, iş güvenliği, sağlık, sosyal güvence, çocukların eğitimi gibi konular sözleşmelerle belirlenecek. • ‘“Eşdeğer işe eşit ücret” uygulanması sağlanacak. • Göçmen işçilere yönelik ayrımcı ve dışlayıcı uygulamalara son verilecek.

MADENLERDE ÖLÜMLER DURDURULACAK

• Madenlerde işçi sağlığı ve güvenliği önlemleri alınana kadar üretim durdurulacak. Güvenli üretim koşulları sağlanana kadar, ücretlerin işveren tarafından ödenmesi garanti altına alınacak. Madenlerde kamu denetimi altında, çağdaş, güvenceli üretim koşulları sağlanacak. • Madencilik alanındaki yasa ve mevzuat sendikaların, odaların, üniversitelerin görüşleri alınarak yeniden düzenlenecek. • Özelleştirme, taşeronlaştırma ve rödovans uygulamasına son verilecek. KAMU EMEKÇİLERİ GÜVENCELİ OLACAK, KAMU

EMEKÇİLERİNİN HAK KAYIPLARI TELAFİ EDİLECEK

• Kamu kesimindeki istihdam rejimi değiştirilecek, sözleşmeli, taşeron vb. farklı statülerdeki güvencesiz çalışmaya son verilecek, kamu hizmetlerinin bütününde kadrolu ve güvenceli istihdam politikaları uygulanacak. • Bütün ödemeler emekli keseneğine tabi olacak. • Performansa dayalı ücret uygulaması kaldırılacak. • Kamu emekçilerinin özgür toplu sözleşme yapmasının ve grev hakkını kullanabilmesinin önündeki her türlü engel kaldırılacak. • Kamu emekçilerinin siyasal örgütlenme özgürlüğünün önü açılacak.

ÇALIŞIRKEN ÖLMEYE, HASTALANMAYA SON VERİLECEK

• İşçi sağlığı ve iş güvenliğinin olmadığı ülkeler sıralamasında Türkiye’yi Avrupa birincisi, dünya üçüncüsü yapan kölece çalışma koşullarına son verilecek, sendikalar ve işçilerin işçi sağlığı ve iş güvenliğinin esas denetleyicisi olmasının mekanizmaları kurulacak. • İşçi Sağlığı ve İş Güvenliği Konseyi oluşturulacak. • İşçi sağlığı ve iş güvenliği hakkı anayasal bir hak olarak tanınacak. “İş Sağlığı ve Güvenliği Kanunu” ve “Ceza Kanunu” başta olmak üzere, ilgili tüm mevzuat yeniden düzenlenecek. Şu anda süren cezasızlık politikasına son verilecek. • İş cinayetlerine neden olan sorumluların cinayetten yargılanmaları sağlanacak. • Taşeron sisteminin varlığına son verinceye kadar, her hangi bir iş kazasında ana firmayı da sorumlu kılacak düzenlemeler yapılacak. • İnşaatlarda taşeron sisteminin varlığına son verinceye kadar, her hangi bir iş kazasında ana firmayı da sorumlu kılacak düzenlemeler yapılacak.

ÇOCUK İŞÇİLİĞİ ÖNLENECEK, GENÇ İŞÇİLER DESTEKLENECEK

• Çocuk işçiliğine izin verilmeyecek, önlemek için gerekli tedbirler alınacak. • Genç işsizlikle etkin mücadele edilecek. İşsiz gençlerin sosyal yaşamdan dışlanmalarının önüne geçilecek, mahallelerde ve semtlerde dayanışma ağlarının geliştirilmesi, sosyal ve kültürel etkinlere dahil edilmesi için alanlar açılacak. • Gençlerin çalışma hakkı güvence altına alınacak. Güvencesiz ve düşük ücretlerle çalışma koşullarına son verilecek. • Psikolojik baskı, tehdit, taciz (mobbing), angarya, ücret eşitsizliği uygulamalarına karşı önlemler alınacak. • Stajyer ve çıraklık şeklinde kamufle edilen yeni kölelik koşullarını önleyici tedbirler alınacak.

EMEKTEN YANA ÜCRET POLİTİKASI

• Asgari ücret ilk etapta net 1.800 TL’ye çıkarılacak ve vergiden muaf tutulacak. • Asgari ücret hükümet ve işverenlerin temsilci sayısı kadar işçi temsilcilerinden oluşan bir kurulda ve toplu pazarlıkla belirlenecek. • Yıllık ücretli izin hakkı konusunda Avrupa Sosyal Şartı’na konulan çekince kaldırılacak, işçilere yıllık en az bir ay ücretli izin hakkı tanınacak. • Kıdem tazminatı hakkı korunacak ve geliştirilecek. • Kıdem tazminatı hakkından bütün işçilerin faydalanması sağlanacak, kıdem tazminatı almayı zorlaştıran hükümler yerine kolaylaştırıcı düzenlemeler getirilecek. • Kıdem tazminatının fona devredilmesine ya da 30 gün karşılığı sürenin düşürülmesine izin verilmeyecek. • İşyeri kapanan, işverenleri kaçan ya da iflas eden şirketler nedeniyle, işçilerin mağdur olması engellenecek, kıdem tazminatını alamayan işçilerin alacakları hazine güvencesine alınacak.

İŞSİZLİKLE MÜCADELE

Güvenceli iş olanağına sahip olamayan emekçiler, işsizlik baskısı altında işlerini koruyabilmek için düşük ücretlerle, kötü çalışma koşullarına rıza göstermektedir. • Kayıtsız çalışma önlenecek. • İstihdamı artırmak ve çalışanları korumak için resmi haftalık çalışma süresi ücret kaybına sebebiyet vermeden haftalık 35 saate düşürülecek. • “İşsizlik Sigorta Fonu”nun işsizlerce kullanılması kolaylaştırılacak, ödeme koşulları ve miktarları işçiler lehine yeniden düzenlenecek. • İşsizlik sigortasının devlet tarafından amaç dışı kullanılmasını engellemek için gerekli yasal düzenlemeler yapılacak. • Kriz bahanesiyle işten çıkarmalara son verilecek. • İflas eden ya da iflas gösteren işyerlerindeki işçi alacaklarının ödenmesini devlet ve banka alacaklarına göre öncelikli hale getirecek yasal düzenleme yapılacak. • İşe iade davasını kazanan işçilerin derhal işe başlatılmasını zorunlu kılan yasal düzenleme yapılacak, sendika barajı kaldırılacak. • Farklı anadil, kimlik veya kültüre sahip olanlara, kadınlara, LGBTİ’lere ve göçmenlere yönelik ayrımcılığın ortadan kaldırılması için gerekli önlemler alınacak. • Kırlardan kentlere göçü önlemeye dönük, herkesin istediği yerde refah içinde yaşamasını sağlayacak istihdam politikaları geliştirilecek. • İşsizlikle mücadele kapsamında, işsizlerin üretime katılımını özendirecek, kolektif üretim ve paylaşıma dayanan işçi yönetiminde küçük işletmeler desteklenecek. • Kâr amacı gütmeyecek, toplumsal fayda sağlayacak kooperatif gibi mekanizmaların kuruluş ve işleyişleri kolaylaştırılacak.

KADIN EMEĞİ

Cinsiyetçi işbölümünü yıkmaya geliyoruz.Toplumsal yaşamı kadın, erkek birlikte ve eşit koşullarda yeniden kuracağız, kadını güçlendireceğiz. Erkek egemen kapitalist sistem kadınların emeğini, çalışmasını yok sayıyor. Eril, cinsiyetçi işbölümüne, ayrımcılığa ve eşitsizliklere son vereceğiz. Kadınların ve erkeklerin toplumsal yaşamı birlikte ve eşit koşullarda yeniden kurmalarını sağlayacağız. İnsana yaraşır, kadın ve erkek arasında bağımlılığın değil dayanışmanın hüküm sürdüğü yeni yaşamı kuracağız. • Kadını güçlendirmenin birinci ayağı olarak; anadilinde, ücretsiz, erişilebilir, tüm mahallelerde her çocuk için 7/24 hizmet verecek kreşler, yaşlı bakım kurumları, engelli iyileştirme merkezleri sosyal devlet anlayışıyla hayata geçirilecek. Ayrıca kadın ve erkek arasında eşitlikçi görev paylaşımının sağlanması için,devredilemez ebeveyn izni gibi gerekli yasal ve kurumsal düzenlemeler yapılacak. • Kadını güçlendirmenin ikinci ayağı olarak; HDP kadınların istihdamı önündeki en önemli engel olan bakım hizmetlerini toplumsallaştırarak ve kadınların eğitime erişimlerini sağlayarak kadın istihdamını artırmakla kalmayacak, kadınların çalışma yaşamında karşılaştığı ayrımcılığa, cinsel saldırılara, mobbing’e, düşük ücret uygulamalarına da çözüm üretecek. • Ev işçileri iş yasası kapsamına alınacak, bir gün bile çalışsa, ev işçilerine ayrımsız kolay sigorta ve sosyal güvence teşviki getirilecek, geriye dönük sigorta ve diğer haklarının tespiti kolaylaştırılarak ev işçilerinin kaybolan yılları geri verilecek. • Kadını güçlendirmenin üçüncü ayağı olarak; HDP, bütün kadınları bağımsız yurttaşlar olarak sosyal güvenceye kavuşturacak. Kadınlara hak temelli destek sağlanacak. • Kadını güçlendirmenin dördüncü ayağı olarak HDP, ev içi emek, ücretsiz çalışma dikkate alınacak. “Ev kadınlarına” sosyal güvence ve emeklilik hakkı getirilecek.

SENDİKAL HAK VE ÖZGÜRLÜKLER

• İşçilerin, kamu çalışanlarının ve çalışmayla ilişkili olan herkesin (işsizlerin, emeklilerin, öğrencilerin, çiftçilerin, ev eksenli çalışanların, ücretli-ücretsiz ev işçilerinin) grevli ve topu sözleşmeli sendikal örgütlenme hakları güvence altına alınacak. • İşkolu, işyeri ve işletme barajları kaldırılacak, sendikalar arasında ayrım yaratan düzenlemelere son verilecek. • Hak grevi, dayanışma grevi, iş yavaşlatma, genel grev gibi temel hak arama biçimleri yasal güvence altına alınacak. • Çalışanın özgürce sendika seçme hakkı (referandum) yasalaşacak. • Grev ve toplu eylem hakkı bütün çalışanlar için temel bir hak arama, koruma ve geliştirme aracı olarak güvenceye alınacak. • Hükümetin grev erteleme yetkisi kaldırılacak, “milli güvenlik ve genel sağlık”’ gibi bahanelerle grev ertelemenin yolu kapatılacak. • Lokavt anayasal ve yasal bir düzenleme olmaktan çıkarılacak. • Sendika içi demokrasiyi, şeffaflığı, denetimi sağlayacak düzenlemeler yapılacak. • Sendikalar, devletin ve hükümetin müdahalelerine ve vesayetine karşı korunacak. • Profesyonel sendikacıların maaşları ortalama vasıflı işçi maaşını geçmeyecek. Seçilen yöneticiler geri çağrılabilecek. Denetim kurulları, yönetimi kazanan listeden bağımsız olacak. Grev, dayanışma ve eğitim fonları güvence altına alınacak. SOSYAL YARDIM DEĞİL SOSYAL HAK • Bütün yurttaşlar için temel yaşam ihtiyaçlarının devlet tarafından garanti altına alınması bir hak olacak. Sosyal yardımlar iktidarın bir lütfu olmaktan çıkacak, yurttaş hakkı temelli bir sosyal politika izlenecek, yerel yönetimler bu görevi üstlenecek. • Yurttaşların barınma hakkı her koşulda tanınacak, barınma sorunu yaşayan hiç kimse kalmayacak. • Sosyal yardımlar bütçe içerisinden belirlenecek. GSYH’nin %1,4’üne tekabül eden sosyal yardımların oranı AB standardı üzerine, %3’e yükseltilecek. • Yardım programları halkın denetimine açılacak, bütçesi halkla beraber yapılacak. • Sosyal yardımlar ortak norm ve standartlara göre yapılacak. Keyfiyetten ve suistimalden kurtarılacak. • Sosyal yardım almak isteyen kimse rencide edilmeyecek, yardımlar destek olarak sunulacak, yurttaşlarımız kapı kapı dolaştırılmayacak. • Kadınlara yönelik sosyal destek paketleri sosyal adalet ve eşitlik ilkesine göre, cinsiyet eşitliğini gözetir bir şekilde ve bir vatandaşlık hakkı olarak yerine getirilecek. • Sosyal desteklere, kadınların bürokratik ve aşağılayıcı uzun işlemler olmadan doğrudan başvurma yolları geliştirilecek. • Halkın hem daha ucuza yaşayabilmesi, hem de iş sahibi olabilmesi için üretim ve tüketim kooperatifleri kurulacak ve/veya desteklenecek. • Mahalle kreşleri desteklenecek, yerel yönetimler tarafından her mahallede ücretsiz kreş ve yuva açılması sağlanacak. ENGELLİLER VE BAKIMA İHTİYAÇ DUYANLAR DESTEKLENECEK

• Engelleri Kaldırma Bakanlığı kurularak, engelli yurttaşlarımızın toplumsal yaşama katılımı önündeki her türlü engel kaldırılacak. Bu bakanlık, engelli örgütlerinden oluşacak bir konseyin önerileri doğrultusunda çalışacak. • Yaşlı ve engelli yurttaşlarımıza bakım aylığı bağlanması için gelir şartı aranmayacak ve evde bakım ücretleri artırılacak. Sadece akrabaların bakıcı olması şartı ortadan kaldırılacak. • Bakıcıların tüm primleri devlet tarafından karşılanacak şekilde sigortalı olmaları sağlanacak. • Bakıma ihtiyaç duyan, ama kendi başına bağımsız yaşamak isteyen engelli bireyler için her ilçede bakım evleri kurulacak. • Tüm toplu taşıma araçları engellilerin kullanımına uygun hale getirilecek ve engelliler için ücretsiz yapılacak. • Bakıma ihtiyaç duyan kişilerin evlerine ayda iki defa temizlik hizmeti götürülecek. • Bakıma ihtiyaç duyan kişilerin sağlık ihtiyaçlarının düzenli olarak yaşadıkları mekânda gerçekleştirilmesi sağlanacak. • Kamuya ait kreş ve anaokullarının tümünde engelli çocukların da bulunması sağlanacak. • Tüm işyerleri ve sosyal alanlar engellilerin kullanımına uygun hale getirilecek. • Belediyelerde engellileri istihdam edecek, engellilere hizmet veren birimlerde tüm çalışanların engellilerden oluşması sağlanacak. • Bütün engelli yurttaşlar sosyal güvenceye kavuşturulacak ve engellilerin tüm medikal ihtiyaçları bedelsiz olarak karşılanacak. • İşyerlerinde engelli kontenjanları artırılacak ve hızla doldurulacak. • Engelli aracı (elektrikli tekerlekli sandalye) kullanmak zorunda olan yurttaşların kent içi ulaşımlarını rahat ve özgürce yapabilmeleri için engelli araç şarj istasyonları kurulacak.

GÖÇMENLERE İNSANA YARAŞIR MUAMELE

• Yaşama ve çalışma hakkı en temel insani haktır. Bu nedenle öncelikle, mülteci statüsü değiştirilerek, Cenevre Sözleşmesi’ne konulan “coğrafi sınırlama” çekincesi kaldırılacak. • Göçmen işçileri kendi yurttaşı gibi gören bir çalışma anlayışı esas alınacak. • Göçmenler için güvenli ulaşım yollarının oluşturulması, güvenli barınma alanlarının yapılması, sığınmacılar için insani koridorların açılması ve vize düzenlemelerinin kolaylaştırılması sağlanacak. • Göçmen ve sığınmacılara yönelik kimi zaman ırkçılığa varan nefret söyleminin önüne geçilmesi için gerekli politikalar oluşturulacak.

EMEKLİLERE İNSANCA VE ONURLU YAŞAM

• Emeklilerde en düşük ücret asgari ücretle eşitlenerek 1.800 TL olacak. • Emekliler için gerçek anlamda intibak yasası çıkarılacak ve ücret eşitsizliği giderilecek. • Emeklilerin örgütlenmesinin önündeki engeller kaldırılacak, sendikal örgütlenme özgürlüğünün önü açılacak. • Emeklilerden hastane katkı payı alınmayacak. • Hizmet akdiyle çalışanların esas kazançları üzerinden yapılan sosyal güvenlik destek primi kesintilerine son verilecek, kesilen prim maaşlara eklenecek. • Bireysel özel sigortaya yönelik katkı payı uygulamasına son verilecek, kesintiler maaşlara yansıtılacak. • Emekli olup esnaflık yapanlardan yapılan %15’lik sosyal güvenlik destek primi kesintisine son verilecek. Çalışan emekliden prim kesilmeyecek.

ÇOCUK HAKLARI KORUNACAK

• Yerellerde belediyelere bağlı olarak “Çocuk Hakları İzleme ve Değerlendirme Komisyonları” kurulacak, çocuk temelli alanlara yeterli kaynak ayrılacak. • Çocuklarla ilgili yasaların ve tüm yasalardaki çocukları etkileyen maddelerin gözden geçirilip çocuk haklarına uyumlu hale getirilmesi sağlanacak. • Çocuk yoksulluğunu önleyici politikalar geliştirilecek. Tüm çocukların gıda hakkını korumak için her mahallede gıda bankası kurulacak. Her çocuğa temel gıda maddelerini içeren gıda paketini ücretsiz verilecek. • Sokakta yaşayan ve çalışmak zorunda kalan hiçbir çocuk kalmayacak. Çocuk işçiliğine izin vermeyeceğiz. • Çocuğa yönelik şiddete (çocuk ihmal ve istismarı) ağır cezalar getirilecek. Bu durumdaki çocuklar güvenli koşullarda korumaya alınacak. • Evde, okulda ve ailede çocuğa yönelik şiddet yasalarca açıkça yasaklanacak. • Çocuk bakım hizmetleri yaygınlaştırılacak. • İstihdamdan bağımsız, çalışan çalışmayan tüm kadınlar/erkekler için yerel yönetim ve kamu finansmanında kreşler desteklenecek. • Bütün çocukların eğitim almaları sağlanacak.

EĞİTİM

• Eğitim, kamu hizmeti olarak ücretsiz olarak sağlanacak. • Okulun ve öğrencilerin temel ihtiyaçları okul bütçesinden karşılanacak, her ne ad altında olursa olsun velilerden asla para talep edilmeyecek. • Eğitim müfredatı, ders kitapları ve diğer materyaller tekçi, cinsiyetçi ve şoven içerikten arındırılacak. • İdeolojik saiklerle ve özgürlükçü laiklik ilkesini ortadan kaldıran bir anlayışla okulları ayrıştıran 4+4+4 uygulamasına son verilecek. Eğitim sistemi en baştan başlayarak “Çocuğun Üstün Yararı” gözetilerek yeniden yapılandırılacak. • Eğitim sistemi özgürlükçü, laik ve bilimsel bir içerikte yapılandırılacak, anadili temelinde çok dilli hale getirilecek. • Dezavantajlı ve ezilen cinsiyet gruplarının, sosyal sınıfların, halkların ve engellilerin üniversite eğitiminden eşit olarak yararlanabilmeleri için pozitif ayrımcılık ve kota politikası uygulanacak. • Ataması yapılmayan tüm öğretmenlerin ataması gerekli altyapı koşulları sağlanarak gerçekleştirilecek. • İnsan onurunu zedeleyen ücretli öğretmenlik uygulaması lağvedilecek, tüm ücretli öğretmenler kadroya alınacak. • Eğitim emekçilerinin insanca ve mesleğe yakışır bir ücret almaları sağlanacak. • Eğitimin yerelden yönetimi teşvik edilecek. • Okullar arasındaki nitelik farklılıklarının ortadan kaldırılması, öğrenci geçişleri, öğretmen ihtiyaçlarının belirlenmesi ve planlanmasına kadar kararların tamamı yerel eğitim meclislerince alınacak. • Var olan derslik sayısı 2 katına çıkarılacak, sınıf mevcudu yarıya düşürülecek. Bütün okullarda sabahçı, öğlenci uygulamalarına son verilecek, tekli eğitim sistemine geçilecek. Öğlen vakitlerinde öğrencilere yemek verilecek. • Üniversiteler demokratik, özerk ve çok kültürlü, toplum ve doğa yararına araştırma yapan kurumlar olarak yeniden inşa edilecek. • Eğitim kurumlarında kadınların ve LGBTİ’lerin her tür baskı, şiddet, dışlanma, görmezden gelmeye maruz kalmalarını engelleyecek karar ve uygulamalar esas alınacak. • Toplumsal cinsiyet eşitliği dersi zorunlu ders olarak müfredata eklenecek. • Eğitim sistemi toplum ve doğayla bütünleşik ve ekolojiyi temel alarak yeniden yapılandırılacak. • Tüm mahallelere kreş ve anaokulu açılacak, kreşler 7/24 hizmet verecek.

SAĞLIK HAKTIR Sağlık toplumsal bir haktır. HDP, sağlık hizmetinin birey ve toplum üzerinde bir iktidar aracı olarak kullanılmasına, toplum sağlığının kapitalizmin ve iktidarın insafına bırakılmasına karşı çıkar. Sağlık hizmetlerinin parasız ve toplumun gereksinimini esas alarak üretilmesini savunur. • Sağlık hizmetleri, üretimden sağlık emekçilerinin dağılımlarına kadar eşit, ulaşılabilir, anadilinde ve cinsiyetçi olmayan, toplumda her bireyin “katılımını” esas alan ve insanın yaşadığı her yerde sağlık kurum ve kuruluşunu inşa eden bir anlayışla sürdürülecek. • Sağlık hizmetlerinin planlanması, uygulanması, değerlendirilmesi ve denetlenmesi süreçlerinin tümü için halkın ve sağlık emekçilerinin katılacağı demokratik bir sağlık sistemi oluşturulacak. • Ülkede yaşayan herkesin yararlanabileceği eşit, parasız, ulaşılabilir, nitelikli ve anadilinde sağlık hizmeti üretilecek. • Sağlık hizmetleri için prim uygulamasına son verilecek. • Sağlık hizmetlerinde koruyucu ve sağlığı geliştirici hizmetler esas alınacak. Bu amaçla öncelikle “halk sağlığı birimleri” kurulacak. Halk sağlığı birimlerinde sağlığın toplumsallaşması çalışmalarına yer verilecek. • Kamu hastanelerinde toplumsal yarar esaslı çalışma ilke edinilecek. Döner sermaye, performansa dayalı ücretlendirme, yalın üretim gibi kâr odaklı uygulamalara son verilecek. • İlave ücret, katkı-katılım ve her türlü cepten ödemeler kaldırılacak.

UYUŞTURUCU VE MADDE BAĞIMLILIĞI İLE MÜCADELE

Uyuşturucu maddenin dolaşımını sağlayan bütün mekanizmalara karşı mücadele edilecek. Uyuşturucu madde bağımlılığına karşı çocuklarımızı, gençlerimizi korumak için, ihtiyaçları olan sosyal, kültürel, sanat ve spor faaliyetlerine dönük yaşam yerlerinde çok boyutlu yaşam merkezleri kurulacak.

KÜLTÜR VE SANAT HDP, varlığını kültürün, sanatın ve sanatçının özgürlük mücadelesi içinde tanımlar. Devlet eliyle, resmi tarih ve resmi edebiyat üzerinden üretilen “sanata” ve “kültüre” karşı konumlanan muhalif kültüre özel bir kıymet biçer. Kültür ve sanat insanlarının özerklik ve özgürlük taleplerini olmazsa olmaz bir değer olarak görür ve “amasız”, “fakatsız” özgürlük çağrısı yapar. • Türkiye Sanat Meclisi Kültür Bakanlığı bünyesinde oluşturulacak. • “Ziyaret etme”, “bakma” ve “gelir kaynağı” olmanın ötesine geçmeyen “kültür siyasetine” karşı, yurttaş-müze ve doğa-tarih-yurttaş ilişkilerini yeniden kurmanın imkânı yaratılacak. • Kültür ve sanat insanlarıyla, örgütlü temsilcileriyle, inisiyatiflerle dayanışma içinde olunacak. • Kültür ve sanat alanında Devlet Sanatçılığı kurumu kaldıracak. Kültür Bakanlığı e birlikte çalışılacak ve sanatçılar tarafından seçilen sanat meclisi kurulacak. Kültür ve sanat politikalarıyla ilgili her türlü karar bu meclisle birlikte alınacak. • Kültür ve sanat alanındaki devlet baskısı, yerelden genele sanatın örgütlenmesinin ve sergilenmesinin önündeki fiziksel ve ekonomik engellerkaldırılacak. • Sanata yönelik destek programları rant kapısı olmaktan çıkarıp yaratıcılık teşvikine dönüştürülecek. • Ülkemizdeki yaşayan ve kaybolan dillerdeki sanat eserlerinin üretilmesi ve sergilenmesine destek verilecek. • Mevcut yasalar, sansürü güçlendiren mekanizmalardan arındırılacak, sanat eserinin ve geçmişten günümüze sanat emekçilerinin haklarının korunmasına ilişkin düzenlemeler yapılarak sanatsal emek güvence altına alınacak. • Özellikle sinema ve televizyon sektöründe rastlanan sömürü ve insanlık dışı çalışma koşulları gözlenecek, kültür ve sanat eserlerinin üretim süreçleri insanileştirilecek. • Sanatçıların hak örgütlenmeleri desteklenecek.

SPOR

• Halkın kolaylıkla ulaşacağı spor merkezleri, sahaları, alanları yaratılacak. • Sporu yöneten federasyonlar demokratikleştirilecek ve gerçek anlamda özerkleştirilecek. • Spor yönetimlerinin, sporcuların ve diğer spor insanlarının katılımına kapalı, sermaye kontrolündeki oligarşik mekanizmalar ve medya ile olan çıkar ilişkileri ortadan kaldırılacak. • Spor yönetimi ve yapılanması, insanın insan olarak kendi olanaklarını geliştirme, kendini aşmaya çalışma, rakibe ve onun emeğine saygı duyma, adil koşullarda mücadele etme, kazanmaktan çok yarışın ve etkinliğin parçası olmayı önemseme gibi değerleri aktaracak. • Spora ayrılan kaynaklar, öncelikle geniş kitlelerin, performans-başarı ölçütünden bağımsız olarak, gerçekten spor yapmasını sağlamaya yatırılacak. • Amatör spor desteklenecek, mahalle ve köylerde spor merkezleri kurulacak. • Spor, militarizm, cinsiyetçilik ve milliyetçiliğin av sahası olmaktan çıkartılacak. • Passolig uygulamasına son verilecek. • Lisanslı sporcuların spor dallarına göre dağılımı dengeli hale getirilecek, futbolun bütün diğer spor dallarını marjinalleştiren baskınlığı azaltılacak. • Lisanslı faal sporcu sayısı artırılacak.

Cumartesi annelerin 500.hafta çağrısı

Cumartesi annelerinin 500.hafta çağrısı

500.hatfada da Cumartesi anneleri hesap sormaya devam ediyor.Cumartesi Anneleri, 27 Mayıs 1995 yılında saat 12.00′de yaklaşık 20-30 kişi bir araya gelerek 21 Mart 1995 yılında gözaltına alınarak 55 gün işkence edildikten sonra katledilen ve cesedi kimsesiz mezarlığına gömülen Hasan Ocak’ın akıbetini sormak için toplandı.O günden bu  yana her Cumartesi günü Galatasaray meydanında oturma eylemleri düzenleyerek, gözaltında kaybolan yakınlarını ve faili belli olan siyasi cinayetlere kurban giden yakınlarının faillerini arıyorlar.
Cumartesi anneleri 500 haftadır yakınlarının akibetini alanlarda soruyor

Cumartesi anneleri 500 haftadır yakınlarının akibetini alanlarda soruyor

Cumartesi anneleri mücadele referansını , isimlerini  Arjantin’de cunta yönetimin kaybettiği çocuklarının  faillerini aramak için  Plaza del Mayo meydanında başlattikları mücadeleden alan Arjantinli annelerin direnişinden alır.Mucadele eden annelerin Temel talepleri:’kayıpların devlet arşivlerinde kayıtlı akıbetlerinin açıklanması, faillerin yargılanması, Türk Ceza Kanunu’nda zorla kaybetme suçunun insanlığa karşı suç kapsamında zaman aşımına uğramayacak şekilde düzenlenmesi ve Türkiye’nin Birleşmiş Milletler Gözaltında Kayıplar Sözleşmesi’ni imzalamasıdır.’(http://tr.m.wikipedia.org/wikiCumartesi_Anneleri)

Bir çok hükümet gitmesine rağmen mücadele devam etti.Cumartesi anneleri  verdikleri mücadele tarihinde 4 Cumhurbaşkanı ,11 hükümet,7 Başbakan, 17 adalet bakanı ,18 İçişleri bakanını geride bıraktı.Tüm yıldırma politikalarına rağmen yağmur çamur dinlemeden mücadele abidesi oldular.Kendilerinden sonra gelenlere mücadele referansı oldular.Örneğin  Biz barış aktivistleri ve Roboski aileleri Roboski katliamının birinci yıl dönümünden sonra  Roboski de daha örgütlü nasıl mücadele edebiliriz sorusunu sorduğumuzda hiç uzağa gitmemize gerek kalmadan Cumartesi annelerinin mücadele tarzını referans alarak yola koyulduk ve  Robiski’de147. Haftasını göreceğimiz perşembe değerlendirmeleri doğdu. Tabii hak ve adalet mücadelesi veren bir çok kesime örnek olmuşlardır.

Cumartesi anneleri mücadele adına hepimize yol göstermeye devam ediyor. Kapitalist yabancılaşma insanoğlunun gördüğü en büyük saldırı türüdür. Sık sık o yüzden yolumuzu şaşırdıgımız olur.O zamanlarda bizim, mücadele edenlerin tekrar mücadele hattımizi duzeltmemiz icin kıblemiz Cumartesi anneleri olur.

Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde taktik olarak linçleri devreye sokmak mı yoksa gerçekten nefret etmek mi

fft81_mf2262649

İbrahim yaylalı

Recep Tayyip Erdoğan klasiği haline gelmiş bir taktik ile karşı karşıyayız. Cumhurbaşkanı seçimleri mitingleri başladı.Erdoğan kendi klasiği ile rakiplerini sindirme yöntemi olarak nefret dilini hiç çekinmeden kullanmaya başladı.Tekirdağ’da bu anlamında yaptığı konuşmada ‘Kongrelerinde Türk bayrağını asmayı kendileri için zillet kabul eden bu parti aslında bu ülkenin demokratik parlamenter sistemi içinde dahi yer alamaz, almamalı” dedi.Ardından konuşmasının ilk meyvesini Rize’de aldı.

Polis saldırganları Rize ve Samsun ve İzmir de seyretti..

Cumhurbaşkanı seçimleri için desteklediği Selahattin Demirtaş için Rize memişağa parkında stand açan Nurettin Durmuş stant açtığı memişağa parkında üç faşist tarafından önce öldürülmekle tehtid edilip,daha sonra polis gözetiminde Nurettin Durmuş’un açtığı stant dağıtılıp Durmuş darp edildi.Samsun’da da benzeri görüntüler yaşandı.Cumhurbaşkanı seçimleri için Demirtaş bildirileri dağıtan HDP’li aktivistlere bir gurup faşist saldırdı.Bununla da yetinmeyen saldırganlar HDP’li aktivistleri linç etmek istedi.Bu saldırılara öğleden sonra da İzmir izledi.

Hükümetin polisi ve kaymakamı tören eşliğinde HDP tabelalarını indirmişlerdi.

Bundan önceki yerel seçim sürecini herkes hatırlar,benzeri çıkışları Recep Tayyip Erdoğan yapmış ve ardından bir çok yerde linç girişimleri başlamış,hükümetin polisi ve kaymakamı eşliğinde HDP tabelaları bir çok yerinde indirilmiş ve HDP’nin probaganda çalışması yapması bir çok bölgede engellenmiştir.

Recep Tayyip Erdoğan’ı korkutan şey nedir?

Cumhurbaşkanlığı seçiminde Recep Tayyip Erdoğan’ı korkutan şey nedir? .Sağır sultan bile geçmişten bü güne devletin imkanlarını kullanma adına Recep Tayyip Erdoğan’ı duymuştur.Bu kadar eşitsiz bir yarışma da bu paniklemeyi anlayabilmiş değilim.Geçenlerde CNN televizyonunda şirin Pariz’in sunduğu bir programda Selahattin Demirtaş bu eşitsizliğe güzel bir örnek verdi.Devlet kanalları olan TRT ve türevlerinde Cumhurbaşkan adaylarına ayrılan zamanı verdi.Bu zamanlar karşılaştırıldığında nerede ise HDP adayı olan sayın Demirtaş’tan TRT ve türevleri kanallar nerede ise hiç bahsetmiyordu.Cumhurbaşkan adayları yürütecekleri kampanyalar için hesaplar oluşturdu.Bu yazıyı hazırladığım an itibarı ile bu hesaplarda da tutarlara bakıldığında Demirtaş için 362 bin civarında, İhsanoğlu için 2 milyon’un üzerinde para yattı.Erdoğan’a ise ne kadar pra yatırıldığı açıklanmamışdı.Fakat yerel kaynaklara göre Erdoğan’a para toplama işine valilerde dahil olmuş ve patronlardan tehtitler ile bağış yapmaları isteniyormuş,bu bile ne kadar eşitsiz bir yarış olduğunu ortaya koyan veriler ve davranışlardır.Recep Tayyip Erdoğan devlet gücünü taammen kendi çıkarı için sevk etmiş durumdadır.

Yılların tekleştirme projeleri en büyük dez avantaj

Bu cumhuriyet kurulduğundan beri tekleştirme projesi sonucunda bir kesim ötekileştirilirken,diğer kesim ise devletin kendisini sürekli meşrulaştırması için gerekli kesim oluyor ki ırkçı-şoven ve mezhepçi kesim,türk sözcüğünün dışındakine düşman diye yaklaşıyor.Bu dezavantaj nerede ise diğer tüm olumsuzluklara eşit bir durum.gerekli mesajlar verildiği an bir anda linç girişimleri başlıyor ve o bölge seçim çalışmalarına o kesimler için kapatılıyor.

Elbette tüm bu saldırıları halklara gerçekleştiriken toplumda tepki birikimine de yol açıyor ve bu bazen işte gezi direnişi gibi ortaya çıkabiliyor,ya da lice ve karadeniz’de heslere karşı mücadele de olduğu gibi bir kırılma gibi ortaya çıkabiliyor fakat asla Recep Tayyip Erdoğan’ı rahatsız edecek düzeyde değildir.Uzun yıllar halklara karşı saldırı ortağına karşı iktidar yarışına girmiş ve uluslararaı güçlerin yardımı ile bu ortağından kurtulmayı bilmiş, hatta klasikleşmiş mazlum rolu ile yine sözde sivil iktidara karşı darbe girişimini önlemiştir.

Bütün verilerin toplamında Bu linç gösterilerine gerek kalmadan da bu süreci kotarabileceğini ve cumhurbaşkanlık koltuğuna oturacağını kendisi iyi biliyor.Başlıktaki soruya dönecek olursak Recep Tayyip Erdoğan neden linç gösterilerine ihtiyaç duyuyor.Ya da gerçekten iktidarı alması nerede ise garanti iken bu linçlerin önünü açarak kaymakamları, valileri ve polisi ile bu durumları seyrediyor ise o zaman bunu bir tek cavabı kalıyor.

Wikipedia’nın Oxfort üniversitesinin sözlüğünden alıntıladığı gibi ‘bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi önyargı doğurabilecek nedenlerden ötürü işlenen, genellikle şiddet içeren suçlar.[1] nefret suçunu oluşturur.Recep Tayyip Erdoğan’ın geleneği olan milli görüş hareketi bu anlamı ile nefret suçunu işleyecek insanları paradigmalarının temeline oturtmuşlardır.Recep Tayip erdoğan hükümet olduğu üç dönemde de bol bol sürekliliği olan nefret suçunu bilerek isteyerek işlemiştir,bazı iyimser yorumcular sadece bunu taktiksel olarak ele almışlar vemakvelist bir tavır olarak değerlendirmişler yani iktidarı alıncaya kadar her şeyi meşru gördüklerini ifade etmişlerse de bu durum hiç te öyle olmadığı artık tam olarak ortaya çıkmıştır.

Recep Tayyip Erdoğan Nefret suçlusudur ve TCK 216 maddeden yargılanmalıdır

Artık kimse kendini kandırmasın Recep Tayyip Erdoğan ve bu güne kadar ise resmi ideolojinin belirlediği sınırların dışında yer alan herkesden nefret ediyor ve herkesi kendisi gibi düşünmeye her fırsatta sevk ediyor.Bu yüzden (2) Halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep veya bölge bakımından farklı özelliklere sahip bir kesimini, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kimse, bu nedenle kamu güvenliği açısından açık ve yakın bir tehlikenin ortaya çıkması halinde, bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.’ diyen tck 216 ya göre yargılanması gerekmektedir.Bir de bu suçu bir kere değil süreklilik arzedecek şekilde gerçekleştirmeye devam etmektedir.

Recep Tayyip Erdoğan savaş suçlusudur ve asla Cumhurbaşkanı olmamalı

Recep Tayyip Erdoğan için dahası da var. Roboski,KCK adı altında tutuklamalar,Reyhanlı ve Lice de savaş suçunun niteliğini taşlıyacak katliamların siyasi sorumlusudur. Roboski katliamı sonrası tüm yargı sürecini yakından takip eden barış aktivisti olarak mahkemelerin roboski katliam dosyasını katilleri aklayacak şekilde direkt talimatlarla Recep Tayyip Erdoğan’ın nasıl hareket ettiğini açıkça gördüm.Tüm kamuoyu bu durma sahittir. Bazı hakimler bile bu durum karşısında tepkilerini koymalarına rağmen adım adım hükümet,ordu ve diğer suçlular aklanmıştır.Recep Tayyip Erdoğanın hükümet olduğu üç dönem uygulamalarına bakıldığında 1948’de Birleşmiş Milletler Soykırım Suçunun Engellenmesi ve Cezalandırılması Sözleşmesi’nde (SSECS) hukuksal bir tanımı olan sözleşmenin 2. maddesi olan “ulusal, etnik, ırksal ve dinsel bir grubun bütününün ya da bir bölümünün yok edilmesi niyetiyle girişilen şu hareketlerden herhangi biridir: grubun üyelerinin öldürülmesi; grubun üyelerine ciddi bedensel ya da zihinsel hasar verilmesi; grubun yaşam koşullarının bunun grubun bütününe ya da bir kısmına getireceği fiziksel yıkım hesaplanarak kasti olarak bozulması; grup içinde doğumları engelleyecek yöntemlerin uygulanması; [ve] çocukların zorla bir gruptan alınıp bir diğerine verilmesi.” şeklinde tanımlar.[3] şeklindeki soykırım suçunun niteliğini açıkca taşımaktadır. Böylesi bir kişinin bu kadar heterojen olan bir toplumu yönetecek devletin başkanı olması daha vahim şeylere yol açacak kamplaşmanın ve katliamların derinleşmesi sürecini hızlandıracaktır.

………………….

1)Oxford Dictionary of English 2e, Oxford University Press, 2003, hate crime maddesi
2) TCK 216 maddesi birinci fıkrası
3)^ Office of the High Commissioner for Human Rights. Convention on the Prevention and Punishment of the Crime of Genocide

Komando İbrahim ‘Yannis Vasilis’ olacak!

Komando İbrahim ‘Yannis Vasilis’ olacak!
‘Vatan’ için savaşa koştu, vuruldu, esir düştü ve hayat onu çok değiştirdi…

Mehmet Göcekli / Demokrat Haber

“Teröre karşı vatanı savunmak” gerektiğine inanan Karadenizli bir gençti o. Ama hayat onu öyle bir değiştirdi ki önce barış aktivisti oldu, sonra Roboski’ye yerleşti.

Gönüllü olarak askere giden, gönüllü komando olan, rahat askerlik yapabileceği Kıbrıs yerine doğuya gitmeyi de gönüllü seçen komando İbrahim Yaylalı şimdi de ismini Yannis Vasilis Yaylalı olarak değiştirmek için mahkemeye başvurdu.

ibooo
İbrahim Yaylalı, 1994 yılında çatışmada yaralanmış, PKK tarafından esir alınmış, 2 yıl 3 ay esir kalmış, esirliğinin sekizinci ayından itibaren de bir dönüşüm geçirerek savaş karşıtı olmuştu.

Bırakıldıktan sonra Türkiye’de de 3,5 ay hapis yatan İbrahim Yaylalı PKK’nin elindeyken, devlet ailesine “Rum olduğunuzu biliyoruz, bu olayı fazla kurcalamayın” deyince neye uğradığını şaşırdı.

Türklük için savaşa gitmiş yaralanmıştı. Ölseydi şehit olacaktı, yaralı olarak esir alınınca Rum kökenli olduğu fısıldanarak ailesinin susması istendi.

O gün bugündür Türkiye’deki barış mücadelesinin bir parçası olan, vicdani retçi Halil Savda’nın Roboski’den başlattığı ve Ankara’da son bulan 50 günlük barış yürüyüşüne katılan, ardından da Meral Geylani ile birlikte Roboski’ye yerleşen eski esir asker İbrahim Yaylalı’yla neden Yannis Vasilis adını almak istediğini konuştuk:

Rum olduğunuz ailede biliniyor muydu?

Annem babamla ilgili “dönme” lafını kullanırdı ama bu ne demek diye hiç araştırmadım. Annem sohbet ederken babama ‘dönme’ diye takılırdı, ‘ne dönmesi’, ‘nasıl dönme’ deyince cevap vermezdi. Daha sonradan öğreniyoruz, büyük halamız anneme babamların durumunu anlatmış. Sonra da üstünü kapatmışlar. Türk aileye verilince dönmüşler ve olay bitmiş. Bize de hiç anlatılmadı. Bunun altında korku da olabilir, kabul etmeme de olabilir. Çünkü bizim oralarda küfür olarak kullanılır müslüman olmama… Bizim ailede de bununla ilgili bir şey paylaşılmadı.

Peki ilk nasıl öğrendin Rum kökenli olduğunu?

1994’ün Eylül ayında PKK’ye esir düşünce. Nisan ayında askere geldim, acemiliği Isparta’da yaptım sonra Mardin Jandarma Komutanlığına gittim, 25 gün orada kaldıktan sonra Şırnak’ta Gabar’a gönderildik. Acil ihtiyaç varmış, 25 günlükken gönderildik, gittiğimizde köyler büyük oranda boşaltılmıştı. O dönem köy basma ve yakmaların en yoğun olduğu dönemlerdi. O zaman devlet gücünü kabul ettirmek için köylülere baskı yapıyordu. Bunları gidince orada gördük..

O gittiğim bölgede bir buçuk ay sonra Kela Mehmet denen yerde çatışma çıkıyor, 30’un üzerinde asker ölüyor, bizim birlikten yardım isteniyor. O zaman çok ünlü bir birlik bizimki de, gerilla gibi sürekli dağda kalıyoruz.

Kela Mehmet bölgesine gittik, iki gün dolandık, üçüncü gün korucular bize ‘gerilla tespit ettik’ dedi. Ben de keşif birliğindeydim. Koruculara da çok güvenemiyorsun o zaman, çünkü korucu yapana kadar adama yapmadığın eziyeti bırakmıyorsun, adam mecbur kalıyor. Kabul etmezse ürününü ekmesine izin verip, toplarken izin vermiyorsun. Bu yüzden korucular çok kabul etmiyor çatışmaya katılmayı filan.

“KÜRT DÜŞMANI BİR İNSANDIM”

Peki senin motivasyonun ne, korucu çatışmaya gitmek istemiyor, sen istiyorsun en önde?

Benim motivasyonum bayrak, ben kendim askerlik şubesine gidip kendim gönüllü oldum komando için.. Acemilikte “el kaldırın isteyeni Kıbrıs’a yollayalım” dediler, ben el kaldıran arkadaşımın elini indirdim ‘napıyorsun o kadar eğitimi kaçmak için mi aldık’ diye. Ben vatan, millet motivasyonlu, Kürt düşmanı bir insandım.

Kela Mehmet bölgesine 3. gün gittik, kimse var mı yok mu diye bakıyoruz, baktık kimse yok, tam artık geri dönme kararı aldık, saat akşam altı yedi gibi, hava kararıyor, bir anda 3 bölgeden üzerimize yaylım ateşi başladı, ama öldürmek için ateş etmiyorlardı. Onu orada fark ettik. Gerilla kendi ihtiyaçları dışında insan öldürmemek için elinden geleni yapıyor. Çünkü dönen asker cenazelerinin savaş sistemini tekrarlayacak bir ritüele dönüştüğünü çok iyi biliyorlar…

Ön tarafı topladık, arka tarafa doğru giderken seken bir mermi benim sağ ayağımın üstünü kemiğe kadar parçalayıp açmış, şu an hala hissetmiyorum orayı. Olayın sıcaklığı ile ben fark etmedim, kaçıyorum ama koşamamaya başladım.. Pusuya düşmüşüz ve karanlıktan faydalanarak kaçmaya çalışıyoruz. Gidip kendimizi toplayıp geri saldırmak hedefimiz. Koştururken köprü gibi bir yerde kendimi bir anda boşlukta uçarken gördüm, 30-40 metrelik bir yerden düşmüşüm sırtüstü, neyse ki sırt çantam vardı o beni korumuş…

Sonra kendime bir geldim, etrafta kimse yok, elimde G3 tüfeğim var, onu bırakmamışım ama çalışmıyor, bombaları kontrol ettim, tamam… Uyandım ama bulunmamak için ses çıkarmıyorum, güvenli bir yere çekilip askeri bekleyeceğim.. Baktım sağ ayak gitmiş, elleyince deriler geldi elime… O zaman karanlık da, hiç görmüyorum, tişörtümü çıkarıp ayağıma dolayıp sıktım… Dinlendim, ama ayağa kalkamadım.. Tüfeğim çalışmıyordu, düşmanın eline geçmesin diye tüfeğimi taşa vurarak parçaladım… Bombaları da hazırda tuttum bir şey olunca birini karşı tarafa birini ortaya atacağım… Hem onlar gitsin hem ben..

Gerilla ile aynı eğitimi alıyorsun bu konuda, karşıya esir düşmemek için her şeyi yaparsın. Onların ki mantıklı ama, yakalanınca işe yarar bilgi vermeyince hemen öldürülüyordu bile gerillalar.. Ben yanımda öldürülmüş gerillanın parçalandığını da gördüm… Bunların birinde gerilla cesedi parçalanıyordu, bunu görünce dayanamamıştım. Koştum geri kustum, savaş ezberden olmuyor, vatan millet sakarya demekle bunları görmek başka şeyler. Ben gidip kusunca uzman çavuş gelip bana ‘sen erkek misin, sen Türk müsün, neden kustun’ diye çıkıştı.. Cesede işkence etmenin nedeni ise insanları savaşa motive etmek. Gerilla ne olursa olsun, itirafçı değilse askerin elinden sağ çıkamazdı..

“BİZE YEMEK VEREN KÖYÜ YAKMAYA GİTTİK”

Gabar’da bir köy yakma olayına tanık oldum. Bize verilen yemek yeterli değildi.. Birkaç tane koruculuğu kabul etmeyen ve köyünü de terk etmeyen yerler vardı.. Bu tip köyler her türlü şiddetin hedefiydi. Amaç köylerin boşaltılmasını sağlamaktı. Askerde yeterli yiyecek almadığımız için köye gitme kararı aldık birkaç kişi. Gittik, bir yandan da korkuyoruz, diğer askerler bunu bilse devrecilikten dolayı bize eziyet çektirebilir. Ama o kadar yürüyoruz, yemek yetmiyor, köyde de bal var, badem var.. Geldik, baktık bir ihtiyar amca bekliyor, parasıyla badem ve bal almak istediğimizi söyledik amcaya.. Adam, tamam veririm ama bizden olsun, parayı almayız dedi.. O kadar eziyet görmüş askerden hala bunu diyor.. Bunu korkudan demiyor, adam korkuyu filan aşmış her gün eziyet görüyor zaten, ona rağmen bizden para almayacağını söyledi. Olmaz deyip illa parayı uzattık.. O da tamam ama o zaman bir çorap verecem size diye örme bir çorap verdi bize..

“BU YAPTIĞIMIZ NE?”

O akşam askeriyede toplantı oldu. O köy için karar alınmış, neler neler yapılmış, insanlar gitmemiş köyden. Dediler ki yarın bu köyü boşaltacağız, bunlar teröristlere yardım ediyor. O gün bal ve badem aldığımız ve bize çorap hediye edilen köy. Mantıklı düşününce etrafı komple sarılı bir köy, kimseye yardım edemezler zaten… Ertesi gün köye gittik, az çok hukuksal bir şey bekliyorsun, filmlerdeki gibi… ‘Sizden rica etsem köyü boşaltır mısınız’ demek gibi, Mahsun Kırmızıgül’ün filmindeki gibi. Bir baktık pat küt sesler geliyor, önceki tim içeri girmiş insanları tekme tokat dövüyor, eşyalarını kırıyorlar. Ben dedim ki dünkü ihtiyar adamı bulup koruyayım.. Yirmi senelik ırkçılığıma rağmen adama bakıyorum orada.. Baktım adam yok, evi ateşe verilmiş, bize verdiği çorap gibi bir çorap daha vardı evinde asılı, o da alevler içinde.. İnsanlar ağlıyor, bağırıyor, dayak altındalar… Ben orada bunları gördüm, insanların dövüle dövüle çıkartıldığını da gördüm.. Orada bu işi yapanlar yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu biliyorlar. O yüzden her akşam insanları toplayıp biz bunları yaptık çünkü bu insanlar şöyle kötü, böyle yaptılar deyip duruyorlar. Çünkü orada tereddüte düşüyorsun, ‘bu yaptığımız ne’ diye..

“ÜLKÜCÜLER KAHRAMANIMDI”

Ben Samsun Bafra’da büyüdüm, bir sürü solcu, devrimci vuran abiler bizim kahramanımızdı, biz hayrandık onlara. Yaşar abi vardı ülkücü, hayranıydık. Polisle de çatışıyorlardı… Bir kere onların çatışmasının arasına girdim çocukken beni çıkardı oradan.. Benim kahramanım olmuştu. Bu abileri mahalleyi savunuyor diye görüp hayrandık hepimiz. Ne bilelim solcuları öldürüp, ardından gelen polislerle de çatışıyorlar. O anlayışla ben okulda, camide, her yerde onları aradım. Camilerde sürekli Kürtlere küfür ediliyordu, okulda ırkçı hocalarımız vardı. Ve biz göğsümüzü gererdik..

En son yaralanma anında kalmıştık, sonra ne oldu..

Dinlendim, biraz kendime geldim, buradan çıkamazsam gerilla beni bulup öldürür, ben buradan çıkayım ve bizimkileri bekleyeyim dedim.. Dereyi bile sürüne sürüne geçtim, yürüyemiyordum… Dere yatağının kenarında bir ev vardı. ‘Buraya gireyim’ dedim, orada dinlendim, boşaltılmış bir köy eviydi. Hiçbir şeylerini alamadan gitmişlerdir onu biliyorum, üstüme elbise bulayım diye girdim.. Yağmur yağıyordu… İçerideyken kapı sesi duydum. Ben hemen bombaları elime aldım. Daha hiç canlı gerilla görmemişim. Benim gözler büyüdü, el bombalarını hazırladım. Kapı yavaşça açıldı. Baktım kedi. Dedim ki ben çıkayım buradan bu böyle olmayacak. Oradan çıkıp mağara gibi küçük bir yer buldum, birinci gün öyle bitti, ikinci gün akşam hava kararırken kan kaybından bayılmışım..

Gerillalar da orada yemek yiyecekmiş. Bir kadın gerilla ateş için çalı çırpı toplarken beni baygın olarak buluyor. Künyemi de görüyor boynumda, asker olduğumu anlıyor. Aşağıya seslenmeden önce beni uyandırdı sonra aşağı seslendi. Aslında yapmaması lazım, üzerimde bombalar var, önce onları alması lazımdı. Uyandım baktım kadın, burada ne işi var, üzerimde de bombalar filan var.. Elimi kaldırayım dedim kalkmıyor… Aşağıdan diğer gerillalar koşup gelip üzerimdeki bombaları aldılar.. Kendimde olsaydım, kolumu kaldırabilseydim patlatacaktım bombaları..

“TEDAVİ KABUL ETMEDİM, YEMEKLERİNİ YEMEDİM”

Beni alanlar üç takım gerilla idi, yaklaşık 60 kişilik bir guruptu. Irak sınırına yakın bir bölgede. Aşağı indirdiler beni.. Tedavi önerdiler ama ben kabul etmedim. Yemek ister misin dediler, kabul etmedim yemeklerini yemeyi. Birliğin doktoru geldi, pansumana izin vermedim yaralarıma.. Onlar benim savaş esiri olduğumu uluslararası sözleşmelere uygun davranacaklarını söylediler.. O arada ben bayılmışım, fırsat bu fırsat hemen pansuman yapıp kan durdurucu iğnelerden yapmışlar.. Kendime gelince dedim ki bunlar benden işkence ile bilgi almaya çalışacaklar. Hiç iyi bir şey beklemiyordum onlardan. Çünkü sen hiçbir hukuka uygun davranmamışsın, karşı taraftan da aynısını bekliyorsun. Dedim bunlar beni parça parça yapacaklar kesin..

Benden bir ay önce asteğmen alınmış rehin, bir de ben olunca iki kişi olduk.. Önceden alınanları da devlet sonra pişman etmek için her şeyi yapmış. Astsubay’a mesela yapmadıklarını bırakmamışlar. Yener Soylu, sonra kitap yazdı hatta, o da çoluk çocuğunu alıp Avrupa’ya yerleşmiş.

Bir süre sonra röportaja gelenler oldu oraya, mesela annelere çağrı yapıyorum, içiniz rahat olsun diye, orayı kesiyorlar. Benimle o zaman röportaj yapanlar çoğunu eksik verdiler.

‘KÜRTLERİ DÖVERDİK, NE OLDU SANA?’

‘Terörle mücadele’ etmeye giden bir komando iken, yakında Yannis Vasilis olacaksın, bu süreç nasıl gelişti?

Valla ben bile şaşırdım buna. Bana otuz sene önce ileride Rum olacağımı söyleseler, küfrederdim onlara. Bizim Samsun Bafra’da Kürtler en ağır, en kötü işleri yaparlar ve bizde ırkçılık çok fazladır. Birçok kez gençken Kürt gençlerini dövdüğümüz oldu.. Ben bu süreci yaşadıktan sonra bana bir arkadaşım, ‘ya biz seninle Kürtleri döverdik, ne oldu sana?’ dedi.. Ben dedim o zaman çocuktuk, ne yaptığımızı bilmiyorduk.. Böyle bir düşünceden bu hale geldim.

Bende bu çelişkileri başlatan şey şu… Yirmi senelik bir ezber varken, iki buçuk aylık bir savaş sürecinde o yirmi sene ile hesaplaştım. İnsanlara savaş suçu olacak şekilde kötü davranmayı, köy yakmaları veri olarak aldım. Ama bunları sonuçlandıramıyordum. Sonra gerillanın eline düştüm. Onların dediklerini de oyun ve propaganda olarak algıladım önce. Bana oyun oynuyor bunlar diye düşündüm. Gerillada sorumlu biri konuşup duruyordu. Ben hiç dinlemiyordum, teröristi ne dinleyeceğim, kaçabilir miyim ona bakıyorum.

Bir yandan da halı içinde bir ceset var orada ateşin yanında. Ona bakıyorum… Ölmüş bir gerillayı kendi şehitliklerine gömüyorlar. İki günlük yol boyunca o gerilla cenazesiyle Güney’e indim. Bir katırda yaralı olan ben, diğer katırda gerilla cenazesi, iki gün boyunca gittik.

Oyun oynayabilirsin ama bunu nasıl devam ettirirsin.. Bana ne zaman işkence yapacaklar diye bekledim günlerce… Yanımda ölmüş arkadaşları var ve bana nefretle yaklaşmıyorlardı. O yol, Güney’e geçene kadar gördüğüm davranışlar, beni dönüştürdü.

Oradayken İsmail Beşikçi’nin bir kitabını okumuştum, ‘Bilim Yöntemi’ diye, o da etkiledi beni. Onun dışında diğer kitaplar beni etkilemedi, onlar hikaye idi.. Beni etkileyen asıl şey bana davranışları ve kendi aralarındaki sosyal ilişkileri idi. Bizim kendi aramızda seksen tane ayak oyunumuz var. Bi bakıyorsun orda kimse kimseye dalavere yapmıyor, küfür etmiyor, arkasından konuşmuyor. Ben orayı darmadağın, şimdiki IŞİD gibi bir güruh olarak görüyordum.

Dönüşüm sürecin ne kadar sürdü?

Sekiz ay… Sence sekiz ay uzun mu?… Yirmi sene işte sekiz ayda değişti, yirmi senenin yanında sekiz ay nedir ki… Sekiz ay sonra sistemin dışına çıkmıştım. Haftanin kampında bir tane daha esir askerle birlikteydik…

İyiyim diyorsun, köy yakıyorsun, işkence yapıyorsun, ölüsünü de parçalıyorsun. Adama kötü diyorsun, adam seni alıyor iyi davranıyor.

Askerleri esir alınca direk Kızılhaç’a bildiriyorlar. Kızılay’a bildiremiyorlar çünkü adamların umurunda değil.. Kızılay devletin kurumu değil aslında, bağımsızdır, sivildir, Kızılhaç’tan alır yönetmeliğini. Yedinci maddesi esirlerle temasa geçmekle ilgilidir. Onu oradan kurtarıp isterse kendi ülkesine, istemezse başka bir ülkeye iletmesi ile ilgili yükümlüdür. Ama bizdeki devletin kurumu gibi davranıyor.. Birinci haftada Kızılhaç’ı çağırdılar gelip benim sağlık durumuma baktılar, bana kağıt verip ayrıntılı bir şekilde durumumu iletmemi sağladılar. Seni kim yaraladı, alındıktan sonra sana nasıl davranıldı vs.

2 sene 3 ay orada kaldım ben.. Artık böyle devam edemeyeceğimi anladım. Bu zengin coğrafya tek tipleştirilmeye çalışılmış ama bunun olamayacağını gördüm orada.

Zaman zaman ailelerimize mektup yazabiliyor, telefon edebiliyorduk. Esirliğimin üçüncü ayında babamı aradım.. Böyle böyle dedim, annem inanmadı, sonra bayılmış, babam aldı telefonu, ona böyle bir durum var diye anlattım. İnsan hakları şubesine gidin, askerlik şubesine gidin ve benim durumumu sorun dedim.. Ben önceden arayıp anne ben dağa çatışmaya gidiyorum, altı yedi ay haber alamazsın merak etme demiştim, o yüzden onlar da hiç sormamış.. Devlet de hiçbir şey söylemiyor aileme.

Devlet PKK’yi iyi tanıyor. Onlara esir alınan kişilerin mutlaka dönüşeceğini biliyor, ben hiç olumsuz döneni görmedim.

Askerlik şubesi bilgi veremeyeceğini söylüyor, babam sonra Türk mafyasına gidiyor, onlar da Kürt mafyasına gidip beni kurtarırlar diye düşünüyorlar. Emekli de olmuş yeni, onlara para yediriyorlar. Amcamın Ankara’da genel kurmayda tanıdığı subay var, onunla konuşmaya gidiyorlar. Başka bir adam geliyor onun yerine, babam ‘bize hiç bilgi verilmiyor, oğlumun savaşa gittiğini bile kabul etmiyorsunuz’ diyor. Adam ‘amca biz sizi biliyoruz, Rum’sunuz zaten, PKK’li Rumlar deriz, bunu söylersek siz kötü duruma düşersiniz, bu işi kurcalamayın’ diyor..

Baban ne hissediyor?

Bi şey diyemiyor… Onlar dönme olduklarını biliyorlar ama artık Türk hissediyorlar, kendilerini Türk gördükleri için devletin de öyle göreceğini zannediyorlar ama işte devlet unutmuyor.

Bana da gazeteciler söyledi, Namık Durukan filan gelip gidiyordu sürekli… Biz onlara mektup veriyorduk, onu götürüp ailemden haberleri getiriyorlardı.. Bu haberi sekiz veya dokuzuncu ayda aldım, yani Rum kökenli olduğumun aileme söylendiğini, bu işi kurcalamayın dendiğini. Gazeteciler ailemle röportaj yaparken öğrenmiş, bana aktardılar.

Türklük için savaşırken Rum olduğunu öğrendin. Nasıl bir duyguydu?

Artık kafam değişmişti, bu da bana denilenin doğrulanması oldu. Asker ne derse yalan çıktı, diğer taraf ne derse hayat onları doğrulattı. Ben bunları okuyarak değil, edimlerimle, devletin yaptıklarıyla, gerillanın yaşam biçimiyle öğrendim..

Peki bu kafa ile neden döndün Türkiye’ye, senin canın bunlardan sonra tehlikede değil miydi?

Barışa katkım olsun dedim. Bırakılınca bir minibüs bir Mercedes’le yola çıktık, ben Mercedes’teyim, diğer dolmuşta askerler var, kollarıma siviller girdi. İstihbarata götürüp harita üzerinde bilgi istediler, ‘her şeyi biliyorsunuz ne soruyorsunuz’ diye bilgi vermedim. Sonra Diyarbakır DGM’ye çıkardılar.. Hakim dedi ki ‘ben de Karadenizliyim, anlat bakalım İbrahim ne oldu sana?’ Ben tam başladım ‘bu süreçte…’ diye, hakim bağırmaya başladı, ‘vatan haini, ne biçim Karadenizlisin, PKK’lı ağzıyla konuşuyorsun’ diye… “Süreç lafını PKK’lılar kullanır. ‘PeKeKe diye teröristler kullanır” dedi. Sürekli hakaret, küfür… Ben de mahkemeye hiç hiyerarşik yaklaşmayıp her dediğini bildiğim gibi açıkça cevapladım. Adam astsubayı çağırdı, ‘hemen bunu alın, içeride iyi bakın buna’ dedi… Ben tabii bunun mesaj olduğunu anlamadım o zaman..

İçeri girer girmez üzerime atladılar, vurmaya başladılar.. Beni örgüt propagandası yapmaktan ve askeri firardan tutukladılar. Hakkımda bir sürü ifade tutmuşlar, kaçtığımı iddia ediyorlar. Halbuki ben vurulmuşum, onları beklemişim… İkinci gün gerillanın eline düştüğümü Kızılhaç belgelerinden biliyorlar. Yedi gün birlikten ayrı kalmalısın ki firar olsun, sonra düştü tabii, bunu hukuki olarak ispatlayamadılar.

Hapiste 3,5 ay boyunca dayak yemekten göğüs kafesim incindi, suçlamayı örgüt propagandasından örgüt üyeliğine dönüştürdüler. Tutuksuz yargılanmak üzere tahliye edildim. Bu mahkeme 2013’e kadar devam etti ve beraat aldım. Bu arada ben gittikçe netleştim. Devletin saldırıları ile bu sistemin nasıl olduğunu kendi yaşamımda öğrendim.

İADE-İ KİMLİK ZAMANI

Peki Yannis Vasilis olma kararını nasıl aldın?

İsmimi değiştirme istemim kardeş ve komşu halka, Türk halkına düşmanlık değil. Bu tamamen kendi hakkımı almak, iade-i kimlik amaçlıdır.

Bunun için mahkemeye başvurdum. Bunu da parayla yapıyoruz. İsim düzeltme mahkemesi. Benim normalde bunu yapmadan değiştirebilmem lazım. Bu evrensel bir hak, bunu kısıtlayamazsın. Ama bizim gibi ülkelerde Türki kimliğin dışında bir isim almak isteyince sana özel zorluk çıkarıyorlar. Normalde kimseyi şahit göstermeden bana bu hakkı vermeleri lazım… Benden iki şahit istiyorlar. Benim Rum kökenli olduğumu bilen dostlarım bu şahitliği yapmayı kabul ettiler..

Nüfus kütüğünü araştırmaya kalktığında da engellemeler getiriliyor. Geçmişimi araştırmak isterken devletin bunu kolaylaştırması gerekiyor ama en fazla iki kuşak ötesine gidebiliyorsun… Sen, baban ve deden. O zaman ben de babamı götürdüm ve onun babası ve dedesine kadar uzanabildik.

Dedemin babasının ismi Konstantin imiş.. Bafra’nın Asar mahallesinin köyleri var. Yayla mahallesinde devletin saldırarak oradaki Rum halkını öldürdüğü devletin arşivinde de var. Dedemin babası Konstantin orada öldürülüyor ve henüz 3 yaşındaki dedemi de Rum yetimhanesi yerine bir aileye veriyorlar. Bunların benzeri Dersim ve Ermeni katliamlarında da yapılıyor, yetim çocukları çeşitli ailelere veriyorlar. 1908’de daha sonra dedem olacak olan bu çocuğu alan aile ona Mehmet ismini veriyor. Kendi soyadlarını vermiyorlar nedense, geldiği yerin mahallesinden kaynaklı soy ismini Yaylalı yapıyorlar.

Mehmet deden belki de hiç bilmiyor Rum olduğunu.. Baban peki?

Onlara halam söylüyor.. Amcam mesela bize yalanlar uydururdu, büyük dedemiz savaşa gitmiş, kurtuluş savaşına falan filan…

Babanın adı ne?

Yavuz… Hep katil isimleri vermişler..

Peki neden Yannis Vasilis adını almak istiyorsun, özel bir sebebi var mı isim seçimi olarak?

Yannis’i telaffuz olarak seviyorum. Vasilis ise Karadeniz Rumlarında etkili, oradaki Rumların saldırılara karşı kendini savunması için ilk partizan örgütlenmeleri yapan kişi.. Aslında ‘Vasilis’ Kral demek, köken olarak karşısındayım tabii bunun. Ama bu ismi taşıyan kişinin değerleri için seçtim bu ismi..

Bana İbrahim de diyebilirler, Yannis de diyebilirler. Benim derdim, böyle bir sürü insan var, ama korkularından dolayı açığa çıkmak istemiyorlar. Onlara cesaret vermek istiyorum. Ben insanlar milliyetçilik yapsın demiyorum ama insanlar değerlerine ve kimliklerine sahip çıksınlar. Türk halkına yapılanlar da adil değil. Sürekli ezen ulus psikolojisini sabit tutmaya çalışıyorlar. Herkes kendi kültürüne sahip çıkarsa o zaman belki bu sistemin dayattığı tek tip kimliği aşabiliriz. Benim derdim bu.

Şimdi Roboski’ye yerleştin ve oradan barış mücadelesi yürütmeye çalışıyorsun. Peki Yannis Vasilis yerine İbrahim Yaylalı’nın Roboski’de olması daha iyi olmaz mıydı? Zaten Rumları baş düşman olarak göstermeye çalışıyorlar, “Yannis Vasilis Roboski’yi karıştırmak için oraya yerleşti” demesinler?

Roboski’yi geçerken sekiz bölge var, ben İbrahimken de oradan zorla geçiyorum zaten, Yannis iken nasıl olacak tavırları ben de merak ediyorum.

ROBOSKİ AİLELERİ DAYANIŞMA İÇİN AYM ÖNÜNE GELME ÇAĞRISINDA BULUNDU

ROBOSKİ AİLELERİ DAYANIŞMA İÇİN ÇAĞRIDA BULUNDU..

Roboski aileleri sözcülerinden Ferhat Encü Twitter sayfasından yaptığı açıklama ile ’18 temmuz Cuma günü saat 14:00′de Roboski katliamı için AYM’ne’ yapacakları başvuru için ‘siyasi parti,kurumlara ve sivil toplum örgütlerine’ çağrı yaparak, dayanışma için mahkeme önünde buluşmaya çağırdı.

Screenshot 2014-07-15 19.46.00
Roboski katliam dosyasının kısa seyri ise şöyle;

Roboski katliamı dosyası önce ‘terör’ kapması içerisine alındı.Bir süre sonra dosyaya gizlilik kararı getirildi.Katliam gününden 2013 haziranına kadar kadar yani yaklaşık 1.5 sene TMK 10 madde ile görevlendirilmiş savcılık tarafından görünüyordu. Savcılık uzun süre bekleyen katliam dosyası için ‘“Taksirle ölüme sebebiyet vermekten” görevsizlik kararı verdi.Aynı dönem içerisinde TMK 10. madde ile görevli savcı Roboski katliam dosyasını askeri savcılığa gönderdi.Bu duruma Roboski ailelerinin avukatları iki kez itiraz etti ise de itiraz savcılık tarafından kabul edilmedi

Roboski katliamının ikinci yıl dönümünün hemen ardından 6 ocak’ta askeri savcılık ‘kaçınılmaz hataya düştükleri’ gerekçesi ile yargılanması istenen askerler hakkında yargılamaya gerek yoktur kararı aldı.Daha sonra bu karara Roboski Aileleri’nin avukatları itiraz etti. Askeri Savcılığın soruşturmaya dair bu kararından sonra avukatlar ise itirazda bulunmuştu. Avukatların itirazı, Genelkurmay tarafından Hava Kuvvetleri Komutanlığı Askeri Mahkemesi Başkanlığı’na gönderilirken, yapılan itiraz reddedildi.

Barış aktivisti olarak benin adayım Barış’tır

Barış aktivisti olarak benin adayım Barış’tır
İbrahim Yaylalı/Barış aktivisti

Ben uzun yıllardır bu coğrafyaya amasız ve fakatsız barış’ın gelmesi için elimden geleni yapmaktayım.90’lı yıllardan günümüze ise her tarafı ile bu coğrafyanın siyasi iklimine şahit olmuş birisiyim. Ben yirmili yaşlarımda özelde Kürt halkına genelde ise tüm halklara yapılan savaşa dahil oldum.

Eskisi gibi yaşamaya devam etseydim..
demirtaş

Bir çok kez belki de tekrarlayarak söylediğim bir şeyi yine söyleme durumundayım. Ben her zaman barış aktivisti değildim. Uzun yıllardır yaşadığımız savaş sistemli yaşamın savaş isteyen tarafında idim.O zamanlar doğru ile yanlışı ayıracak olgunlukta değildim. Yaptığımın doğru olduğunu düşünür ve savaş çığırtkanlarının oyununa gelip, genl histeri ritüeline kendini kaptırmış, Türk hariç herkes için ölümü haykırıp yaşamımı savaşın sürmesine bağlamış böyle yaşamayı seçmiştim. O dönemlerde yaşamımı sürdürmeye devam etseydim, ya da her dönemin insanı olmaya devam etseydim benim sorgusuz sualsız adayım Recep Tayyip Erdoğan olurdu.

Düşmanım diye bildiklerim beni kurtarırken dost bildiklerim askeri hapishane de aylara yayılan işkenceler yaptı

Bir savaşa katıldım ve hayatım tümü ile değişti. Bu söylediklerim afaki söylenmiş ve içi boş kelimeler değil. Sözün tam anlamı ile 90’lı yılların tüm zulümlerini gördüm. Düşman diye bildiğimiz Kürt halkına yapmadığımızı bırakmadık. Savaş’ın içerisinde sürüklenirken dahi sürekli ölümü düşünür ve asla esir düşmeyi aklımın ucundan bile geçirmezdim. Tüm yaşadıklarıma esirlik sürecim de dahildir.

Gazetecilerin o döneme ilişkin bana en çok merakla sordukları sorular arasında yer alan işkence gördünüz mü sorusu beni özgürleştirenlerin bana işkencesi olmuştu. O kadar sistem beynimizi yalanlarla doldurmuştu ki PKK gerillaları bana ne zaman işkence yapacak diye bekledim. Daha sonra görecektim ki bir yalana bizi öyle deli sevdalı yapmışlar ki gözümüzün önünde bulunan özgürlük hareketini küfür olarak algılatıp, tüm yalanları ile birbirimizi yok etmeyi uzun yıllar boyunca başarmışlardı .
PKK esir askerleri iyi niyet göstergesi olarak bırakma kararı aldığında ben de Türkiye’ye döndüm.Türkiye devleti Üç ay boyunca üzerimde denemediği işkence yöntemi kalmadı hem de ‘vatan haini’ kıvamında yapıldı.

Halklara savaş açmış bir sistem ve onu özgürleştirmek için mücadele veren ve her daim barış mücadelesi isteyen gücedir desteğim…

Bu savaş sisteminin ilk dışına çıktığım da gördüm ki koca bir yalanı senelerce bana ve benim gibi bu durumu yaşamak durumunda olanlara yaşatmışlardı. Bu savaş sistemin abc planlarının tümü halkların birbirini inkar ve savaşa dayalı olduğunu gördüm. Bu durum 90’lı yılların koalisyon hükümetleri döneminde de öyle idi.
Üç dönem Hükümet olan Adalet ve kalkınma partisi döneminde de öyle olmuştur. Bu hükümet dönemi öncesinde var olan katliamlar ve soykırım denemeleri aynen miras alınmış o şekilde saldırılar gerçekleşmiştir. Buna en yakın anlamı ile fiziki olarak Roboski katliamı, Reyhanlı katliamı, Gezi katliamı, Lice katliamı örnek verilebilecekken, yine Kürt halkına siyasi soykırım denemesi olarak da KCK operasyonunu görmekteyiz.

Beni oyum barış’a yani Sayın Demirtaş’a olacaktır.

Cumhurbaşkanı seçimlerin de herkesin ayrı ayrı kriterleri olabilir. Ben barış aktivisti olarak adayların barış karşısındaki tutumuna bakarak sandığa gideceğim. Aslında yazımın genişleme bölümünde bunu örneklerle vermeye çalıştım. Bu konuda CHP-MHP ittifakı ile oluşturulan adayın ismine takılmadan geçmişten beri barış karşısındaki tavırları notlandıracak olursak sıfırdır. Her dönem bu partiler savaşı desteklemiş ve halkların yan yana yaşamasını istememişlerdir. AKP hükümetinin barışa tavrı tamamen demogojik ve barışın etrafından bin entrika ile dolanmaktan ibarettir.

AKP hükümeti eski sistemin devamcısı ve inkarcı savaş suçlusudur

Bu hükümetin üç dönemine de baktığımızda eski sistemin devamı olduğunu daha önce de ifade ettim. Roboski ve diğer katliamların siyasi sorumlusu olmaktan kaynaklı savaş suçlusu konumundadır. Belki monotik tekçi faşist ve savaş suçlusu cumhurbaşkanı isteyenlerin adayı olabilir.

Benim oyum barış’a yani Demirtaş’a olacaktır

Barış aktivisti olarak bu üç adaydan benim seçimim elbette barışın karşısında duran değil her koşulda amasız ve fakatsız barışı destekleyen özendiren ve yaşam felsefesi gören Halkların demokratik partisinin adayı Sayın Selahattin Demirtaş’a olacaktır.

Her kim Cumhurbaşkanı seçimi için sandığa gidiyorsa mutlaka bu kiritere dikkat etmelidir. Neyi, kimi ve nasıl yaşamayı tercih edeceksin, Ortadoğu bugün savaş isteyenlerin, bir arada yaşamın düşmanları tarafından ne hale getirildiğini görüyorsunuz, bu anlamı ile bir barış yanında amasız ve fakatsız duran bir barış aktivisti olarak bu durumu düşünerek sandığa gitmemenizi ve barıştan yana oy kullanmamızı istiyorum. Oyunuz barışa olsun, benim oyum bir arada özgür ve eşit barış içerisinde yaşamaya olacaktır…

Ortak hafıza yürüyüşünde fiyasko

Ortak Hafıza yürüyüşü fiyaskosu ve aktivist tavrı üzerine bir kaç not

İbrahim yaylalı/barış aktivisti

Ortak hafıza yürüyüşü belirtilen manifestosuna teori’ de baktığınızda yüzleşme sürecine olumlu etki edecek bir çalışma idi.Ortak hafıza yürüyüşü koordinatörü V Metin Bayrak’ı bu açıdan düşünmeden destekledim. Ortak hafıza yürüyüşü teknik olarak etaplar şeklinde yapılacaktı. Bu yürüyüşün ilk etabı Sivas-Başbağlar olarak belirlendi.Sivas bölgesi etap’I başlangıçta sorunsuz başladı.Buradan Başbağlar gölgesine yöneldi.

ortak hafiza yürüyüsü fiyasko

Yürüyüş hazırlığı yapılmadan üstün koru yola koyunulmuş..

Sivas-Başbağlar etabı daha Divriği-Kemaliye bölgesi arasında ilk sorunla karşılaştığında maalesef sınavda kaldı.Bu benzetmeyi yapmamızın nedeni ise ortak hafıza yürüyüşü koordinatörü arkadaşın nerede ise sıfır hazırlık ile yola çıkması Kabul edilebilir bir durum değildir.Ortak hafıza yürüyüşü öncesi bir çok komünal örgütlenmiş yürüyüşler gerçekleşti.Bunlardan birini bizim içerisinde yer aldığımız Barış yürüyüşü,Eko-Jin gurubunun yapmış olduğu bir bisikletli organizasyon var.Bizden ve Eko-Jin kolektifi’nin öncesi anadolu yürüyüşü gerçekleşti.Bizim yürüyüşümüz dahil tüm guruplar kendi yürüyüşleri üzerine deneyimlerini paylaştılar.Bu anlamı ile hiç bilmedikleri bir bölgeye bu şekilde hazırlıksız girmeyi gözü kara cesaret ettiler. Yine aynı binlerce insan ve onlarca sivil toplum örgütü Sivas’ta hazır bulunmasına karşın hiş kimseden destek isteme gereksinimi duyulmadı.

Başbağlar’a giderken Divriği-kemaliye güzergahında yardım istemek için girilen şantiye’de nerede ise linç edilmek istendiler.Bu durumun ayrıntılarının mutlaka yürüyüş koordinasyonu bir açıklama yapacaktır.Bu durumdan kurtulmak ve yürüyüşün sahiplenilmesinin seçilmesi yönemde adım yerine, kaymakamlıkla (devletle) hareket edilme yolu seçildi.Kaymakam sahipsiz olan bu yürüyüş için her türlü saldırıyı kendisinde hak olarak gördü.Ortak hafıza yürüyüşçülerine her türlü hakareti etti.’Siz hangi taraftanmsınız ilegal bir sitede (bu site ANF oluyor) haberiniz var’ gidin polis karakoluna oradan beni arayın diyerek yürüyüşçüleri biata zorladı.Başından itibaren adım adım anlattığım yol güzergahındaki alınmayan önlemler bu duruma açık davetiye çıkardı.Kaymakam da bu durumu hakaret ve saldırı için iyi dğerlendirdi.

İnan Suver ve Metin Bayrak’ın yolları ilk ilçede ayrıldı…

Bu bölgeden sonra İnan Suver ve Metin Bayrak yollarının ayrı ayrı sürdürmeye karar verdiler.Bunun nedenini tam bilmiyorum,İnan bana kendi kimliksizlik durumu ile açıkladı ki Bunu Metin başından itibaren biliyordu.Arkadaşını arkada bırakıp gitmesi kabul edilebilecek bir tutum değildir.Metin Bayrak kendi sosyal medyasından da paylaştığı gibi Kemaliye’de yine kaymakamla bağlantıya geçerek Başbağlar’da devletin gerçekleştirdiği resmi törene kendi değişi ile sivil olarak katıldı.Tabii bu neyi değiştirecekse onu de bilmiyorum.Bu tutum ile birlikte aslında yavaş yavaş Yürüyüş koordinatörünü Metin Bayrak’ın da kim ile birlikte hareket edeceği de belirlenmiş oluyordu.Yürüyüş kolunun her başı sıkıya düştüğünde devlet dışı sivil toplum örgütlerine yönelme yerine maalesef Kaymakam’ın kapısı çalınmıştır.Başbağlar katliamı uzun zamandır devletin demogoji yaptığı bir katliam olması ve yüyürüş kolunun nasıl hareket edeceği benim için büyük bir soru kaynağını teşkil ediyordu.Koordinatör ile çok tanışlığım olmadığı için daha çok Vicdani retşi İnan Suver’e Başbağlar’a vardığınızda tavrınız ne olacak bu konuda bir fikrin var mı diye başlayan soru imlerini sıralayıp durdum.Bu tutum aslında ortak hafıza kolunun ve genelinde ise bu kollektif’in felsefesini de ortaya koymuş olacaktı

Başbağlar katliamı devlet mühendisliği ile yapılmış bir katliamdır…

Bu zamana kadar yapılan bir çok devlet terörünün PKK’ye yıkılma istemi her zaman olmuştur.Bugün dahi hala böyle şeyler olmaya devam etmektedir.Devlet’in sistemin bu tür şeyleri yapması normaldır. Fakat yüzleşme adı altında sistem katliamlarını aklama çaılşmalarının içerisinde alınması Kabul edilebilir bir tutum asla değildir.Bilerek bilmeyerek böylesi bir çalışmanın içerisinde olanlar kesimler devlete ya da sisteme hizmet ederler.

Sündüz yaylası katliamı,Lice katliamı,Şırnak katliamı devlet mühendisliği ile yapıldı.

Katliamlar bir halkın ya da bir sınıfın diğer sınıfın toplumsal gelişmesinin önünü kesmek için yapılan bilinçli yönelmeyi ifade eder.Yukarıda isimlerini açtığım katliamlar da öyle olmuştur.Devlet’in 90 lı yıllarda sık sık başvurduğu bir yöntemdi.Daha sonrası ise demogojiye kalmış,her imkanı elinde bulunduran güç olarak devlet,Kürdistan’da yaptığı bir çok katliamı PKK’nin üzerine yıkmış ve senelerce bunun rantı ile varlığını sürdürmüştür.Araştırmak isteyenlere Lice katliamı ile ilgili çok yeni yapılmış ‘lice’nin haykırışı adlı belgeseli tavsiye ederim yönetmenliğini Lice’de katledilen Medeni Yıldırım’ın kuzeni Veysi Polat yapmış ve o dönem katliamı yaşamış olanlar anlatmış,orada türkiye kamuoyunun nasıl aldatıldığını ve devlet terorizminin nasıl yapıldığını gösteren çok güzel bir belgeseldir.Van’ın Bahşesaray ilşesi Sündüz yaylasında gerçekleşen katliamla ilgili de yeni dönemde çalışmalar yapılmaktadır.
Şırnak için ise daha yeni AİHM kararı çıktı ve devlet mahkum oldu.

Devlet dışında kareket eden aktivistler katliamlar karşısında nasıl bir tavır sergilemeli

Barış aktivistleri,insan hakları savunucuları katliamlara karşı nasıl tavır sergilemeliler,aktivistler açısından bu uzun yıllar once aşılmış bir durumdur. Artık Uluslararası sivil toplum örgütleri ve aktivistlerin büyük bölümü tamamen devlet dışı örgütlenmenin en sağlıklı bir örgütlenme biçimi olarak Kabul etmişlerdir.Bizde de uzun uğraşlar sonucu aşağı yukarı artık devletlerin özellikle sınıflı devletlerin her türlü hukuksuzluğu yapabileceği gerçekliğini sol-anarşist çevreler ve Sağ muhafazakar bazı sivil toplum örgütleri tarafından genel kabul edilen bir ölçüttür.En son işlenen Roboski katliamı buna çok güzel bir örnek oluşturmaktadır.Mazlum-der muhafazakar bir sivil toplum örgütlenmesine örnek tekil eder ve sivil toplum örgütlerinin bir arada hazırladığı metnin altında imzası vardır.

Bu rapor genel kabul görmüş olsaydı Roboski’de yapılan saldırı katliam vurgusu üzerinden devam edecekti.Katliamlar açısından bakıldığında bu da sağ muhafazakar örgütlerin de yavaş yavaş devlet ile arasına mesafe koyduğunu göstermektedir.İnsanlık tarihinin evrensel değerlerin oturmasında sivil toplum örgütlerinin devletlerden bağımsız hareket etmesi ile olmuştur.Böylece devlet aygıtı istediği gibi davranmaktan vazgeçmek zorunda kalmıştır.Bizde da bu durum yavaş yavaş oturmaktadır.Böylece aslında aktivistin katliamlar karşısında takınacağı tavır ne yapmak istediğini de ortaya koyan bir emaredir.

Başbağlar aktivistin turnosolu oldu

Başbağlar katliamı yürüyüşün de aslında turnosolu oldu.Ortak hafıza yürüyüşü koordinatörü Metin Bayrak ile yaptığım görüşmede ve paylaştığı sosyal medya da Başbağlar da yapılan resmi törene sivil katıldım açıklaması aktivistin tutumunu da açıkcası ortaya koymuş oldu.Tüm yaptığımız uyarılara ragmen insanlık tarihinin mücadele ederek getirdiği sivil mücadele alanı yerine devleti ve resmi görüşün yanında olmayı tercih etti. Aktivist maalesef yere göre sekil almayı bilerek ya da bilmeyerek tercih etmiş bu tutum ile devlet resmi sööylemini aşamadığı gibi büyük hayal kırıklığı yaratmıştır.Oysa başka seşenekleri mevcut değilmiydi.elbette mevcuttu.

Bu duruma yukarıda örnek verdiğim Roboski katliamı en iyi örneği oluşturur. Roboski katliamında devlet dışı örgütler ve aktivistler Başbağlar’da ki tutumun tersini rahatlıkla göstermişler ve bu anlamda ki çalışmalarını bilimsel şekilde yapmışlardır.Hukuksal anlamda devletin saldırılarını önleyemezlerse de bu katliamın devlet tarafından yapıldığını kamuoyu vicdanında Kabul ettirmişlerdir.Eğer burada sivil toplu örgütleri ve aktivistler ortak hafıza koordinatörünün seçimini yeğlemiş olsaydılar o zaman bu katliam da kapanmış olacaktı.

Ortak hafıza yürüyüşü bu anlamı ile bakıldığında maalesef iyi bir pratik sergilemediği ortaya çıkmaktadır.Bu duruma bilinçli girildi demiyorum,fakat alenen yol ve yönteme bakıldığında devlet söyleminin bile gerisinde kalındığını rakatlıkla söyleyebilirim.Daha once bir çok deneyimi olan kurumlardan destek istenmemesi ve benden istenen deteğin ise yol yöntem üzerine değil sadece destek üzerine olduğu halde her türlü uyarıyı Başbağlar töreninden once yerine getirdiğim halde yanlışta ısrar edilmiş ve böylesi bir görüntü ile karşı karşıya kalınmıştır.Ortak hafıza yürüyüşü aktivisti katliamı yapan devlet ile aynı törende olmaktan asla rakatsız olmamış bu durumu ise ideolojiler üstü olmakla aşıklamadan geri durmamıştır.

Bu vesile ile ilk başta felsefesinden dolayı destek verdiğim ortak hafıza yürüyüşünden tamamen desteğimi çekiyorum.Bir kere daha kendilerini düzetlmeleri için arkadaşları uyarmayı borç biliyorum.

Ortadoğu’da nasıl bir yapı herkesi özgürleştirir

Ortadoğu’da nasıl bir yapı herkesi özgürleştirir

İbrahim Yaylalı

Türk ırkçılarının çıkmazı Kerkük’tür, ırkçıların ve devletin yıllardır ayrıştırmaya çalıstığı ve Türkmenleri yalnızlaştırmaya dönük politikaları iflas etmiştir.Kürt halkı o bölgede yaşayan Türkmenleri de sahiplenmiştir.Türkiye devleti ve faşistler sadece seyretmek ve komik kampanya yürütmekle meşguller..
www.erguven.net-Ulkeler_(22)

Kerkük Türkleri faşizm ile arasına mesafe koymalıdır..

Bu tuhaf yalnızlaştırma durumunu bu saatten sonra Kerkük ya da nerede Türk varsa kabul etmemelidir,Sizi safsatalar ile kandırdılar.onların tek düşündüğü rant ve çıkardır.Ortadoğu bu tür yalnızlaştırma tecrit etme ayrıştırma politikaları sayesinde bugün bu durumu acımasızca yaşamaktadır.

Herkes şimdi Irak’ta üç bölge düşlüyor, Suni bölgesi,Kürt bölgesi ve Şia bölgesi sadece bölgeler üzerinden baktığında olabilir gibi duruyor.fakat biz biliyoruz ki özgürlükler temelinde böyle bir talep yok,Bölgesel güçler ve Türkiye ‘nin çıkarına böylesi gerekiyor.O yüzden aslında olmayan bir şeyi İŞİD ile gerçekleştirmek için bir çaba içerisine girmiş durumdalar..

Petrol özerkliği kaybettirir..

Maliki’nin Şia yönetimi,Kürt bölgesel yönetimi ve İŞİD Sunî bölgesini kabul ettirmek için tüm çabayı sarf edecekler.Buradaki ilişkiler özgürlükler üzerinden belirlenmeyecek,tamamen çıkarlar üzerinden belirlenecek.Petrol her şeyi belirleyecek.enerji savaşları bu temeli ile devam eder ve büyürse her yer yangın yerine dönecektir..

Rojava demokratik özerklik sistemi kazandırır..

Biz uzun zamandır Rojava’daki gelişmeleri takip ediyoruz.Türkiye’nin başından itibaren Rojava’ ya saldırgan tavrını bilmeyen yoktur. İŞİD ve El Nusra ile kaç kez rojava devrimini boğmaya çalıştıklarını gördük.hatta uluslararası güçler bile süriye muhalifleri oluşturma sürecinde bu baskını altında kalarak Kürt özerk bölgesi ile nerede ise hiç bile ilişki geliştirmedi.

Rojava devrimi adeta görünmezden gelindi.İŞİD ve El Nusra çetelerinin yaptığı tüm katliamlar görünmez oldu.Buna rağmen Rojava’da öz yönetim devreye girdi.tüm kışkırtmalara ve diğer şeylere karşı başından beri çağrıcılığını yaptığı,herkesin içerisinde kendisini ifade edebileceği sitemi oturttu.Hiç bir halkı ve inancı dışarıda bırakmadan bunu gerçekleştirdi.

Türkiye çıkarları doğrultusunda özerklik ister..

Irak’ın özellikle Kürt bölgesel yönetiminin olduğu alanda Türkiye devleti hep etkisini göstermiştir.Kürt bölgesel yönetimi üzerinde de etkisi vardır.bölge de yaşayan Türkler üzerinde de etkileri vardır.

Türkiye’ye bir kere daha çıkarları doğrultusunda Kerkük ve Musul türklerini hedef haline getirmiştir.Bölge’deki gelişmeleri takip ettiğimizde bu tavrını sürdürmeye devam edecektir. Türkiye devletini bölgede meşruluğunu sağlayan etken bölge’de yaşayan Türklerdir.Bu zamana kadar her kesim tarafından dile getirilmiş ve bu konu üzerine uzun tartışmalar yaşanmıştır.Türkiye devleti bölge üzerine rant ve çıkara bağlı bakmadığı sürece Türkmenler orada kendi kaderlerine terk edilirler.Bu durum geçmişten bu güne hep böyle olagelmiştir.

Kerkük Türkleri ve Kürt federe yönetimi Rojava deneyimini esas almalıdır..

Kerkük ve Musul Türkleri ve Kürt federe yönetimi bundan sonra nasıl yaşamak istediklerini bir kere daha sorgulamalılar.Eğer bir kere daha çıkarlar üzerinden gidilmeye çalışılan özerkliğin yanında yer alırlarsa,bundan sonraki yaşamlarını hep petrol üzerindeki oyunlar belirleyecek demektir.

Ya da artık nerede ise yüzyıl beraber yaşadıkları Kürtler ile eşit ve özgür temelde bir yaklaşımı esas alarak Rojava deneyiminde olduğu üzere öz yönetim sistemini devreye sokarak,Petrol ya da başlarına bela olan zenginlikleri o zaman tam tersine dönerek,kendi refahlarını büyütme işlevi görecektir.Orta doğu öz yönetim deneyiminin büyümesine çok büyük katkı yapabilirler..

Musul da bir oyun mu var ?

MUSUL’DA BİR OYUN MU VAR

İBRAHİM YAYLALI

Federal Kürdistan yönetimi Irak’ta Sünnilere özerklik istemiş. IŞİD’e kadar aklınız nerede idi? Bu çıkış ile birlikte Musul’a IŞİD çıkışının tezgahı yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Türkiye’nin Maliki’den rahatsızlığını bilmeyen ve görmeyen yok gibidir. Acaba Türkiye, bölgesel ve uluslararası güçler ve bu IŞİD taşeronları ile yeni bir tezgahın mı içerisinde, yeni bir oyunun startını mı verdiler?
musul

Bakın böyle bir oyun var da ve merkezine Kürt bölgesel yönetimi dahil ediliyorsa bu çok tehlikelidir ve kürtlerin birliğini sabote anlamına gelecektir. Neçirvan Barzani Türkiye devletinin söyleyemediklerini mi söylüyor?

Baştan söylemem gerekenleri söyleyeyim. Kürdistan bölgesi ile Şia bölgesi arasında kendi dinamiği ile oluşacak, emperyal güçlerden ve her türlü ırkçılıktan uzak özerk bir bölgeyi sakıncalı bulmam. Sakıncalı bulmadığım gibi rahatlıkla destekleyebilirim.

Fakat böylesi her türlü ırkçılığı içerisinde barındıran IŞİD canilerinin de orada yaşayanların üzerinde Demokles’in kılıcı gibi durmasını da asla savunamam. Hele bu canilere, Kürt halkına karşı Türkiye gibi bir gücün her türlü desteği verdiğini bildiğim bir durumda asla desteklemem.

Cumhurbaşkanı’nın ortaya çıkıp bu durumu tasvip etmediklerini, böylesi boğazlaşmayı doğru bulmadıklarını söyleyip IŞİD’li canilere çağrı yapmak yerine Irak Başbakanı Maliki’ye akıl vermesi kabul edilebilir değil.

IŞİD komutanlarının Türkiye’deki hastanelerde tedavi edildikleri yönünde haberler yapıldı. Suriye’ye silah taşırken yakalanan tırları daha unutmadık. Bu tırları yakalayan savcılara ve polislere soruşturma açıldı. Urfa’nın Ceylanpınar ilçesinde bulunan TİGEM’de herkes bu çetelerin at koşturduğunu iyi biliyor. Ceylanpınar belediyesinin ısrarla BDP’den AKP’ye geçirilmesinin nedeni yine bu çeteler değil midir?

Bunlarla yetinilmemiş gazetelere IŞİD yasağı getirilmiş. İnsan şimdi ister istemez düşünüyor. TC ile PKK arasındaki savaşta birçok esir alma olayı oldu. PKK birçok askeri esir aldı. Devlet’in esirlere yaklaşımı hep küfür şeklinde olmuştu. Eski adalet bakanı Mehmet ali Şahin esir alınıp kurtulan Dağlıca askerleri için ‘Sağ kurtulduklarına sevinemedim” demişti. Tüm devlet erkanı ve siyasi parti liderleri aynı yaklaşımı sergilemişlerdi. Bu tutum izlediğim kadarı ile 90’lı yıllardan günümüze hep aynı minvalde devam etmişti. “Niye savaşmadın, esir düştün, neden ölmedin” şiarı devlet politikası idi.

Musul konsolosluk olayında ise özel hareket birlikleri dahil, tüm kolluk güçleri bir mermi dahi atmadan teslim olmuşlar.

TC için kutsal olan bayrakları burada da indirilmiş ve kimse bunun üzerine konuşamamıştır.

Tüm bu olan bitenler içinse hükümet ve cumhurbaşkanı, önüne gelen herkesi öldürmekten ya da işkence uygulamaktan çekinmeyen IŞİD’e karşı çıkış yerine ağız birliği yapmış gibi Maliki’ye aynı tondan suçlamalarda bulunuyor.

Tüm bu çıkışları yapamayan kişi ‘Mavi Marmara kahramanı’ Recep Tayyip Erdoğan’dır.

Söz konusu ‘ terörist’ olunca hadi askerleri bir kenara bırakalım kendi partilileri hatta kaymakamı bile kaçırılsa PKK’ye tehditler savuran bir zihniyetten bahsediyoruz. IŞİD’i izlemekte hiçbir şey konuşmamakta, konuşanları tehdit edip susturmakta. Bu devlet bu tutumu bir çıkarı yoksa asla yapmaz, hele bu hükümet bu riske asla girmez.

Tüm yukarıdaki verileri bir araya getirdiğimizde Musul üzerinde Türkiye’nin de dahil olduğu bölgesel ve uluslararası güçlerin de dahil olduğu ve merkezinde ise enerji kaynaklarının kontrolü olan bir büyük oyun devreye sokulmuştur. Musul konsolosluğu ve esir alınanalar maalesef devlet için bu büyük oyunun sadece birer figüranı durumundadır.

Buradan bir şey desek de devletin bizi dinleyeceğini düşünmüyorum. Fakat bir kere daha TC devleti ile aynı yatağa girmeye hazırlanan Kürdistan bölgesel yönetimi bu durumu çok iyi değerlendirmeli ve Kürt halkının tarihsel birlikteliğinin bu kadar gerekli olduğu bir dönemde kendi bindiği dala baltasını sallamamalı.

Suriye-Rojava’da halkların ve inançların bir arada yaşaya bileceği bir model oluşurken ve bunun olabileceği gösterilmişken, Musul komplosu yer altı zenginliklerini kontrol edeyim derken, halkların bağrında belki tamiri bir daha mümkün olmayacak kocaman bir yarık açabilir. Birkaç kırıntı ve bu yarık Türkiye devletini mutlu etmeye yeterlidir. Diğer güçler petrolün peşinde iken Türkiye devleti ise Rojava’da yaptığı tarihsel hatayı burada da tekrarlamakta ve halkların birlikteliğini bozmakta.

Türkiye devleti Kürt halkına karşı tarihsel düşmanlığı yüzünden, kendini ve içerisinde yaşayan tüm inançları ve halkları büyük bir ateşin içerisine sürüklemekte.

128.hafta perşembe değerlendirmesi

Roboski 128.Hafta perşembe değerlendirmesi
Roboskililer: Sustukça katliamlar devam edecek.

Roboskili aileler, 128 haftada da adalet taleplerini yenileyerek, Türkiye’de yargı, hukuk ve adaletin AKP iktidarının vicdanında olduğu müddetçe çözümün gelmeyeceğini ve katliamların devam edileceğini belirtti.
128 persembe deperlendirmesi

Şırnak’ın Uludere ilçesine bağlı Roboski köyü yakınlarında TSK’ya ait savaş uçakları tarafından yapılan bombalama sonucunda yaşamını yitiren 34 yurttaşın aileleri, her hafta olduğu gibi bu hafta da çocuklarının mezarı başında bir araya gelerek adalet talep etti. Okunan dualar ardında aileler adına açıklama yapan Hanım Encu, 896 gündür Roboski katliamın hesabını vermeyen AKP iktidarının Kürdistan’da katliamlar gerçekleştirmeye devam ettiğini söyledi. Çocuklarının katledenler, AKP tarafından saklandığını belirten Encu, “Yaşadığımız coğrafya’da 11 yaşındaki çocuk, bir taş attı diye cezalandırıyor ama 34 kardeşimizi katledenleri yargılamıyor. Biz devletin amacının ne olduğunu çok net bir şekilde biliyoruz” dedi.

AKP’nin savaşa hazırlandığının vurgulayan Encu, “Bir yandan barış diyorlar diğer yandan savaş hazırlıkları yapıyorlar. Daha dün Lice 2 yurttaşımızı katleden devlet, bugün sınır boylarında kalekol yapımlarına hız kesmeden devam ettiriyor. Bu nasıl bir barış, böyle barış mı olur? Hem bu halkın çocuklarını katledeceksin hem de kalkıp, biz barış yapıyoruz diyeceksin” diye konuştu.

‘Biz sustukça çocuklarımız daha çok katliam yaşayacak’

Katliamların hesabı sorulmadığı müddetçe hiçbir barışın sağlanmayacağını ifade eden Encu, “Bu ülkede yargının, hukukun ve adaletin AKP iktidarının vicdanında olduğu sürece bir çözüm gelmeyecektir ve çocuklarımız katledilmeyle karşı karşıya kalacaktır. Gezi olayları Lice ve Roboski sadece birkaç örnektir. Ancak öyle görülüyor ki biz sustukça çocuklarımız daha çok katliam yaşayacak ölümlerden hiç uzak kalmayacaklardır. Ne failleri ortaya çıkacak ne de birileri bunları ortaya çıkartacak” dedi.

Şırnak’ta geçtiğimiz gün 3 maden işçisinin zehirlenerek yaşamını yitirdiğini hatırlatan Encu, “Bu ülkede işsizlik sorunları en üst seviyede evine bir ekmek getirebilmek için metrelerce yerin altına giren işçiler ölümle karşı karşıya geliyor. Devlet kirli siyasetini maden ocaklarında da göstermeye devam etmektedir. Maden ocağında yaşamlarını yitiren 3 yurttaşlarımızın ailelerine de başsağlığı diliyor ve Kürdistan’da gerçekleşen katliamların başta Roboski olmak üzere tüm katliamların hesabını soracağız. Bu mücadeleden de asla vazgeçmeyeceğiz, yaşasın hakların kardeşliği yaşasın örgütlü mücadelemiz” diye kaydetti. DİHA

Sahi bayrak neyi ifade ediyor?

SAHİ BAYRAK NEYİ İFADE EDER…

İbrahim Yaylalı[1]

Bayrak ulus devletin en büyük öldürme ve öldürtme aracıdır.Bayrakla kutsanan ölümdür.Bu coğrafya da yaşayan ve Devletin Türk’ünün(Türk halkı değil, uydurulmuş ırkçı değerler ile donatılmış halkların birliğine saldırı aracı olarak kullanılan şey )dışında herkes için bayrak ölümü ve zulmü ifade eder…

bu bayark asla

Kimse bu faşist histerinin çağrısını yapan hükümete kulak asmasın,

Sizi Bayrak için yürüyüşlere çağıranlara sorun Gezi’de öldürülen çocuklararın olduğu zaman bayrak nerede idi.Sizi Bayrak için yürüyüşlere çağıranlara sorun Soma katliamı yaşandığı zaman bayrak nerede idi Sizi bayrak yürüyüşü için çağrı yapanlara sorun Roboski katliamı yaşanır ve çocukların paramparça edilirken nerede idi..

Sistem oyunlarının bir parçası olmayın

Sizin ve bayrağın tek anlamı var hükümetler ve devletler için: Devletlerin ve hükümetlerin sizi katletmedikleri dönemde, başkalarını katletmenin parçası haline getirmek,artık uyanın ve sistemi var eden bir oyunun parçası olmayın..

Bu bayrak için Kürt halkına karşın yürütülen savaşa dahil olmuş birisi olarak söylüyorum.

Bu satırları yazan için belki demogoji yapıyor diye bile düşüneceksin,fakat bunu söyleyecek olan arkadaş bir zamanlar bende bu büyük histeri oyununun bir parçasıydım.Senin yanı başında kim hedef gösterilmiş ise ona karşı hucumda idim.Sonra yeneni asla zulmedennin olmayacağı bir büyük savaşta yerimi almış ve bayrak uğruna neler yapıldığını kendi gözlerimle gördüm.

Ben şahidiyim yer gök hatta dağlar bayraklaşmıştı.Ben de senin gibi önce herşeye bu yeter zananediyordum. Eğer o bayrak altında her gün biri zulume,işkenceye uğramamış olanlara şahit olmasaydım.Bir resim vardır sosyal medya üzerinde dolaşıyor. Bir Kürt gerillası TC askerleri tarafından yakalanmış ve silah zoru ile bayrak öptürülüyor.Onu gördüğüm zaman Gabar dağında bayrak öptürme ve devlete sadık kalacağım yeminlerinin bir ritüel gibi sürekli nasıl zorla yaptırıldığını hatırladım.Çocuğundan-yaşlısına,erkeğinden-kadınına o bayrağı öperken yaşadıklarını düşündüm.

Bayrak onun için sadece kendisine bir şeyleri kabul ettirilirken zorbalık aracı olarak kullanılıyordu. Şimdi kimse kimseyi kandırmasın,bu bayrak kendileri için üretilmiş devlet türkü’nün dışında herkes için çok kötü şeyleri ifade ediyor.

O gün şahit olduğum ve bayrak ile bir başka halka götürdüğüm zulum yüzünden hala rahat uyuyamıyorum.Bu gün ‘devlet Türkü’sün fakat yarın Soma,Gezi,Roboski,Lice olacaksın bunu unutma,bugün seni bohbohlayananlar yarın sana sadece rakam gözü ile bakacaklar ve sen katledilmişken sadece ‘bu işin fıtratında ölmek var diyecekler

Bunu unutma güzel kardeşim,ben bunu büyük bedeller sonucu öğrendim…

1)Roboski’de yaşayan barış aktivisti

Yeni Türkiye argümanı yine bölünme

YENİ TÜRKİYE’NİN PSİKOLOJİK SAVAŞ ARGÜMANLARI YİNE BÖLMEK ÜZERİNE

İbrahim yaylalı (1)

Resime baktığımda ne demokratik bir Diyarbakır karesi diyorum.Demek ki o kadar değil bak Kürdistan’ın kalbinde,Diyarbakır belediyesi önünde ellerinde çocuklarına ait resimlerle,’PKK kaçırdığı çocuklarımızı geri versin’ döviz ve pankartlarla hak arayabiliyorlar.
hizbul-kontra

Kürdistan’ı Türkiye devletini hatta polis devletini bilmeyenler bu fotograf karesine baktıklarında ne demokratik bir ortam var,Bırakın AB birliğine girmeyi direkt Amerika eyaleti olmayı hak ediyor deriz. Tabii belleği olmayanlar için durum böyle,yoksa yüce Tayyip’in ‘Çocuk’ta olsa kadın da olsa gereğini yapacağız’ dedikten sonra dediğini yaptığını herkesin gördüğü bir coğrafyada yaşıyoruz.

Burada Uğur’ların 13 kurşunlu bedeni hala vurulduğu yerden kaldırılmamış gibi taze hatırası olduğu yerde duruyor. Ceylan’ın annesinin etekleri topladığı çocuğunun parçaları yüzünden hala kan kokuyor,binlerce çocuk aynı şekilde katledildi.

Hapishanelerde çocuklara özellikle Kürt çocuklarına hükümetinizin gardiyanları ve müdürleri her türlü fenalığı yapmadı mı.Dilim söylemeye varmıyor.O hapishanelerin isimlerini bile söylemek istemiyorum ki bu durumu yaşayan çocuklar bir daha aynı sahnenin travmasını yaşamasın diye…

Şimdi Diyarbakır belediyesinin önünde nöbet tutan annelerin durumunu tam bilmiyorum. Orada bulunan annelere o yüzden fazla bir şey söylemek istemiyorum.Fakat tüm bu saydığım ve sayamadığım çocukların anneleri Diyarbakır ya da bulundukları kentin valilik binası önüne çadır açsalar ve ölmüş ya da yaşayan çoçuklarını hükümetinizin valilerinden isteseler,TC devleti polisi aynı hoşgörüyü bu annelerimize de gösterir mi bu kocaman bir soru değil aslında, herkes bu sorunun cevabını iyi biliyor.Peki devlet olanaklı televizyonlarınızı ve gazetelerinizi de annelerimize tahsis eder miydiniz ! çok merak ediyorum ?

Annelelere laf söyleyemiyorum,neden mi kim olursa olsun, ünvanı ne olursa olsun anne her zaman çocuğunu dizinin dibinde ister.Cemil Bayık’ın annesi de yanılmıyorsam kanal 7 i di (hükümetin kanalı) oğlunu istiyordu.tövbe istifar et devletine sığın diyordu.

Mesele ne annelerimiz ne de Cemil Bayık’ın annesi tam da hükümetin televizyon kanalında barış sürecinin ya da çözüm sürecinde diyelim olduğu dönemde böyle bir çağrı yapıyordu. Bu bir psikolojik savaş yöntemi,sen bir taraftan oğlu ile çözüm görüşmeleri yapacaksın,diğer taraftan ise böyle ahlaksız bir işe imza atacaksın bu hiç bir yerde kabul görmez.

Aynı akıl yürütmeyi Diyarbakır’da çocuklarına bir şekilde kavuşmak isteyen anneler içinde yapabilirsiniz.Sen hükümet olarak çözüm süreci ile ilgili başından itibaren ne diyorsun,silahlar sustu çocuklar ölmüyor.Bu iyi bir şey değil mi.Elbette bu çok iyi ve çok anlamlı bir durum.Peki bu sürecin devamı bu şekilde duyguları sömürerek kontra faaliyetlerin içerisine girerek mi getireceksin.Bu ne lahana bu ne turşu demezler mi.

90 yılların ortasından bu yana iyi kötü tüm olanların tanığıyım.Bu tür hokkabazlıkların hepsi daha önce denendi.Otuz küsür yıl deneumedik oyun bırakmadınız, hatta yüzyıl da diyebiliriz. İnsanlar öldürüldü,köyler yakıldı. Hizbul- kontra devreye sokuldu.Hatta iyi polis kötü polis oyunu oynadınız.Buna en iyi örnek Gaffar Okkan diyebiliriz.Sizi yıllarca Kürt hareketinden (PKK) kurtaracağız dediniz fakat işin böyle olmadığını biliyor fakat gizlemeye manupule etmeye çalışıyordunuz.Bu yalanla kaç iktidar varlığını sürdürdü ve ömrünü tüketti unutmayın

Samimiyseniz yine birilerini bölerek birilerini birilerine hasım etme politikalarını bırakarak oturduğunuz çözüm masasına samimi şekilde devam ediniz.Lanet koruculuk ve Toplumu bölme teorisi olarak ortaya çıkardığınız Hizbul-şeytan ile bu Kürt toplumunu bölmeyi yeğlediniz başaramadınız.

Siz önce Kürt toplumu ile diğer toplumları birbirinden tecrit ettiniz,daha sonra sömürgeci politikalarınız gereği,Kürt toplumunda da yukarıda dediğim şekilde aynı politikaları uyguladınız.Bu politikalarınızın canlı şahidi olarak sizin eseriniz olan bir çok izole programının tanığıyım.hatta sanığı da oldum.

Bölge’de insanları politikalarınız gereği böldünüz.Çocuklar bile sizin bu sömürgeci politikalarınızın sonuçlarını yaşıyor.Korucu çocukları korucu olmayan kişilerin çocukları ile oynayamıyor.Herhangi bir olay olduğunda bu çocukların babası ya da annesi korucu olarak suçlanarak bulundukları toplumdan tecrit ediliyorlar.

Sizin güdümünüzdeki siyasi islam ya da kontra-islam Hizbul-kontra gerçeği de aynı burada,Yeni Türkiye döneminde aşiretler sırf devlet tarafından hizbul-kontra’ya örgütleniyor.Şırnak’ta Tatar aşireti geçmiş dönemde sizim korucu ordularınızı temsil ediyordu.Bu seçimlerde ne görelim eski dönemde başka türlü kullandığınız bu gücü şimdi ise hüzbul-kontra’nın sivil versiyonu olan Hüda-par içinde örgütlediğinizi gördük.Bölgede Bir hizbullahçı ile normal bir yurttaş zora düşmediği sürece asla konuşmaz. Nedenini ise Batman,Cizre Diyarbakır’da ve diğer bölgelerde devletinizin servis ettiği ölümler yüzündendir.Bu böl parçala yönet yöntemine verecek örneğimiz o kadar çok ki buna bu yazımızın formatı yetmez.

Siz şimdi yukarıda toplanmış ellerinde resimleri olan annelere iyilik yaptığınızı mı düşünüyorsunuz. Yarın siz gerektiği kadar duygu sömürüsünü yaptıktan sonra, almak istediğinizi aldıktan sonra orta yerde o anneleri bırakıp gideceksiniz.Peki bu anneler nerede yaşayacak.Bu ailelere ne muamelesi yapılacak,bunları oturup düşündüğünüzü zannetmiyorum.Yeni Türkiye paradigması ile yaptığınız iki plan var 1)Süreçte üstün olmak 2) Buradaki toplumu iki kampa ayırarak Kürt halkının birlik duygusuna azaltmaktır.

Bu tür kumpasların içerisinde aileleri mağdur etmek yerine,sürece samimi yaklaşırsanız, belki tümü ile olmasa da kısmı bir şeyler sağlanabilir ve demegoji yerine tüm anneler için güzel bir şey yapmış olursunuz.

Fakat Gezi direnişinin orta yerinde bakkala giden çocuğu öldürüp ardından ‘terörist çocuk’ muamelesi yaparken,diğer taraftan mısır’da bilinçli bir eyleme katılmış çocuğu kutsarsanız, ya da ‘çocuk ta olsa kadın da olsa’ gerekeni yapılacaktır deyip çocukları öldürüp ardından Diyarbakır belediyesi önünde tertip gibi şeylerin içerisinde yer alırsanız size kimse inanmaz

1) Şırnak-Roboski’de yaşayan barış aktivisti

Gülyazı Alayında kalekol yenilemesi ?

Gülyazı Alayında kalekol yenilemesi ?

gulyazı alayında kalekol calısması

Şirnex’in Türkiye-K.Irak (güney Kürdistan) sınır köyü olan Roboski köyünün yaylasında bulunan 15 no’lu sınır taşının olduğu bölgede 17’si çocuk olmak üzere sivil 34 köylü Türkiye devletine bağlı savaş uçaklarının bombalaması üzerine yaşamlarını kaybetmişti. Roboski yaylasında gerçekleşen bu saldırının alt-üst hiyerarşisi araştırılmış ve sorumlular ortaya çıktığı halde hiç kimye yargılanmamış ve Roboski dosyası takipsizliğe bırakılmıştı.

Otuz dört sivilin yaşamının kaybettiği saldırıda, Gülyazı alayının da sorumluluğu ortaya çıkmıştı. Sivil toplum örgütlerinin hazırladıkları raporda da, TBMM Uludere alt komisyonunun yaptığı çalışmada da belirtildiği üzere,Gülyazı alayı K.Iraktan gelen Roboski ve Bejuh(Gülyazı) köylülerinin önünü keserek katliam bölgesinde kalmaları sağlanmıştı.Çözüm sürecinin başlamasından sonra da defalarca Roboski köyünde bulunan 15 no’lu sınır taşının olduğu bölgede provokasyonlara girişmiş fakat Roboski ve çevre köylerin sakinleri tarafından bu provokasyonlar önlenmişti.

Roboski köylüleri bir çok kez protestolarını Gülyazı alayının önünde gerçekleştirmişti.Roboski katliamında sorumluluğu bulunan bu alayın köylerinden kalması gerekliliğini vurgulamışlardı.

Gülyazı alayında bir haftadır hummalı çalışmalar olduğu gözlemleniyordu .İş makinaların ve büyük iş kamyonlarının yoğun gidip geldiği köylüler tarafından aktarılıyordu.Köylülerin yoğun tepkisine rağmen Gülyazı alayının bir yere gitmediği gibi,son süreçte hız almış olan yeni Kalekollar ve eski karakollarında yenilenmesi ihalesine dahil olduğunu dört yükselen devasa kule iki bina ile görülmüş olundu.

Gülyazı Alayındaki bu hararetli ek bina ve kulelerin yapılması köylüler tarafından savaş sürecine hazırlık diye yorumlanırken ,burada yapılan bu çalışma büyük tepkilere neden oldu

Soma ne kadar Roboski’ye benziyor değil mi?

Soma ne kadar Roboski’ye benziyor değil mi?
İbrahim yaylalı
ibrahimyaylali@outlook.com
roboski soma

Bir buçuk senedir Roboskili aileler ile birlikte bir başka Soma vakası olan failleri belli olan Roboski katliamı için adalet mücadelesi vermekteyiz. Bu mücadele hattının bize getirdiği deneyimler ışığında Soma katliamını ele almaya çalışacağım.

Yaşamlarını yitirenlerin yakınlarına Roboski’de devlete karşı mücadele ederken karşılaştığımız saldırılara karşı nasıl cevap olabildik, onun üzerine kısa bir deneyim aktarımı yapmaya çalışacağım.

Yaşamını yitiren işçilerin gömüleceği yerin resmine doğru şekilde bakıldığında Soma’nın ne kadar Roboski’ye benziyor olduğunu göreceğiz. Hele o yan yana sayılarak bitmeyecek mezar görüntüleri? Umarım direnişleri de bir o kadar Roboski ailelerinin ve halkının verdiği mücadeleye benzer.

HÜKÜMET HER TÜRLÜ ÇABANIN İÇERİSİNE GİRECEK

Hükümet öncelikle ailelerle birlikteyiz mesajı vermek için Somalıları ziyaret edecek, bu birinci aşamayı gerçekleştirdi. Somalı aileler Başbakan’a ve kabinede yer alan bakanlara tepki gösterdi. Bu birinci aşama biraz daha sürecek, kamuoyunda tekrar itibar kazanmaları için Soma halkının onları kabul etmesi gerekiyor. Bu olmaz ise yaptıkları katliamı kamuoyunun unutmayacağını iyi biliyorlar.

Bu konuda aileler mutlaka bir araya gelmeliler ve ortak hareket etmeyi sağlayabilmeliler.

Bunu neden söylediğimi aşağıda ifade etmeye çalışacağım. Fakat mücadelenin diğer aşamaları düşünüldüğünde bu evrede hükümete karşı birlikte harekat geliştirmek çok önemlidir. Hükümet ailelerin birliğini bozmak için birçok mekanizmayı devreye soktu. En önemlisi sizin yanınızda ve sonuna kadar adalet mücadelesini beraber vereceğiniz kurumları size karşı anti propagandasını yaparken, sizi adalet mücadelenizden uzaklaştıracak tüm kurumları Soma’ya seferber etti.

KATLİAM BÖLGESİNİ TECRİT ALTINA ALACAKLAR

Her türlü yolu deneyecekler, yerel idarecileri ve AKP işbirlikçisi iş adamları ve sivil toplum örgütlerini devreye sokacaklar, tepkilerin dinmesi için o bölgeyi mutlaka tecrit altına alacaklar. Bu tecrit bölgesini sadece katliamda yaşamını yitiren aileler bir araya gelmesin diye hükümet yanlısı kesimler geçebilecekler. İsmailağa tarikatı buna örnek olabilir. Mazlum-der bölgeyi raporlamak için günlerce bölgeye girmeyi beklerken İsmailağa tarikatı ellerinde bildirilerle kaderinize razı olun diye sokak sokak ellerini kollarını sallayarak gezebilmekte.

SİVİL TOPLUM ÖRGÜTLERİ GÖREVE

İHD, MAZLUM-DER ve TMMOB gibi sivil toplum örgütlerinin Roboski’de olduğu gibi Soma’da da birlikte hareket edip katliam bölgesinde yaşananları raporlaştırması çok önemli. Hükümet yaptığı, ortağı olduğu katliamın üstünü kapatmak için kendi raportörlerini çoktan devreye soktu. Soma’da yakınlarını kaybeden ailelerin hukuken tutunabilecekleri bir alan oluşturmak sbu tür örgütlerin birlikte çalışmaları ile mümkündür.

Aileler katliamı çok iyi bilmekte. Onların olanları anlatabilmeleri için hükümet tarafından oluşturulan ‘bu sizin kaderinizdir, bu durumu böyle kabul edin’ algısını değiştirmemiz gerekmekte. O zaman geri duran, korkudan konuşamayan aileler artık konuşmaya başlayacak ve adalet mücadelesinde yerlerini alacaklardır.

HÜKÜMET MÜCADELEYİ DURDURMAYI DENEYECEK

Sabah’taki haber göre, Soma’da hayatını kaybeden işçilerin ailelerin tamamına haziran ayı içinde ölüm aylığı bağlanıyor. Roboski’de olduğu gibi yine kan parası devreye sokulmuştur.

Tabii iş hukuku gereği olan haklar saklı olmak üzere konuşacağım. Roboski’de bir süre her şey ‘terör’e bağlanmaya çalışıldı, tutmayınca ‘kaza’ denilmeye başlandı ve ardından tazminat yani kan parası devreye girdi. Aileler bu paranın yüzüne dahi bakmadılar. Soma’da olan da ne kaza ne de cinayet bence olan katliamdır. Dillerde şiar haline gelenn ‘Roboski’den Soma’ya hesap sormaya’ sloganının boşuna üretildiğini düşünmüyorum. Soma düpedüz katliamdır. Bu yüzden Başbakan da dahil çalışma bakanı ve enerji bakanı ve Soma şirketinin sahibi, yöneticileri ve diğer sorumlular katliamdan yargılanmalıdır. Soma’da adalet mücadelesi bu minvalde gelişmelidir. Hükümet adına önerilen kan parasına aileler mutlaka karşı çıkmalı, bu aynı zamanda psikolojik olarak adalet mücadelesinde üstünlüğü ele geçirmeye olanak verecektir.

ÖNCE ÖLDÜRECEK SONRA ŞEHİT ŞEHİT İLAN EDECEKLER

Roboski’yi duymayan kalmamıştır.28′.nde katliam oldu ve ardından derin bir sessizlik genelkurmayın açıklama yapması ile birlikte gazeteler yazmaya, televizyonlar konuşmaya başladı.Yorumlar ise Soma başlıklarına benziyordu.

Önce ‘ Terorist mi kacakcı mı’,’bunlar teroristlerin maşası, ‘ PKK’nin oyunu’ bitmek bilmeyen manipulasyon yontemleri kullanıldı.Tüm olanlar gerçekliği ile ortaya dökülünce bir süre sonra sivil şehitlik kavramı Roboskililer işin genişletilerek birden şehit ilan edildiler.Hem de içişleri bakanı sağ olsalardı yargılanacakardı demesine rağmen şehit ilan edildiler.

Somada da bu durumu açıkca kullanacaklar,şimdiden televizyonlarda Faruk çelik’in ağzında bir lutüf gibi dolaşan Somada ölenler şehit kabul edilecekler mi yoksa soruları tamamen Somalı ailelerin önünde mücadelelerini kırmak anlamında bir yöntem olarak durmaktadır.

KAN PARASI TUTMAYINCA SALDIRMAYA YÖNELECEKTİR

Roboskili ailelere de bu sırlama ile saldırılar gerçekleştirildi. Roboski aileleri parayı almayı ret edince hemen ardından hükümet yetkilileri, ‘PKK-BDP verdiğimiz paraları aileler almasın diye baskı yapıyor’ yaygarası kopardı. Hatta bununla yetinilmedi ‘daha ne istiyorlar, normal verilmesi gereken tazminatların çok üzerinde para verdik’ dediler. Para sisteminin bir parçası olan AKP hükümeti ailelerin sadece adalet isteyebileceğini akıllarının ucuna dahi getiremediler.

FİZİKİ SALDIRILAR BAŞLAYACAK

Somalılar, Başbakan tarafından tokatlanan yakınlarını ve müşaviri tarafından tekmelenen o genci asla hafızalarınızdan çıkarmamalı. Bu saldırılar gözdağı vermek içindir. ‘Eğer mücadele etmeyi seçerseniz sizi bunlar bekliyor’ deniliyor.

SOMA ROBOSKİ’YE MÜCADELEDE DE BENZEYECEK Mİ?

Roboski aileleri belki olanak olarak Somalı ailelere göre bir nebze de olsa şanslı, sivil toplum örgütleri ve BDP sonuna kadar Roboskili ailelerin yanında yer aldılar ve haftasında katliam sivil toplum örgütleri tarafından raporlaştırıldı.

Bölgenin politik atmosferi duruşlarının netleşmesinde büyük önem arz etmekte. Fakat yine de Roboski ailelerinin başından itibaren katliamcılara karşı net bir duruşu olmasa ne sivil toplum örgütleri ne bölgede bulunan BDP hiçbir şey yapamazlardı.

Soma başarır ise Türkiye halkı demokrasi ve emek mücadelesi de kazanır.

Soma’da katliama maruz kalmış işçi ailelerinin yakınları yaşadıkları bölge itibarı ile maalesef dezavantaj ile adalet mücadelelerine başlayacaklar. Bulundukları bölgede sınıf mücadelesi çok silik ve Soma’da adalet mücadelesi verecek olanlar ile mücadele yürütecek bir parti bulunmamakta. Hatta basın ve medyaya yansıdığı kadarı ile birçok ailenin kafası ise karışık durumda. Bunun elbette tarihsel açıklamaları mevcut, hatta Kürt ve diğer farklı halk ve inançlara karşı inkar siyasetinin bir parçası olarak da bu durumu yaşamaktalar.

Bu durum Soma halkı için dezavantaj oluşturmakta. Yine de Soma’da adalet mücadelesi yürütecek olan ailelerin tüm yukarıda söylediğim engelleri tek tek aşmaları halinde Türkiye hallı, işçi sınıfı ve tüm halklar bu süreci kazanabilecek, çok büyük mevzi elde edeceklerdir. Soma’nın işi Roboski’ye göre zor olmakla birlikte eğer süreç kazanılabilirse Roboski’den daha etkili bir dinamik yaratacağı ortadadır.

Türkiye koşullarından dolayı sadece ailelere seslanmeyi daha uygun buldum, çünkü burada motor güç tamamen aileler olduğunu düşünüyorum. Burada aileler birçok şey ile hesaplaşmak zorundalar, yıllarca oluşturulmuş şovenizme karşı bayrak açmak zorundalar, dinin siyasallaşmasına karşı da tavır almak zorundalar. Bu Soma’da yakınlarını kaybeden ailelerin mücadelesinde en büyük engel olarak duruyor. Tüm bunların aşılmasıyla Soma’nın Roboskileşerek adalet mücadelesinde yerini alacağını umuyorum.

Bu arada Roboski’li aileler eğer engelleyici bir şey olmazsa bu hafta sonu taziye için Soma’ya gidiyorlar. Bu bence tarihi bir buluşma da olacaktır.

Ben de buradan Soma’da yakınlarını kaybetmiş olan işçi ailelerine başsağlığı diliyorum.

http://www.demokrathaber.net/soma-ne-kadar-roboskiye-benziyor-degil-mi-makale,7674.html

19 MAYIS PONTOS SOYKIRIMI KABUL EDİLSİN

Pontos Bağımsızlık Hareketi ve Pontos Soykırımı
Posted in Gündem

pontos1Pontoslular 19 Mayıs bir kara gün olarak anımsanmakta ve 19 Mayıs’ı Pontos Soykırımı olarak sembolize etmektedirler. Birçok uluslar arası kuruluş ve bir çok ulusal ve federal parlamentoda 19 Mayıs Pontos Soykırımı olarak kabul edilmiştir.

pontos1

Roza Luxemburg, 1. Emperyalist Savaş sırasında Osmanlı devletinin yeniden dirilişinin Almanlarca üstlenilmiş olması, ölüyü cilalamaktan başka bir şey olmadığını ifade eder. Osmanlı son günlerini yaşamaktadır. İmparatorluğun Türk unsuru gibi diğer unsurları da başlarının çaresine bakmak istemektedirler. Bu unsurlardan biri de Pontoslulardır. İmparatorluğun Türkler dışında kalan unsurları Alman sömürgesi olmak istememektedir. Almanya’nın İmparatorluğu yeniden şekillendirmesinde bu unsurların yeri yoktur. Kardeşlik terk edilmiş yerine düşmanlık dolu dizgin yol almaktadır. Bunun başını da Alman İmparatorluğunun askeri güçleri yanında ekonomik güçleri başrolü oynamaktadırlar.

Dido Sotiriyu’nun aktardığı Filistin’de Alman Bankasının dağıttığı bir bildiri her şeyi ortaya serdiğini söyleyebiliriz: “Biz Türkler eğer acı çekiyor ve aç kalmışsak nedeni, elimizdeki zenginliğimizi çalan ve ticareti de elimizden alan gavurlardandır. Daha ne kadar bu duruma göz yumacağız. Mallarını boykot edin ve onlarla her türlü alışverişi durdurun. Onların arkadaşlığından ne umuyorsunuz? Onlara bunca sevgi ve kardeşlik sunmanın karı nedir? Pontos pazar için üretim yapan Osmanlı’nın en gelişmiş bölgelerinden biridir. Ayrıca deniz ulaşımının kolaylığı ve bu ulaşım sektörünün de aktörleri olan Pontoslular eğitimli ve açık fikirli insanlardır. İster Yunanca isterse de Türkçe konuşsunlar bu Hıristiyan halk yalnızca bu özelliklerinden dolayı (dinlerinden dolayı) Lozan antlaşmasına göre 1924 yılına kadar yaşadıkları toprakları, yani 3 bin yıldır emek verdikleri, ekip biçtikleri toprakları geride bir tek kişi kalmayacak şekilde terk ederek başta Yunanistan olmak üzere gezegene mülteci olarak ve örgütsüzce yayılmaya mecbur bırakılmışlardır. Her iki kişiden birinin kaybolduğu, kalanların da bir dönem bağımsızlık düşleriyle uğrunda mücadele ettikleri ülkelerini artık katliamlar ve kovulmayla anımsamaktadırlar.

Pontos’un Politik Örgütlenmesi

Pontos Hareketinin başını çekenler, gerek mizaçları gerek siyasi bağlılıkları bakımından birbirlerinin tam zıddı olan iki din adamıdır. Amasya Metropoliti Ghermanos (Germanos) Karavangelis ve Trabzon Metropoliti Chrisanthos (Khrisantos). Germanos Yunanistana bağlı bir Pontos fikri geliştirirken, Barışçıl ve uzlaşmacı bir çizgi izleyen Khrisantos diğer halklarla birlikte bağımsız ya da eşitlikçi-otonom bir Pontos fikrinin savunucusu olarak mücadele etmektedir. Pontos Cumhuriyetinde sosyalistlerin de var olmasına rağmen, harekette belirleyicilik daha çok bu iki din adamının kişiliğinde şekillenmiştir.

Pontos, 1916 ile 1918 arasındaki dönemde yarı bağımsızlığı tatmış ve Türk – Yunan Savaşına kadar (1922) politik mücadelesini sürdürmüştür. Bağımsızlık mücadelesi ideolojisinden farklılaşanlar kaçak ve Yunanlıları dinleyenler olarak karakterize edilirler. Her ulusal harekette olduğu gibi, Pontos sorununun kaynağı ekonomik güç ile siyasi güç arasındaki çelişkidir. 19.yy’ın ortalarından itibaren Karadeniz’deki ticaret büyük bir gelişme gösterir. Tütün, Fındık gibi ürünlerle kapitalist Pazar için üretim yapılmaktadır. Ekonomik güç ister istemez siyasi talepleri de harekete geçirecektir. Pontos aydınlarının ulusal Helen ideallerini benimsemeleri 19.yüzyılın ikinci yarısına dek gider ve 1870’te İstanbul’da yayınlanan Pontos’la ilgili bir kitapta bu inancın hayli kökleştiği görülür. Pontos hareketini 19 yy’ın ilk yarısına kadar götürenler de bulunmaktadır.

Ancak, Balkan savaşlarına kadar da Pontos’lu aydınlarda hakim olan görüş: Türklerle barış içinde ve işbirliği ile bir Türk Pontos Birliğinin yaratılmasına ilişkin yanılsamadır. Bu düşüncelerin yayılmasında Trabzon Metropolitani Khrisanthos’un Doğu Partisinin görüşlerinin katkısı önemlidir. Balkan savaşları sonunda Jöntürkler artık Osmanlıcılık maskesini çıkarmış Türkçülük temelinde toparlanmaya başlamışlardır. Balkan savaşları, Türk Milliyetçiliğinin zincirinden boşalmasına etken olacaktır.

Meşrutiyetle beraber Gayrimüslimlere de askerlik yükümlülüğünün getirilmesiyle birlikte bölge halkının askerliğe tavrı göze batmaya başlar. Zaten Bölge halkının zenginliği de İttihatçıların gözlerini kamaştırmaktadır. Bölge halkı da askere gidip amele taburlarında kırılmak istememektedir. Aslında asker kaçakları Türkler dahil her milliyetten ne kadar varsa Pontos’lularda da aşağı yukarı aynıdır. Balkan savaşlarıyla birlikte başlayan ve Anadolu köylüleri tarafından bir bütün olarak hiç de iyi karşılanmayan seferberlik, kilise ve okulun propagandasının kurtarıcı olarak tanıttığı ordulara karşı savaşmaları söz konusu olduğundan Pontos’lular tarafından daha da kötü algılanmıştır. O tarihe kadar silah altına alınmamış, sadece donanmada angarya hizmetlerinde çalıştırılan Pontos halkının düzenli orduya besledikleri nefretle, ulusal duyguların bunda ne kadar etkili olduğunu birbirinden ayırmak zorsa da, savaşın ilk aylarında askerlerin ordudan kitlesel bir biçimde kaçtıkları bir olgudur.

Silahlarıyla ya da silahsız olarak memleketlerine dönen köylüler, köylerinde yaşamaya cesaret edemezler ama, yine de ailelerini korumak ve tarla işlerine yardımcı olmak amacıyla köylerinin civarında kalırlar. Böylece bölgede silahlı birlikler kendiliğinden kurulur.

Hükümetin bölgede Balkan göçmenlerinin bir bölümünü yerleştirmeye çalışmasıyla, olayların ikinci bir aşamasına geçilir. Pontos köylülerinin, göçmenleri kendi köylerine kabul etmemekte kararlı olmaları, otoritelere ilk başkaldırı eylemlerini başlatır. Bu durum karşısında hükümet 1915 sonbaharında, olaylara en fazla karışan ve göçmenlerin yerleştirilmesini önlemiş olan köylere karşı ( Ökse, Çirahman ve Tevkeris) ilk cezalandırma harekâtına girişilir. Köyler ateşe verilir, nüfus dağıtılır ve işe yarar erkekler, en tanınmışı Vasilis Anthopoulos-Vasil Usta olan şeflerin etrafında örgütlenmeye başlayan silahlı gruplara katılırlar. Çok sayıda silahlı gruplar Bafra Nebiyan bölgesinde toplanırlar.

Pontos Gerilla Hareketi

Daha 1914’lerde Türk Ordusundan kaçan (ister bir dönem askerlik yapıp kaçan isterse de askere hiç gitmeyip kaçak durumda olan) birçok Pontus’lu dağlara sığınmışlardı. Ancak gerilla gruplarının oluşması Türklerin Batı Pontosluları yok etmeye başlamasından sonra özellikle de 1916 dan sonra baslar. İlk başlarda birbirinden habersiz ve daha çok köy savunma gruplarıydılar. İlk gerilla gruplarından birisi Vasili Anthopoulos’nun 3 Temmuz 1916 da Sivas ta oluşturduğu gruptur. Genel görüşe göre, Rusların ilerlemesiyle birlikte Pontos’ta bir genel devrim öngörülmektedir.

Ancak Rus ordusunun çakılıp kalması ve Pontos bölgesini bütünüyle işgal edememesi Anthopoulos’un da bütün planlarını alt üst eder. Zamanla Anthopoulos ile Ruslar arasında bir görüş ayrılığı ortaya çıkar; Vasilis Anthopoulos hemen yapılacak müdahaleden, Ruslar ise Türk ordularının uzun dönemde oyalanmasından yanadır. Sonunda Rusların onu oyalamalarından endişe eden Vasilis Anthopoulos, 24 Eylül’de büyük bir darbe indirmeye karar verir. 80 adamıyla hem bir cezalandırma eylemi hem de Rusları etkilemeyi amaçlayan bir eylem tasarlayarak harekatı başlatır. Vasilis Anthopoulos ve adamları Türk köylerinden geçerken Hıristiyanlara eziyet ettikleri varsayılan insanları öldürüp evlerini yakarlar. Ordu yakınlarında, Askeri birliklerle yapılan çatışmanın ardından Vasilis Anthopoulos’un birlikleri çatışmayı kaybederler ve Anthopoulos 9 adamı 18 Ekim’de Trabzon’a sığınır; Vasilis Anthopoulos, savaşın sonuna kadar Trabzon’da kalacaktır.

Türklerin bu olaylara iki farklı tepkisi olacaktır: Türk çetelerinin giriştikleri karşı saldırılar ve sürgün. Bunlardan birincisi daha çok yerel kuvvetlerin eseri gibi görünmektedir. Müslümanlar arasında da Hıristiyanlar kadar asker kaçağı vardır ve İttihat ve Terakki Partisine bağlı eşraf, partinin milliyetçi ilkelerini uygulamaya koymaya hazırdır. “Giresun ve civarında Rumculuk Faaliyetlerini önleme görevi asker destekli sivil güçlere verilmiştir. Bunlar arasında en ünlüsü, İttihat ve Terakki mensubu Topal Osman ve yardımcılarıdır”. Osman Ağa, yerel eşraf ve yönetimin desteğiyle, hiç bir engellenme ile karşılaşmadan Hıristiyan nüfusu etnik arındırmaya tabi tu­tmaktadır. Bütün bu kanun kaçakları ve ca­niler, hiç bir yasaya aldırmadan serbestçe hareket etmektedir.

Burada kısaca Topal Osman’ın bölgedeki faaliyetlerinden söz edelim: Topal Osman’ın bu nevi faaliyetleri sırasında yaptığı uygulamalar, mülki makamlarda hoşnutsuzluk yaratmıştır. Başta Trabzon Valisi Cemal Azmi olmak üzere, Giresun Mutasarrıfı da Topal Osman’ın hükümet işlerine müdahale ettiğini ve 37. Fırkaca himaye olunduğunu belirterek, Osman’ın Giresun’dan kaldırılmasını isteyen şikâyet yazı­larını 3. Orduya İletmişlerdir. Mülki makamların 37. Fırka’yı da suçlayan bu yazısından sonra Topal Osman, ifadesi alınmak üzere Sivas Divanı Harbi’ne çağrılmış ve onu getirmekle de Menzil Müfettişliği görevlendirilmiştir. Bu defa 37. Fırka Kafkas Kolordusu Komutanları, Orduya Topal Osman’ı müdafaa eden ve mülki makamları suçlayıcı yazılarıyla Osman’ı Divan-ı Harpten kurtarmak istemişlerdir. Bilhassa 37. Fırka Komutanı tarafından 3. Orduya yazılan yazıda onun Fırkaya pek çok hizmet etti­ğini, Balkan Muharebesi esnasında aldığı yarası hala kapanmamışken, yaranın tesiriyle cansız bir ceset halinde sürüklediği bacağını, iştirak eylediği gaza için bir işaret sayan Osman’ın adî bir mücrim gibi gö­rülmesinin doğru olmayacağı belirtilmiştir. [Osman Ağa’yı himaye eden Pertev Bey’dir. Pertev Bey, 1913-14 yıllarında Eğe’de Rum kökenli yurttaşlara uygulanan terör’ün elebaşılarından biridir. Pertev Bey (Demirhan) Kemalist dönemde generalliğe yükseltilecektir.]

Bütün bu savunmalara rağmen Topal Osman’ın, 3. Ordu Komutanlığından ısrarla Sivas’a celbe dilmesi istenmiştir. 25 Ağustos 1936’da Sivas Divanı Harbi’nde muhakeme edilen Osman Ağa bir süre gözaltında kalmış, dönüşünde tekrar çetesinin başına geçen, Mütareke sırasında yeniden kovuşturmaya uğrayan Topal Osman devamlı kaçmak ve saklanmak zorunda kalmıştır. Karadeniz Böl­gesindeki Pontoslular da yeni vasattan yararlanıp, bir Pontus devleti kurma ha­zırlıklarına girişmişlerdir. Bu defa da bölgede direniş teşkilatı kurmak isteyenler Topal Osman ve adamlarına müracaatla yardımını istemiş­lerdir. Topal Osman sert metodlarla Pontos çetelerini ezmiş, Gire­sun’dan Samsun’a kadar uzanan bölgenin hâkimi olmuştur. Bu olağa­nüstü dönemde 17–18 Ocak 1919 yılında toplanan Kars Kongresi’nde Giresun’da kurulması kararlaştırılan müdafaa örgütünün teşkiline Os­man Ağa memur edilmiştir. Bu arada Belediye Başkanlığı’nı da uh­desine alan Topal Osman, 17 Mayıs’ta İzmir’in işgalinden iki gün sonra Giresun’da büyük bir miting tertip ettirmiştir. O sıralarda Sam­sun’a çıkan Mustafa Kemal Paşa tarafından Havza’da kendisiyle görü­şüldüğü ve bu bölgenin emniyetinin sağlanmasıyla görevlendirildiği bazı kaynaklar tarafından tespit edilmiştir.

Topal Osman bölgede bir terör unsurudur. Öyle ki Giresun Alayının 3. taburunun Ordu Sancağına geleceğinin haber alınması bile eşrafı telaşa düşürmeye yetmiştir. Ordu Mutasarrıfı Merkez Ordusu kumandanı Nurettin Paşa’ya endişelerini bildirir. Ordu eşrafının Osman Ağa’dan korkuları boşuna değildir. Osman Ağa’nın teröründen Türkler de nasibini almaktadır. Osman Ağa birliklerinin Tokat’ta ve Mecitözü’nde de bir çok köye tecavüzleri şikayet konusu olur. Yine bölgede Rizeli Hafız Efendi idaresindeki 150 kişilik müfrezenin uygulamaları Ordu’da şikayet konusu olur. Hafız tutuklandıysa da kısa süre sonra serbest bırakılıp Batı Cephesine yollanır. Düzenli birliklerin de uygulamaları Osman çetesinden farklı değildir. Yine Tokat’ta Jandarmaların erbab-ı şekavete rahmet okutturacak eylemleri Merkez Ordusuna şikayet edilir.

Pontos silahlı birliklerinin basındaki en önemli isimlerinden (askeri lider de diyebiliriz) biri de Andon Paşa dır. Esi Pelagia ile birlikte Pontus gerilla birliklerini yöneten Andon Paşa Pontos köylerini savunurken, bir yandan Türk devletinin diğer yandan da Türk çetelerinin en önemli korkularından biri haline gelir. Türk devleti basına 50.000 lira ödül koymuştur. Andon Paşa gerilla birlikleri için birleştirici bir öğedir aynı zamanda. Kendisi 1917 yılında öldürülür ancak eşi (ki kaptan Pelagia olarak anılmaktadır) 1923 yılına kadar da yoluna devam eder. Sovyet yazar N. Novitsef “Vaprosi Istorii” adli kitabında Bati Pontos’da taşra devrimi hareketinin geliştiğinden bahsetmektedir. Pontosluların yani sıra Müslüman Çerkesler de kendi bağımsız gerilla hareketine ulaşmışlardır. Bu hareketlerin askeri teçhizat kaynakları ise Türk ordusundan ele geçirilenler silahlar ve esas itibariyle de Rusya’dan (gerek Rusya’daki Pontos’lulardan gerekse de Rus devletinden) gelen yardımlardır.

Pontos gerilla hareketinin başından sonuna kadar otonom olduğu söylenir. Örgütlenmelerine baktığımızda bu durum açıkça görülmektedir: Sanda da Türk çetelerinin Rum köylerine saldırılarını arttırması üzerine 15 Aralık 1917 de yerleşim alanında kalanlarının hepsi genel kurula çağrılarak görüşleri istenir. Kurula hâkim olan slogan: “Hırsızlara aynı yöntemle cevap verelim”. Kurulda bir yürütme kurulu seçilerek mutlak yetkilerle donatılırlar. Bu yürütme kurulu askeri konseyi oluşturur ve bu konsey ayrıca 9 askeri sorumluyu daha atar. 18–50 arasındaki bütün erkekler yerleşim alanlarının savunması için günlük askeri eğitime başlarlar. Sanda yerleşim alanı, olağanüstü koşulları yasayan askeri kamp gibi islemeye baslar. Pontos’un her bölgesinde böylece gizli örgütlenmeler oluşmaya baslar. Pontoslu metal çalışanları kendi olanaklarıyla silah yapmaya çalışırlar.

Sürgünler

Pontos yukarıda örneklenen vahşetin ötesinde bir uygulamaya maruz kalır: Sürgün. Bölge halkının maruz kaldığı durumları Yorgo Andreadis söyle ifade eder: “Bütün Karadeniz kıyısı, Harsiotis [Harşit] suyunun batısında kalan alan tamamen boşaltıldı. Çeteler, kendi deyişleriyle, intikam almak için Hıristiyan köylerine dalıyorlardı. Çaresiz halkın mallarını yağmalıyor, onları ürkütüp kaçırmak için evleri ateşe veriyorlardı. Direnmeğe kalkışan ise derhal öldürülüyordu. 1916 yazı çok sıcak geçti” sözleriyle çatışmaları, yağmaları ve sürgünleri özetlemektedir

Rus Ordusuna casusluk yapılıyor, lojistik destek sağlanıyor gerekçesiyle Harşit Çayının batısındaki Hıristiyan nüfusun Cephenin 50 kilometre güneyine sürülme kararı alınır. Karar servetlerine de el konularak azınlıkların saf dışı edilmesiyle yek vücut güçlü bir devletin oluşturulmasına dair Alman-ittihatçı planının bir parçasıdır, sürgünlerin ilki o sırada bir sınır şehri olan Tirebolu Rumlarıyla ilgili olarak, muhtemelen Ekim ayı sonunda kararlaştırılmış, halka 9 Kasım’da duyurulmuş ve 16 Kasım’dan itibaren uygulanmaya başlamıştır.

Berlin’e gönderilmek üzere hazırlanmış bir metinde Avusturya Dışişleri Bakanlığı Sürgünlere ilişkin şunları ifade etmektedir: Türklerin politikası devlete karsı tehlike olarak gördükleri Yunanlıları genelleşmiş bir kovulma hareketi ile bütünüyle ortadan kaldırmak ki daha önce Ermenilere karsı da aynı politikayı uygulamıştı. Türkler nüfusu hiç bir ayırıma bakmaksızın ve hayatta kalmalarına hiç bir olanak vermeksizin başka alanlara göçertme taktiği altında, yani sahillerden iç alanlara doğru, onları insanlık dışı ve sefil koşullar altında açlığa terk ederek ölüme terk ediyorlar. Boşaltılan evler ise çeteciler tarafından el geçirildikten sonra yağmalanıp yakılıp yıkılıyor. Ermenilerin kovulmaları sırasında alınan bütün tedbirler Pontos Rumlarına karşı da aynen uygulanmaktadır.

Başlangıçta sürgünün Ermeni Soykırımı derecesine varamaması Yunanistan’ın tarafsızlığına ihtiyaç duyulmasındandır. Yunanistan tarafsızlığını bozduğunda ise süreç Batı Pontos’lular için kanla noktalanacaktır. “Bu gün Yunanistan’da Doğu Pontos’tan gelme çok sayıda insana rastlanırken neden Batı Pontos’tan gelenlere pek rastlanılmadığının açıklaması da” bu olayların sonucunun kanla noktalanmasının ardında yatmaktadır.

Andreadis yaşananları özetlerken “Selanik Elefteria (Özgürlük) Meydanında başlayan ve Fransız Devrimi gibi liberal ve insani değerler üstüne dayanan ve Sultan’ın tüm tebasına hitap eden, onun ik­tidarına ve sorumsuzluğuna karşı herkesi bir araya ge­lerek devrime katılmağa çağıran Jön Türk hareketi, kısa süre içinde milliyetçi, faşist bir Türk hareketine dönüştü. Jön Türklerin sloganı artık Özgürlük, Eşitlik ve Kar­deşlik değil, Türkiye Türklerindir olmuştur. 1916 yı­lında işitilen tek slogan buydu. Vehip Paşa ordusunu böyle bir hava içinde sürmüştü cepheye… 1916 Kasımında Alman danışmanları ile birlikte, masum bir askeri gü­venlik planı hazırlamış… Plan, güvenlik ne­deniyle, Rus cephesi üzerinde bulunan tüm Hı­ristiyanların, cepheden 50 kilometre kadar geriye aktarılması gerektiğini ileri sürüyordu. Plana göre, Rus­lar Ortodoks Hıristiyan olduğu için, cephe hattında Hı­ristiyanların varlığı bir güvenlik sorunu yaratıyordu. Plan, Tirebolu’dan Bafra, Samsun ve Sinop’a kadar tüm bölgeyi kapsıyordu. Bu sözde geçici bir plandı, mantıklı ve de masum nedenlerle hazırlanmıştı. Evet, bu belki mantıklı ve amaca uygun bir plandı, ama asla masumane değildi. Eğer siz, soğukkanlılıkla, tüm bir nüfusu kış or­tasında yerinden yurdundan edip sürerseniz, onları aç­lıkla, soğuk ve hastalıkla yok olmağa itmişsiniz demektir. Üstüne üstlük, elli kilometre iki yüz kilometreye çıkarsa, planın hedefi iyice aşikâr olur. Ve sürgünlerin geçeceği bilinen yol üzerinde, her 20 kilometrede bir, sanki tesadüfmüş gibi, çeteler bekleyip pusu kurar ve çaresiz Hıristiyanları katlederse, bu planın daha da iğrenç olduğu anlaşılır.” Pontos Yürütme Konseyi’nin 2.11.1921 tarihli ve Yunan Dışişleri bakanlığına gönderdiği metinde hayatta kalmayı bir şekilde basarmış bazı Pontos’luların şahitliklerine yer verilmektedir.

Osmanlı’nın Birinci Dünya Savasında yenilmesi üzerine Pontos bölgesine, İngiliz ordusu (İngiliz komutanların başında olduğu Hint askerler) konuşlanır. İngilizler kendi çıkarlarının mutlak şekilde isleyeceğini garantiye almak için Pontos’lu gerilla gruplarından silahlarını Türk askeri birliklerine teslim etmelerini ister. Gerillalar bu tuzağa düşmezler ve silahlarını da teslim etmezler. Kemalist hareketin gelişmesine kadar ki bütün bir süreç boyunca Pontos nüfusu, Pontos Cumhuriyeti düşlerini olduğu gibi korurlar. Rusya ya göçmüş olan yaklaşık 100.000 Pontoslu Bölgeye döner. Gerillalar dağlardan yavaş yavaş şehirlere inmeye baslar. Amasya gibi yerlerde gece gündüz yollarda dolaşmaya başlarlar. Pontos hareketi tehlikeli bir asamaya geldiği içindir ki Osmanlı yönetimi Mustafa Kemal’i Pontos hareketini bastırmak için bölgeye gönderir.

Mustafa Kemal, Pontos hareketini bastırmak için başladığı gezisine İngilizlerin istekleri, sultanın maddi manevi destekleri ve yardımlarıyla baslar. Samsun’a gelir gelmez İngiliz temsilci Yüzbaşı Hurst’la görüşen Mustafa Kemal, toplulukların başkanlarını karargahına davet etti. Rumların önderi Germanos bu davete icabet etmedi. Mustafa Kemal, bölgenin durumuyla ilgili olarak İstanbul’a gönderdiği 22 Mayıs 1919 tarihli raporlarda; Germanos’un idaresindeki Rum çetelerinin siyasi bir mahiyetleri olduğunu belirtmektedir. Raporda otuz üçü Samsun’da, kırk kadar Rum çetesi sayılmakta, buna karşılık altısı Samsun’da bulunan on üç kadar Türk çetesi olduğu bildirilmektedir. Mustafa Kemal 5 Haziran 1919’da Havza’dan gönderdiği raporlarla, Rum faaliyetleriyle ilgili yeni bilgiler verir. Ona göre azınlıkta olmalarına rağmen Sivas Vilayeti’nin Amasya ve Tokat Sancaklarında da, aynı Canik Livası’nda olduğu gibi Rumlar çetecilik ve siyasi amaçlı çalışmalar yapmaktadırlar… Mustafa Kemal Paşa’ya göre, Samsun ve güneyindeki asayişin sağlanması için mevcut jandarma ve birlikler yetmeyeceği için birkaç bin erin silah altına alınması uygun olacaktır. Ayrıca Samsun’daki Ortodoks Piskoposunun da bölgeden uzaklaştırılmasının yerinde olacağını düşünmektedir. Yunan Hükümeti’nden emir alan Mavri Mira adlı örgütün, Samsun ve Trabzon mıntıkasında ihtilaller çıkarmak için silah ve cephane dağıtımı yaptığını belirten Mustafa Kemal, Harbiye Nezareti’nden bunlara karşı tedbir alınmasını da istemektedir.

Karadeniz Bölgesi’ndeki Rum faaliyetleri karşısında, İstanbul Hükümetlerinin de duyarsız kalmadıkları gözlenmektedir. Nitekim, 15 Temmuz 1919’da Vakit Gazetesi ile bir mülakat yapan Nafıa Nazırı Ferid Bey, Anadolu’dan ne maksatla çıktıkları bilinen Rumların tekrar geri dönmelerine engel olacaklarını, bu konuda Trabzon ve Samsun’daki yetkililerin, daha önce Ali Kemal Bey zamanında böyle kesin emirler aldıklarını da belirterek; bu konuda İtilaf Devletleri temsilcilerinin de aydınlatıldığını ifade etmektedir.” M. Kemal, 19 Mayıs’ta Samsuna ayak basar basmaz Pontos özgürlük hareketine karşı Türk çetelerini örgütleyerek ise baslar. İlk görüştüklerinden birisi de Topal Osman olduğu söylenir. Türk devletinin kendi arşivlerinden de çıkan değerlendirmelere bakılırsa Mustafa Kemal Pontos gerilla hareketine Yunan devletinden daha çok önem verir. Bu yüzden de gerilla birliklerinin dağıtılması için iki kolorduyu harekete geçirir. 30 bin Türk askeri 18 bin gerilla ve basındaki 300 gerilla önderine karsı harekete geçirilir.

M. Kemal Nutuk’ta Pontos hareketinden söz ederken verdiği önem gözlenmektedir.

Pontos gerilla hareketinin en önemli zaafı ortak bir kumanda merkezinden yoksun oluşudur. Yunan ordusunda komutanlık yapan Pontos kökenli X. Karaiskos aslında bunu yapmaya yeltenir. Atina’daki Pontos Kurulu da aslında bunu gerçekleştirmeye çalışır. Gerillalar, Rum nüfusun tehcirini önlemeyi başaramamış olmakla beraber, özellikle yakılan köylerden kaçan Rumları bir araya getirerek dağlarda “kurtarılmış bölgeler” oluşturarak, yeni birliklerin kurulması ve Türk ordusunun bu ayaklanma karşısında etkisiz kalması sonucunda yerel bir uzlaşma sağlanır ve Türk köylüleri kendi güvenliklerini sağlamak üzere silahlı gerilla birliklerinin ve Pontos sürgünlerinin yiyecek gereksinmelerini karşılamayı kabul ederler. Savaş bittiğinde bu “modus vivendi” hala geçerlidir ve 1918’de tehcire uğrayan Pontoslular yavaş yavaş kendi köylerine dönmeye başladıklarında, tabii ki, şehirli ve kırsal kesimden Müslümanlar, tehcire uğrayan Rum ve Ermenilerin mallarını geri vermekten hiç memnun olmazlar. Çatışmalar yeniden başlar.

Kurtarılmış bölgelerde Gerillalar kendi yönetimlerini ve hukuklarını oluşturma faaliyetlerine geçerler, Gerilla komutanlarından Stilianos Kosmidis’in çabalarıyla üst askeri konsey oluşturulup birbiriyle çatışan gruplar arasındaki ilişkileri düzenleyen bir ceza hukuku ardından da kurtarılmış alanlarda mahkemeler oluşturulur, silah taşıma hizmeti devreye sokulur. Bölgedeki Çerkes gerillaları ile dayanışma grupları oluşturulur. Pontos Bölgesindeki Çerkeslerin faaliyetleri hakkında yazılanlar bölge Çerkeslerinin de Batı Anadolu’daki gibi bir tehlike olarak algılandığını görüyoruz: “Çerkezlerin yıkıcı etkileri Merkez Ordusu Bölgesi’nde [Pontos] de görüldü. Ordu mıntıkasının çeşitli yerlerinde bulunan Çerkezler, daha yoğun olarak Çarşamba, Bafra, Tokat ve özellikle Sivas Uzun Yayla ile Aziziye (Pınarbaşı) kazasında yaşıyorlardı. Osmanlı Devleti’nin mütarekeden sonra içinde bulunduğu zaaftan yararlanmak isteyen çeşitli unsurlar gibi Çerkezler de, merkezi Anadolu’da karışıklık çıkardılar. Daha 6 Haziran 1919’da 15. Fırka 3. Kolordu yazısında Alaçam ve Bafra yöresinde geniş bölücü Çerkez çeteleri hareketi görüldüğünü bildirerek, uyarmaklaydı.”

Bu başarılı çalışmalardan sonra daha önce de bahsini ettiğimiz Yunan ordusunda komutanlık yapan Pontus kökenli X. Karaiskos İstanbul’a gidip oradan Pontos’a silah sevkiyatı için Yunanlı yetkililerle görüşür, ancak çabalar boşunadır, Yunanlı yetkililer buna yanaşmadıkları gibi Karaiskos’un Pontos’a geçişini de engellerler.

Hareketin Sonu : Genocid ve Kovulma

Gerillalar Yunan hükümetlerinden – Hem kralcılardan hem de Venizelostan – defalarca yardım talebinde bulunurlar. Ancak başvurular faydasızdır, yanıt alamazlar. Pontoslu gerillaların 16.8.1919 da yazdıkları ve en son Yunan dışişlerine ulasan aşağıdaki mektup oldukça dikkate değerdir. Pontos’un bağımsızlığı ve özgürlüğü için savaşan gerilla önderlerinin emirleri doğrultusunda sizlere aşağıdakileri belirtmek isteriz: Bilindiği üzere Pontos’un evlatları kendi önderleri etrafında Türkçülüğe karsı son 5 yıldır başkaldırmış durumda. Maalesef bunlar sadece mavzer ile savaşıyorlar ki bunları bile Türklerden satın almakta zorlanmaktalar, keza yiyecek sorunu başlı başına bir sorun. Kışa kadar kendilerini zor çıkarırlar, bu yüzden Ekime kadar gıda tedariki için bir şeyler yapılmalıdır. Bunların yanında giyecek ve kuşanacak malzeme eksikliği de yaşanmaktadır. Yaralılar için ilaç ve gerekli malzemeler de bir başka sorun. Mitralyöz ve diğer silah eksikliklerimiz tam teçhizat giderilmelidir. Bu yüzden kendimiz masraflarını karşılamak üzere iki kişiyi buraya askeri eğitim için göndermek istiyoruz. Ülkelerinin bağımsızlığı için umutsuzca çarpışan sevgili ülkemizin mücadeleci çocuklarının ihtiyaçlarını sizlere bildiriyoruz

Yunan devleti Pontos Bağımsızlık Mücadelesini kavramamış ya da anlamak istememiştir. Bu yüzden, Pontoslu gerillalara Yunanistan’dan hiç bir yardım gönderilmemiştir. Pire limanında Amasya’ya gitmek üzere silah ve cephaneliğin bir gemiye doldurulduğu söylense de bu gemi asla hareket etmeyecektir. “Eskişehir’in Yunanlılarca işgal edilmesinden sonra İstanbul’daki Pontos Komitesi, o sırada İzmir’de bulunan Yunan Başbakanı Gunaris’i ziyaret ederek Pontus’a asker çıkarılması yolunda son bir talepte bulunduysa da bu talep Ankara yönünde ilerlemeyi yeğleyen Yunan Genelkurmayı tarafından reddedildi. Bir defa daha Yunanlılar Pontos’luları yalnız bırakmışlardı”.

Bu durum ilk başlardaki başarılara ve gerillaların birleşme, ortak komuta merkezinden yönetilmelerine büyük bir darbe vurur. Gerilla gruplarında moralsizlik hızla yayılmaktadır. Türk ordusu Bolşeviklerin yardımıyla yeniden toparlanır ve Fransızlar ile İtalyanların yardımlarını da alarak üstün duruma geçer. Bu durum gerilla gruplarının ortak kumanda merkezince yönetilmesi eğilimini zayıflatır ve gerilla grupları kendi başlarına ve bazen de kendi aralarında boğuşmaya başlarlar. Sonuç ise trajiktir.

Yunan devletinin mesafeli duruşuna rağmen Pontos hareketinin her zaman Yunan devleti ile özdeşleşir tavırları vardır. Romantik bağlılık devam eder. Örneğin 1922 yılında Yunan ordusu Ege’den içlere doğru ilerleyince Pontus gerilla hareketinden Kiriakos Papadopoulos (diğer ismiyle Parasukli -kısa bacak) 500 gerillayla birlikte Pontostan kalkarak Yunan ordusu ile birleşmek ister.

Pontos gerilla hareketinin otonom yapısının bedeli çok ağır ödenir. Batum’da General Anonya tarafından oluşturulan birlik Bolşevikler tarafından dağıtılır. Hatta Rusya’da Bolşeviklerce tutuklanıp Türklere teslim edilen Pontos gerillalarının olduğuna dair tanıklıklar bulunmaktadır. Keza Türk – Sovyet yakınlaşması Bolşeviklerin Anadolu’daki ulusal kurtuluş hareketlerine karsı olumsuz tavrıyla sonuçlanır. Hatta Pontoslu gerillaların ticari amaçla bölgede bulunan Amerikalı denizcilerce tutuklanıp Amasya’daki Türk askeri birliklerine teslim edildiğine iliksin şikâyetler söz konusudur.

Ankara Hükümeti Bölgedeki gerilla faaliyetini önlemek için gerillanın lojistik destek aldığı köyleri boşaltarak tekrar sürgüne başvurur. Ankara kontrol bölgesindeki istikrarı bozabilecek her türlü unsuru askere alarak sorunu çözümleme kararındadır, Gayrimüslimleri de askere alarak, Pontoslulardan gelebilecek tehlikeyi bertaraf etmek için Osmanlı gibi yeniden Amele taburları oluşturulmuştur. Pontosluların bir kısmı davete uymadılarsa da, celbe uyanlardan amele taburları oluşturularak, bir kısmı da etkisiz hale getirilirler. Merkez Ordusunun 12 Mart 1921 tarihli detaylı emrinde bu amele taburları teşkili, saka arabaları ve koşumlu hayvanların temini ile birlikte zikredilmektedir Peyderpey celp edilen Hıristiyanlarla her taburun mevcudunun 800’e çıkarılması için çalışmalara devam edileceği kaydedilmektedir. Bu taburlara numaralar verilmiştir. Tespit edebildiğimiz Amele taburlarının numaraları 8 den başlayıp 13 de bittiğine göre başka amele taburları da söz konusu olmalıdır. Ardından Bölgede silah toplanmasına geçilir, silah toplanmasına önce Gayrimüslimlerden başlanır. Samsun ve diğer bölgelerde silah toplayan müfrezelere karşı konulur. Ordu birliklerinin silah toplama faaliyeti sırasında Tokat, Çarşamba ve Bafra’da Nebiyan bölgesi en çok karşılık gördüğü bölgelerdir.

6 nisan 1921 tarihinde başlayan harekat yoğun şiddete rağmen başarılı olamaz. Ordu birlikleri ve Giresun alayından takviyeli birlikler Nebiyan ve Çarşamba’da varlık gösteremezler. Çarşamba’daki birliklerin komutanı Kemal Bey Divan-ı Harbe verilir. Çarşamba’da gösterilen başarısızlık üzerine, buraya şiddeti ile tanınan Giresun Alayına bağlı takımlar gönderilir. Gönderilen alayın şiddeti ve terörü, Mülki amirlerin bile şikâyetlerine maruz kalacaktır. Bu birliklerden bir kısmı halkın baskısıyla geri çekilirler. Ankara 12 haziran 1921 de bütün Karadeniz mıntıkasını savaş bölgesi ilan ederek bölgedeki Pontos’luların sürgününe karar verir. Kırsal bölgeler zaten daha önce boşaltılmış, köyler yakılmıştır. Bu kararın ardından, 16 Haziran’da İcra Vekilleri Heyeti Samsun’a bir Yunan çıkarması ihtimalinin arttığı gerekçesiyle 16-50 yaş arasında eli silah tutan Rumların bölge dışına şevklerini kararlaştırılır. Kararın alınmasıyla birlikte Samsun, Bafra ve Alaçam şehirlerindeki 15 ile 50 yaş arasındaki erkeklerin tutuklanmasına başlandı. Ertesi gün, ilk göçmen kafilesi iç bölgelere gitmek için Samsun’dan yola çıkarıldı. Kafile ilk durak yeri olan Kavak’ta Türk kaynaklarına göre Rum çetelerinin, Rum kaynaklarına göre Türk Muhafızlarının ateşine maruz kaldı ve pek çok insan öldü. Haziran ayı içerisinde yapılan sevklerde de benzer olaylar meydan geldi. Böyle olayları meydana getirenler, daha çok muhafızların tutumundan da istifade eden Türk Çeteleriydi. Bunların başında da Topal Osman Çetesi ile Tokat yöresindeki Şaki Ali Çetesi vardır. Olayın tepki çekmesi karşısında 25 Haziran tarihli Dahiliye Vekaletinden gelen yazıda Karadeniz şeridindeki Rumların sürgününün Ordu’nun güvenliği için alınmış bir tedbir olduğu, tehcir olmadığı belirtilmektedir. Ayrıca 15-50 yaş arasındakilerin dışında ve bilhassa kadın ve çocukların sürgününün katiyen doğru olmayacağı vurgulanan yazıda, Rumların mal ve gayr-i menkullerine tecavüz, çapul ve gayr-i meşru hareketler de uygun görülmemektedir.

Erkeklerin şevki üzerine, yalnız kalacak olan çocuk ve kadınların ırz ve namuslarının korunmasına fevkalade itina gösterilmesini isteyen Dahiliye Vekaleti, bu hususlarda suistimali görülecek bütün memurların cezalandırılması, saldırılara meydan verilmemesi verilen emirlere aykırı hareket edenlerin derhal azlini ve haklarında Kanuni işlem yapılmasını ister. Ancak Uygulamaların öyle olmadığını Dönemin Sağlı Bakanı Rıza Nur’dan öğreniyoruz. Kemalistlerin Sağlık Bakanı ve Lozon’daki temsilcisi olan Rıza Nur Hatırat’ında, Topal Osman’la aralarında geçen bir konuşmayı aktarır: “Ağa, Pontusu iyi temizle! dedim. «Temizliyorum dedi. Rum köyle­rinde taş taş üstünde bırakma. dedim. «Öyle yapıyorum ama, kiliseleri ve iyi binaları lâzım olur diye saklıyorum» dedi. Onları da yık, hattâ taşlarım uzaklara yolla, dağıt. Ne olur ne olmaz, bir daha burada kilise vardı diyemesinler.» dedim. Sahi öyle yapalım. Bu kadar akıl edemedim. dedi. Topal Osman yeni bir Koroğlu’dur.”

Merkez Ordusu Komutanlığı, Temmuz ve Ağustos aylarında Batı Cephesi’nin büyük ihtiyaç duyduğu birlikleri göndermeye çalıştığı için sürgüne gönderme yavaşladı. Sakarya Savaşı’nda Yunanlıların yenilgi ile geri çekilmeleri üzerine Pontos’a karşı esas harekat başlatıldı. “Bu sırada hem dağlardaki Rum çetelerine karşı harekat gerçekleştiriliyor hem de sürgün işleri artan bir hızla devam ediyordu. Bu devrede gönderilen sürgünler arasında kadın, çocuk ve ihtiyarlar da vardı. Sürgün Kararnamesinde bunların gönderilmesi ile ilgili bir hüküm olmamasına rağmen, Nurettin Paşa tarafından bu karara varılmıştı. Bu hususta, yetkili makamlar hiçbir tepki göstermemişlerdir. Nurettin Paşa’ya göre; Memleketimizdeki Rumlar bir yılandır ve bu yılanların zehirleri kadınlardır. Kadınlar, Pontusçuluk emeli güden erkeklerine fikren, bedenen ve malca yardım etmişlerdir. Ayrıca İstiklal Mahkemesi’ne verilenler arasında eşkıyaya yataklık, cinayete teşvik ve muhbirlik yapmakla suçlanan kadınlar da vardır. Bu yüzden kadınlara da erkeklerle aynı şeyi yaptıklarını belirten Nurettin Paşa, ihtiyarların tehciriyle ilgili olarak da, şöyle demektedir: Gümenez’de ihtiyardır diye sevk edilmeyen 65 yaşındaki bir Rum, Alaçam kıyılarında dolaşan Yunan torpidosuna bayrak sallamış, onlar da bir sandalla kıyıya çıkmışlardır. Yetişen kuvvetler Yunanlıları sahilden püskürtmüşlerdi! İhtiyar, Kel Nikola da bayrak salladığı yerde astırılmıştır. Nurettin Paşa’ya göre bunlar Rumların kadın, erkek, çocuk-yaşlı tehcirleri için haklı gerekçelerdir. Anlaşılıyor ki, Rum unsuru arasında devlet olma fikri kuvvetli bir biçimde yer edinmiştir. Bu yüzden çetecilere dayanak olabilecek hiçbir unsur bırakmamak yolu tutulmuştur.”

Pontos Harekatı’nın devam ettiği sırada, B.M.M.’de yapılan görüşmelerde, Merkez Ordusu Komutanı Nurettin Paşa’nın kanunsuz uygulamalar yaptığı, başarısızlık gösterdiği şeklinde iddialarla 3 Kasım 1921’de, Merkez Ordusu Komutanlığı’ndan alınır. Bir süre sonra 8 Şubat 1922’de Merkez ordusu da lağvedilerek, Pontos harekatını yürütme görevi Dahiliye Vekaleti kontrolünde, 10. Fırka’ya bırakılır. Bu fırkanın komutanlığına da Cemil Cahit Bey (Gen. Toydemir) tayin edilir. İnsan ve silah bakımından daha da kuvvetlendirilen birlikler, yıllar süren bu sorunu 1923’ün Şubat ayında tamamen bitirirler.

Pontos’taki gerilla hareketi için sonun başlangıcı aslında Aralık 1920’dir. Ermeni hareketinin bütünüyle ezilmesiyle Kemalistler, Bolşeviklerle dirsek temasına girerler. Bir yandan Sovyetlerden Kemalistlere akan yardım, diğer yandan İngiltere-Sovyetler, Sovyetler-Türkiye ve İngiltere ile Bekir Sami arasında 16 Mart 1921 tarihinde imzalanan anlaşmayla Pontus hareketinin kaderi çizilmiş olur. İngiltere, Sovyetlerle arasında ki Türkiye’yi bir tampon devlet olarak var olmasını desteklemektedir. Bu tarihten sonra İngilizler tarafsızlığını ilan ederler. Başta Yunan devleti olmak üzere Pontos da kaderine terk edilir. Dönemin reel politiği –bir anlamda detant diyebiliriz- Pontos hareketinin sonunu belirleyen koşullardır. Lozan antlaşmasının imzalanmasından sonra kalan son gerilla birlikleri de dağlardan Karadeniz sahillerine inerek gemilerle ya Yunanistan’a ya da Rusya ya doğru kaçtılar. Yunan ordusunun Anadolu’daki yenilgisinden bir yıl sonra bile Pontus dağlarında çarpışan gerillalar mevcuttur. Pontus Merkez Birliğinin 1922 yılında Atina da hesapladığı istatistiklere göre 1914 ile 1922 arası Pontos Jenosidinde toplam 303.238 kişi hayatını kaybetmiştir. Bunlardan 232.556 kişi birinci dünya savası esnasında yani 1914 ile 1918 arasında katledilmişlerdi. Ağustosta Yunan cephesinin çökmesinden 1924 baharına kadar ise çoğunluğu çocuk ve kadınların oluşturduğu 50.000 kişi daha katledilir. Bunlara mübadele sırasında yaşanan insan kayıpları dahil değildir. Mübadele işlemleri sırasında Türkiye’deki toplama kamplarında hayatını kaybedenlerin sayısı 200 bin olarak tahmin edilmektedir. G. Valavanis ise Pontos’un insan kaybının 1924 yılına kadar 353.000 olduğunu açıklamaktadır. Pontos ideali Birinci Büyük Savaş sonucunda oluşan reelpolitik ortamında ezilmiş. Galip devletlerin gözetiminde Pontos Jenocidi gerçekleştirilme koşulları hazırlanmıştır.

Sait Çetinoğlu

Kela Memed eteklerinde Avaspi festivali yapıldı

Roboski’de 28.11.2011 tarihinde gerçekleşen ve 17′i çocuk 34 yurttaşın yaşamını yitirdiği katliamından sonra Uludere’de(Qilaban) yapılan Avasipi Kültür ve sanat festivali iki sene yapılmadı.Uludere Belediyesi tarafından Roboski katliamından önce Avasipi kültür ve sanat festivali ikincisi gerçekleştirilmişti. Roboski katliamdan sonra kendi ilçelerine bağlı olan Roboski ve çevre köylerinin tuttuğu yas ile ilgili iki sene festival ertelenmiş ve gerçekleştirilmemişti
IMG_8718

‘ iki yıldır Roboski katliamı için kutlanmadı. Biz istiyoruz ki yöre halkının ve gençlerin istekleri doğrultusunda bu şenliğimizi kutlayalım. Buradaki amacımız halkımızın çektiği acıları bir nebzede olsa unutturmak ve kültürümüzü yaşatmak olacak.’ diye ifade eden Uludere(Qilaban) belediyesi eş başkanı Zeynep Üren ve arkadaşları daha önce de iki defa Kele Memed dağlarının eteklerinde kutlanan ‘Avaspi kültür ve sanat festivalinin üçüncüsü gerçekleştirdiler.

Avaspi kültür ve sanat festivalinin gerçekleştiği alanda bir çok yerde Abdullah Öcalan’ın resimlerin olduğu pankartlar asıldı. .Ayrıca festival alnının girişinde Abdullah Öcalan için gerçekleştirilen imza standı vardı. Etkinliğin gerçekleştiği platformda ise Pariste katledilen üç kadın siyasetçinin, Roboski katliamında yaşamlarını yitirenlerin fotorafları ve “Demokratik özgür toplumu yaratalım, tecavüz kültürünü aşalım”, “Qirkirin û komkûjiyan bişkênin”, “Em komkujiyên Dêrsim, Koçgiri, Sêwaz, Mereş, Roboski jibîr nakin” pankartları asıldı.

Kele Memed dağlarının eteklerinde gerçekleştirilen Avaspi Kültür ve Sanat Festivaline Halkların Demokratik Partisi (HDP) Eş Başkanı Sebahat Tuncel, Şırnak Milletvekili Faysal Sarıyıldız , Şırnak Milletvekili Selma Irmak, Şırnak eski Belediye Başkanı Ramazan Uysal, Şırnak Belediye Eş Başkanları Serhat Kadırhan ve Özlem Onuk,Uludere Belediye Başkanları Zeynep Üren-Yunus Ürek , BDPŞırnak İl Başkanı Baki Katar ve binlerce insan katıldı.

Faysal Sarıyıldız yaptığı konuşmada, “Bu festival öncelikle Kürt halkının doğasıyla, coğrafyasıyla tekrar buluşmasının görkemini tekrar yaşatmak için düzenleniyor” dedi.

Şırnak milletvekili Faysal Sarıyıldız konuşmasını tamamladıktan sonra Koma sî bire platforma gelerek şarkılarını söyledi.Koma Sî Bire’nin söylediği şarkılara halk halaylar çekerek eşlik etti.

Koma Sî bire’nin verdiği konserin ardından Yine Şırnak milletvekili olan Selma Irmak kısa bir konuşma gerçekleştirdi.

Acılarımızla birlikte yeni yaşam kuracağız..

Selma Irmak’ın ardından Halkların demokratik partisinin(HDP) eş başkanı Sebahat Tuncer’ de Kitleyi selamlayarak konuşmasına başladı.’Selma milletvekilimiz dedi ki son iki senedir bu festival burada yapılmıyor,yapılmamasının nedenini hepimiz biliyoruz.Yanı başımızda Roboski’de 34 canımıza mal olan devlet tarafından gercekleşen bir katliam gerçekleşti.Hala 34 canımıza mal olan katliamın failleri ortaya çıkarılmadı.Hala Roboski’li aileler adalet arayışında,bununla birlikte Şırnak ve Tüm Türkiye adalet arayışındadır.O yüzden iki senedir biz burada festivali düzenlemiyoruz dedi.Biz acılarımıza rağmen yeniden bir başlangıç yapmak istedik.O yüzden bizimle birlikte olurmusun dedi.bende çıktım geldim.bir kere daha burada Roboski katliamını kınıyor,ve diyoruz ki mutlaka Roboski’nin hesabını soracağız.Roboski’nin hesabını sormadan yeni bir yaşam mümkün değil,ama sevgili arkadaşlar,sevgili yoldaşlar yaşam devam ediyor.Biz bir yandan acılarımızı yaşarken,bir yandan mücadeleye devam ederken,bir yandan da festivaller ile bir araya gelerek kendi kültür ve geleneklerimizi sürdüreceğiz.Ben bir kere daha Roboski halkına diyorum ki acılarınız acılarımızdır,acılarınızla birlikte yeni bir yaşam kuracağız dedi.

Demokratik Özerk Kürdistan’ı kuracağız

Sebahat Tuncer konuşmasının devamında’ Önemizdeki dönem zorlu bir dönem vekilimizde konusmasında ifade etti önümüzdeki dönem demokratik özerk Kürdistanı inşa etme süreci,aynı zamanda Türkiye’yi demokratikleştirme süreci sevgili arkadaşlar,biz Kürdistan’da kendi dilimizle kendi kültürümüzle kendi kendimizle yöneteceğiz,artık bunu talep eden değil bunu inşaa eden olacağız’dedi.Konuşmasını Tuncer su sözler ile ”Kürdistanlılar Türkiye’nin her yerinde ve Kürdistan’da özgürce yaşadığı,ayrımcılığa uğramadığı, baskıya uğramadığı Türkiye inşaa olmadığı sürece bu ülkede hep ayrımcılık olacaktır.Hep nefret söylemi olacaktır.Biz buna karşı hep beraber mücadele edeceğiz.’ diyerek konuşmasını sonlandırdı.

Geleneksel göçer oyunu devam eden program daha sonra dengbejlerin sarkı ve türküleri ile devam ederken ve halk halaylar ile programa eşlik ederken ve Abdullah Öcalan lehine sık sık atılan sloganlar ile festival programı sona erdi.

Katliamdan örgütlü mücadeleye: Roboski

Katliamdan örgütlü mücadeleye: Roboski
500-gc3bcn

Foto: Welat Özer

Katliamdan örgütlü mücadeleye: Roboski
yaylalibrahim@hotmail.com

1 Eylül-2012 dünya barış günü Roboski’den başlayıp Ankara’ya kadar barış yürüyüşü gerçekleştirdik. Amacımız barış sürecini biraz daha görünür yapmak ve otuz yıldır devam eden savaşın yıkımlarını yaşayan Kürt halkının yaşadıklarını Türkiye kamuoyuna taşımaktı.

Belli ölçüde başarı elde ettiğimizi söyleyebilirim fakat hala savaş isteyen bir hükümetin varlığı maalesef bizim istediğimiz anlamda bir sorgulamanın olmasının önüne geçti. Barış süreci bir solukta gelecek bir durum değil, o yüzden çok fazla çalışmamız gerekiyor. Bu anlamı ile Meral Geylani’nin önerisi ile Roboski’ye yerleşme kararı aldık.

Roboski’yi seçmemizin nedenlerinden biri bozulmamış güzel bir doğası olması ve barış yürüyüşündeki istemlerimizin hala varlığını sürdürüyor olması idi. Bir de burada aileler ile birlikte katliamı gerçekleştirenlere karşı birlikte mücadele etmek isteğimizdi. Biz Roboski katliamının birinci yıl dönümüne bir buçuk ay kala barış yürüyüşünün hemen ardından köye gelerek yerleştik.

PERŞEMBE DEĞERLENDİRMELERİ BAŞLADI…

Roboski köylüleri ile iletişim kurmak bizim için çok zor olmadı. Barış yürüyüşü köylüler ile aramızda duygusal bir köprü oldu. Biz yine de bir süre sadece izlemeyi yeğledik. Günlük yaşamı izliyor ve perşembeleri aileler ile birlikte mezara gidiyorduk. Yer yer de birlikte toplanıyor ve süreç üzerine konuşuyorduk. Daha sonra izlenimlerimiz üzerinden harekete geçtik. Yine bir toplantımızda ailelere hak arama örneklerinden Cumartesi annelerini ve 95’li yıllardan günümüze mücadelelilerini anlatarak bizde aynı yolu izleyebiliriz, her Perşembe çocuklarınız için mezara gidiyorsunuz, her Perşembe mezarlıkta sürece ilişkin değerlendirmeler yaparak adalet nöbeti tutabiliriz dedik. Aileler de olabileceğini söyleyince katliamın 55. haftası itibarı ile Perşembe değerlendirmeleri başladı.

ROBOSKİ DERNEĞİ KURULUYOR…

2013 Haziranı aslında birçok şeye gebe oldu. Bunlardan bir tanesi hükümetten bunalan tüm kesimlerin tepkisinin patladığı Gezi direnişi oldu. Aynı günlerde asker Roboski sınırında gerilla bölgesine saldırmak için tankını topunu Roboski sınırına taşımak istedi fakat Roboskililer sınıra yürüyerek bu provokasyonu önlediler. Asıl provokasyon ise Gezi direnişinin 7-8. günleri gelecekti.

O karışıklığı fırsata çeviren hükümet ve yargı birden bire karar vererek Roboski katliam dosyasını sivil yargıdan alarak askeri yargıya gönderiverdi. Aileler ve biz bunu Kürt halkına karşı gözdağı olarak değerlendirdik. Haziran saldırısı sonrası biz de bir araya geldik, daha örgütlü mücadele etmemiz gerektiğini vurguladık. Elbette BDP, İHD, MAZLUM-DER, KESK , TTB ve birçok baro ve ismini sayamadığımız birçok sivil toplum örgütü bizimle bir çok konuda dayanışma gösterdiler. Fakat artık bizim bu örgütlü saldırıya karşı daha örgütlü mücadele etmemiz gerekliliği ortaya çıktı. Aileler dernek tüzüğü hazırlamak üzere taslak tüzük çalışmasını yapmak için bizi görevlendirdi.

Biz Roboski için küçültülmüş Kürdistan belirlemesi yaptık ve sorunların çözümleri aynı idi. Biz de tüzük taslağını ona göre yaptık. Tüzüğün merkezine yaşam hakkının savunulmasını aldık. Daha sonra köylere geri dönüş, mayın sorunu, ekoloji, cinsler arası eşitsizlik ve çok kötü durumda olan eğitim için de derneğin çalışması gerekli idi. Otuz yıllık savaş gerçekliğine karşı derneğimiz sessiz kalamazdı, mutlaka barışın yanında ve barışı destekleyen çalışmaların içerisinde olacaktı. Derneğin merkezi olan bölgede barışı her yolla destekleyeceği vurgusunu yaptık.

Roboski halkına saldırı bütünlüklü ve senelere yayılarak yapılmıştı. Roboski sadece katliamın görünen yüzü idi. Köylüler ile konuştukça otuz yıllık süreçte neler ile karşı karşıya kaldıklarını duyduğumuzda her bir saldırının aslında bizim mücadele hattımızı da ortaya çıkardığını gördük.

Roboski-der (Roboskî için Adalet -Yeryüzü İçin Barış Derneği) tamamen bu koşullarda kuruldu ve ilk kongresini yapmaya hazırlanıyor. Kendini içine kapatmıyor, tam tersine katliamcılara karşı nerede zulme ve katliama uğramış toplum ve topluluklar varsa birlikte mücadele etmeyi esas alacak.

ULUSLARARASI MÜCADELE DÖNEMİ BAŞLIYOR…

Önümüzdeki iki yıllık mücadelesini planlayacak ve artık tüm barışçıl yol ve yöntemleri kullanarak mücadele hattını büyütecektir. Bu zamana kadar mücadele alanı genellikle ulusal olmuş ve uluslararası mücadele alanı iyi kullanılamamıştır. Fakat katliam dosyasının Türkiye’de iç hukuk yollarını tüketmiş durumda olduğunu görüyoruz. Bu doğal olarak Roboski-der’i mücadele alanını genişletecek bir çalışmaya itecektir.

Bundan sonra iki temel istek ile uluslararası kamuoyu oluşturmak için elinden geleni yapacaktır. Bunlardan birincisi AİHM nezdinde yargılama sürecinin başlatılması ve takibi için Avrupa yolu tutulacaktır. Orada dost dernek ve organizasyonlar ile ortak çalışmalar yaparak kamuoyu oluşturulacaktır.

Hedeflerimiz arasında ikinci gündemimiz ise Roboski’de yapılan katliamın savaş suçu olması sebebi ile yapacağımız çalışmalardır. Savaş suçları mahkemesini harekete geçirebilmek için her türlü barışçıl ve demokratik yol ve yöntemi kullanarak uluslararası organizasyonlar ile bağlantılar kurup, birlikte çalışmalar yaparak hükümeti Lahey’de yargılamanın yolunu açmaya çalışılacaktır.

SONSÖZ YERİNE

Bu katliamın failleri Devlet ya da hükümet ile müzakere edilerek değil mücadele edilerek açığa çıkarılacak, kazanılacak ve hükümet savaş sucundan yargılanacaktır.

Katliamdan mücadeleye Roboski halkı devlet ve hükümet ile ilişkilerinde yer yer hatalı adımlar atsa da genel olarak katliamcıları birçok kez boşa çıkardı. Bu duruma örnek olarak Roboskî’li ailelerin Başbakan ve eşi ile görüşmeyi kabul etmelerini gösterebiliriz. Bu görüşmeler müzakere edilme adı altında yapıldı ve tamamen yanlıştı. Daha sonra ne kadar yanlış olduğu ortaya çıktı. Ne için bu görüşmelerin yapıldığını hükümetin bakanları açıkça dile getirdi. Hem de 17-18 yıl önce gerçekleşmiş, yine Botan’da Şırnak’ta iki köyde yaşanan katliam ile karşılaştırma esnasında dile getirdi. ‘Katliam olsa idi Başbakan Roboskili aileler ile buluşup konuşur muydu’ denmedi mi? Bu, niyetin ne kadar açık olduğunu ortaya koymuyor mu? Devlet için ‘müzakere’ yaptığını kapatmak anlamından başka bir şey taşımaz. Bu durumu deneyimleyerek öğrendik.

Roboski halkı daha önce hiçbir zaman bu kadar örgütlü bir saldırı ile karşı karşıya kalmadığı için dönem dönem hatalar yapması da anormal bir durum olarak görülmemelidir. Kongrenin iki yıllık çalışma planı ile Kürt halkı ve özelinde Roboski halkı devleti boşa çıkarmaya devam edecektir. Bu dönemin iki yıllık çalışması süresince mücadele daha çok bu şekli ile gelişeceğe benziyor.

Şimdiden Roboski-der’in kongresi kutlu olsun diyoruz.

111.hafta perşembe değerlendirmesi

111.Hafta Basın Açıklaması

Basına ve Kamuoyuna…

Adalet,adaletsizliğin olduğu Roboski de yükselmeye devam ediyor.

Mücadelemizin yeni bir haftası olan 111.haftamızda da katliamda çocuklarını,kardeşlerini ve eşlerini kaybeden acılı aileler olarak 34 yakınımızın mezarları başın da adalet nöbetimizi sürdürmeye devam ediyoruz.

Bugün,Roboski katliamının 500.günü vesilesiyle katlim bölgesinde gerçekleştirdiğimiz karanfil yürüyüşünde ,bizlere yönelik soruşturma ve idari para cezalarının 2.duruşması yapıldı.28 aralık 2011 tarihin de 34 yakınımızı bombalarla katleden kişilere yönelik küçücük bir soruşturma dahi açılmayan devletin yargısı ve mahkemeleri tüm mesaisini bizlere ayırmıştır.Çağırıldığımız tüm duruşma ve ifade sorgularında belirttiğimiz gibi ‘‘34 kişinin katilleri yargılanmadığı sürece bizler ne savcılara ne de hakimlere ifade vermeyeceğiz buna ek olarak bundan sonra bugünkü duruşmaya katılmadığımız gibi bundan sonraki tüm duruşma ve ifade sorgularına gitmeyeceğimizi belirtiyoruz.

111

Katlimcı hükümet Akp,Katil TSK ve Yandaş Medya

Katliamcı hükümetin,katil TSK’nın ve yandaş medyanın Roboski katliamına yönelik saldırıların ve kirli gerçeklerin tüm boyutları ortaya dökülmektedir. Katliamın yaşandığı ilk günden bu yana yargısıyla, iktidarıyla ,medyasıyla katliamın üzerini örtmek,sorumluları ise aklamak için çalışılmıştır. Öte yandan biz acılı ailelerin adalet adalet taleplerini,kamuoyunun baskısını ve toplumsal tepkiyi sansürlemek için yine tüm çabalarını göstermişlerdir. Başbakanın açıklamalarıyla ‘‘Olayın Ankara’nın karanlık dehlizlerinde kaybolmayacağı sözü vermesi,Türkiye büyük millet meclisi insan hakları alt komisyon raporunun utanç raporu dava dosyasının sivil yargıdan askeri yargıya gönderilmesi ve takipsizlik kararı ile sonuçlanması bu ifademizin açık örnekleridir.Bir hafta önce internete sızdırılan ses kayıtlarında da görüldüğü şekilde katliamın gazetelerde ve televizyon programlarında gösterilmemesi için tüm kirli emellerini seferber etmişlerdir.

Öcalan’a Yönelik Uluslararası Komployu Kınıyoruz

Kürt halk önderi sayin Abdulah Öcalan’a yönelik 15 yıl önce yapılan uluslararası komployu Roboskili aileler olarak kınıyoruz. Barışın önünde büyük engellerden biri Öcalan’ın şu an bulunduğu durum olduğunu belirtiyor derhal özgürlüğünün sağlanması için adımların atılmasını istiyoruz.
Adalet Bakanlığı Önünde Askeri Mahkemeler Kaldırılsın Diyeceğiz

Mazlumder ve İnsan Hakları Derneği öncülüğünde başlatılmış olan askeri mahkemeler kaldırılsın kampanyasına destek olacağımızı ifade ediyor 19 şubat 2014 tarihinde Adalet Bakanlığı önünde Askeri mahkemeler kaldırılsın diyeceğiz.Roboski katliamının aydınlatılması için değil üzerine örtülmesi ve katliam faillerinin gizlenmesi,korunması ve aklanması için aracılık eden askeri mahkemeler kaldırılmalıdır

ROBOSKİ KATLİAMINI YAPAN PİLOTLARA AÇIK ÇAĞRI

ROBOSKİ KATLİAMINI YAPAN PİLOTLARA AÇIK ÇAĞRI
Son aldığımız haberlere göre Roboski katliamını gerçekleştiren pilotlardan bazıları istifa etmişler.

İstifalarının nedeni ne olabilir, ya da bu istifalar ne yapılırsa samimi olur? Birlikte akıl yürütelim. İstifaları birlikte değerlendirelim ve bir çıkış yolu arayalım.

vicdan

Samimi olan bir tez. . .

1) Pilotlar böylesi bir katliamı gerçekleştirdikleri için psikolojik bir yıkım yaşadılar ve artık bomba yüklü bir uçağa binmeye dayanamıyorlar ve bu yüzden istifa ettiler.

Samimi olmayan iki tez. . .

2) RTE ve hükümet pilotları yeterince sahiplenmedikleri için içerleyip bu hükümetin emrindeki bir uçağı bir daha uçurmam deyip istifayı bastılar.

3) RTE işini gördürdü ve işi bittiği tüm diğer elamanları gibi askeri pilotların istifasını istedi.

Bu pilotlar için birçok şey söyleyebiliriz fakat kendileri hiç konuşmadıkları ya da konuşamadıkları için tüm tezlerimiz zamanla doğrulanmayı gerektiriyor. Biz bu yüzden bir ve ikinci tezlerimizi ayıklayalım ve birinci ve samimi olduğunu düşündüğümüz iddia üzerine biraz konuşalım istiyorum.

Biz samimi yaklaşalım ve pilotlarımızın nereyi nasıl bombaladıklarını bilmediklerini düşünelim. Daha sonra kendilerine neler yaptırıldığını katliamdan bir ya da ikin gün sonra okudukları gazete ya da televizyonlardan öğrendiklerini düşünelim. Bu durumu öğrendikten sonra bu durumu kaldıramadıklarını ve psikolojik destek almak için hastaneye yatırıldıkları tezine devam edelim. Tedavi gören iki askerin tedavisi tamamlandıktan sonra ise istifa edip ordudan ayrıldıklarını, bu ayrılmanın nedeninin ise yaptıkları işin yanlışlığı yüzünden olduğunu düşünelim.

Yazının finaline doğru yol alırken tezimizin de final sorusunu, tezimizi doğrulamak için istifa eden askeri pilotlara sormak gerektiğini düşünüyorum.

Tüm bu durumu size yaşatanlara karşı herhangi bir suç duyurusunda bulunmayı düşünüyor musunuz?

En önemlisi ise hiç sorgulamadan soğuk kanlılıkla F 16 uçağına ait bombaların tetiğine basmak sureti ile ölümüne neden olduğunuz 19’u çocuk olan 34 sivil yurttaşın ailelerinden özür dilemek için herhangi bir girişim içerisine girecek misiniz?

Tüm yukarıda dediklerimiz için bir şeyler yaparsanız o zaman sizin samimi şekilde öz eleştirinizi kabul ederiz.

Belki siz de bundan sonraki yaşamınızı vicdanınız daha rahat bir şekilde devam ettirebilirsiniz. Bu dediklerimizin dışında yapacağınız ya da size yaptıracak hiçbir şey sorumluluğunuzu kaldırmayacak ve hep bir suçun ortağı olmaya devam edeceksiniz.

Katliamın gerçekleşmesini sağlayan savaş pilotlarına açık samimiyet çağrımdır. Kalkın size katliamı yaptıranlar hakkında ulusal ve uluslararası mahkemelerde suç duyurusunda bulunun ve Roboski ailelerinden özür dileyin. Ki hastalıklı ve suçlu yaşamaktan ve insanlık tarihinin o büyük yargılamasından kurtulun. Yoksa lanetlenmekten ve hastalıklı yaşamaktan asla kurtulamayacaksınız.

”34 can için 45 kişi Roboski’de vicdani retlerini açıkladılar

ROBOSKİ KATLİAMININ 2. YIL DÖNÜMÜNDE 34 CANA KARŞI 45 VİCDANİ RET İLE CEVAP VERDİLER

IMG_6689

Roboski katliam anması genel programında Katliamın anmasına iki hafta kala Barış Aktivistleri Meral Geylani ve İbrahim Yaylalı’nın ”34 cana karşın 34 vicdani retçi arıyoruz şiarı ile başlattıkları arayışa Roboski’den ve Amed vicdani ret insiyatifinden cevap geldi.Roboski vicdani ret ortak metnini 38 kişi imzalayarak vicdani retlerini açıkladılar.Amed vicdani ret insiyatifi ortak metnini ise 7 kişi imzalayarak vicdani retlerini açıkladılar.

Nusaybin’de duvar saldırısına karşın başlattığı dönüşümsüz açlık grevi ile kamuoyunun gündeminde yer alan Ayşe Gökkan’ da Roboski için vicdani ret verdi.

Roboski vicdani ret ortak metni: Metni okuyan : Faruk Encü

ROBOSKİ’NİN İKİNCİ YILDÖNÜMÜNDE 34 ALINAN CANA KARŞI 34 VİCDANİ RET İLE CEVAP VERİLDİ…

28 aralık katliamın 2. yıldönümünde Roboski’de verilen vicdani ret ortak metnidir

Roboski katliamının 2. Yılını doldurmuş durumdayız.Katliamcılar iki yıldır elini kolunu sallayarak aramızda dolaşmaktadırlar.
Katliamın birinci yılında Celal Encü’nün ağabeyi İsa Encü “Bu katliamcı devletin, ne asker olarak ne de korucu olarak ister savaş zamanı olsun, ister barış zamanı olsun silahını almayacağımı buradan tüm kamuoyuna duyurarak, vicdani reddimi açıklıyorum”diyerek katliamcılardan da nasıl hesap sorulacağının güzergahını bize göstermiş oluyordu.

Kürt halkı yüzyıllarca zaman kendi coğrafyasında sömürge ilişkilerinde tutulmuştur. Öncesinde de çeşitli yol yöntemlerle sömürge güçlerinin zor aygıtlarında yer almak zorunda kalmışlardır.Feodal toplum sonrası burjuva toplumda militarist yapı olan ordu tamamen toplumsallaştırılmış ve askerlik ya da ordu içerisinde yer almak sözde gönüllü bir ödeve dönüştürülmüştür.

Kapitalist toplumlarda halkların asimilasyonu sömürgeleştirilmesi normal bir durummuş algısı oluşturuldu.Bu durum Fransa devriminden günümüze dek bu şekilde devam etti.Kendi döneminde bu tür asimilasyon sömürgecilik politikaları bir çok yerde sonuç verdi.

Üretim ilişkisi her yerde aynı gelişmediğinden,bizdeki üretim ilişkisi nerede ise bir yuzyıl sonra milliyetçilik akımları ve sonucunda ise burjuva ulus devletleşmesi ortaya çıktı.Osmanlı içerisinde bir çok halk mevcuttu.Geç milletleşme sonucu Osmanlı içerisinde bir çok halk kendi bilincine varmıştı. Bunun karşısında önce
osmanlı içerisinde ittihat terekkiciler ve daha sonra devamı olan Kemal Atatürk ve ittifakı diğer güçler, diğer halkların inkarı üzerine Türklük ve Sunii anlayışı esas alan sert bir dönüşüme yani halkların kırımı üzerine yola koyuldular.Bunu yaparken toplumun militarizasyonu sağlayacak bir çok ırkçı sembol ve propoganda hayata geçirildi.
Burjuva militarist sistem bu ürettiği yalanlarla yüzlıla yakın zamandır bu coğrafyada yaşayan bir çok halkın kırımını sağlamıştır.Başta Ermeni halkını,Rum halknını, Suryanileri Alevileri çeşitli İnanç sistemlerini ve diğer halkları kırıma tabii tutmuştur. Bugün ise tüm gücüyle Kürt halkına karşı saldırmaktadir.

Geçmişten günümüze doğrudan varlığına yönelmiş ve bir çok katliamı acımısızca gerçekleştirmiştir. Dersim-Zilana,Halepçe’lerden Roboski’lere ve çok yeni gever katliamlarını örnek gösterebiliriz.Binlerce yıl sömürge ilişkilerinde tutulan bir halk ve son yüzyıldır ise modern sömürgeciliğe maruz kalan Kürt halkı bu saldırılara direniş ile cevap verdiği kadar,maalesef bu militarist sistemin aynı zamanda sürdürüsücü durumunda da olmuştur.Kendisine dayatılan koruculuğu gereği gibi ret edememiş ve hala Roboski katliamının yaşandığı yer olan burada bile koruculukla kaldırılan silah hala halkımızın elinde bulunmaktadır.Burjuva sistem toplumların militarizasyonunu ve sömürgeci entegrasyonunu öyle hale getirmiştir ki,tüm halklar da korku saçmış ve kendi silahını kaldımadan yaşamına devam edemeyeceği sehir efsanesi herkese kabul ettirmiştir.Bugüm katliama maruz kalmış tüm halklar bu yüzden kendilerini katleden mekanizmanın sürdürücüsü konumuna düşmüşlerdir.Bugün bu coğrafya da yaşamak zorunda kalan ve bu sistemin militarist eleğinden nerede ise geçmemiş halk ya da inanc sistemi kalmamıştır.Buna rağmen kendi yaşamlarına yönelmiş olan bu militarist yapı ret edilememiştir.Bu yüzden sürekli bizi yabancılaştıran ve varlığımıza yönelmiş olan bu sistem katliamları sürdürmüştür.

Biz altla imzası bulunan kadınlar ve erkekler olarak bugüne kadar durmak bilmeyen ve halkların kanıyla sulanan bu savaş mekanizmasınının ancak ret edildiiğinde bu dinmek bilmeyen katliamlar zincirini kırabileceğimize inanmaktayız.Buradan bu militarizasyon sürecinin bir uzvu parçası haline gelen koruculara,askere çocuklarını yakınlarını gönderenlere,ya da direkt üç kuruş çıkar için bu savaş mekanizmaların parçası olan kişilere bir kere daha buradan sesleniyoruz bu coğrafyayı halklar mezarlığına çeviren bu cinsiyetci yapının sialhını almayı ret edin,eğer silahını almışsanız bir an önce bu yanlışdan dönün diyoruz.

Buradan bir kere haykırarak savaş oyunu bitti diyoruz. Bundan sonra bu cinsiyetçi ırkçı militarist sistemin hiç bir koşulda ne asker olarak,ne korucu olarak asla parçası olmayacağımızı buradan tüm kamuoyuna deklare ediyoruz
Savaşın parcası olup kardeş kanı dökmeyi ret ediyoruz.

VİCDANİ RET İMZACILARI
ÜMİT ENCU-ZEKİ ENCÜ-İLHAN TOSUN -FARUK ENCÜ-FİKRET ENCÜ-FUNDA ENCÜ-BERİVAN ENCÜCAHİDE ENCÜ- ZEKİ ÜRÜN-MİNE KAYNAK (ADANA)-HATİCE KAYMAK(DİYARBAKIR)HÜSEYİN ENCÜ-NECAT ENCÜ-LEYLA ENCÜ-CİHAN ENCÜ-TAYBET ENCÜ-FELEK ENCÜ-AYSEL ENCÜ- NAZIM ENCÜ-HANIM ENCÜ-KADRİ ENCÜ-SEMİRE ENCÜ-CAHİT ENCÜ – EYLEM ENCU- KADER ENCU-SELCAN ENCÜ-ZEKİ ENCÜ-BAHAR ENCÜ-ABDULLAH ENCÜ-MEHMET TAHİR TEKİNHAN(DİYARBAKIR-LİCE)-SEYHAN ÜREK-HACI ENCÜ-TANSU ÜREK-ŞÜKRAN ENCÜ-MERCAN ENCÜ-ABDULLAH ENCÜ-NEZİHAT ENCÜ-AYŞE GÖKKAN(NUSAYBİN BELEDİYE BAŞKANI)

ROBOSKİDE ASKERİ YARGI İSTEMİYORUZ İMZA KAMPANYASI BASIN ACIKLAMASI/Qilaban

ROBOSKİDE ASKERİ YARGI İSTEMİYORUZ İMZA KAMPANYASI BASIN ACIKLAMASI
robosimza1
Basın açıklamamıza başlamadan önce Rojava kobani de heyva sor a TC destekli çetelerin saldırısını nefretle kınıyoruz.TC devletini çetelere verdiği desteği kesmesi için bir kere de biz çağrıda bulunuyoruz.Kamuoyunu bu saldırılara karşı duyarlı olmaya çağırıyoruz

Roboski’de askeri yargı istemiyoruz kampanyası yaklaşık iki aydır devam etmekte,bir çok il,ilçe ve köylerde kampanyamız sürmektedir.Kampanyayı bu günlerde yürüttüğümüz Şırnak’ın Kuşkonar,Koçağılı köyleri 26 mart 1994 yılında devlet tarafından F-16 uçakları ile vurulma marifetiyle bombalanan ve 38 kişinin ölümüyle sonuçlanan katliamı AİHM bu günlerde sonuçlandırdı.
AİHM,AİHS’in yaşam hakkını, kötü muamele yasağını ve kendisiyle işbirliği yapılması yükümlülüklerini düzenleyen 2. ve 3 .maddelerinin ihlalleri nedeniyle, Türkiye hükümetinin başvuruculara toplam 2.305.000 euro manevi tazminat ödemesi gerektiğine hükmetti.

Bu katliam da şunu bize gösterdi ki hiç bir katliam yapanın yanına asla kar kalmaz, mutlaka bir gün katliamcılar tarih önünde yargılanır.Yaptığı katliamların hesabını verir ve verecektir Devlet yaptığı bir katliamdan da bugün mahkum olmuştur.fakat biz iyi biliyoruz ki bu katliamın maddi tarafını ödeyerek bu katliamı geçiştirmeye çalışacaktır.Bizlere düşen ise bu yarım ve geç kalmış olan adaletin geri kalan kısmının takipçisi olarak adaletin bu coğrafya da tecelli etmesini sağlamaktır.

Bugün çok iyi görmekteyiz ki eğer zamanında Şırnak’ta gelişen bu katliamı deşifre edebilsek ve o gün bu katliam ile yüzlesebilecek kamuoyunu oluşturabilse idik bugün Roboskiler olmayacaktı.Roboski için gecikmeden gelecek olan adaletin bu coğrafya barışı için önemi elzemdir.Devletin bir kere daha katliamcı yüzünün bugün teyit edildiğine bile bügün sevinemiyoruz,bunu nedeni ise çok taze yaramız olan Roboski katliamı dır.

Bugün barış isteyen herkes Roboski katliamının aydınlatılması için elinden geleni yapmalıdır.Bizim Roboski’de askeri yargı istemiyoruz imza kampanyası başlatmamızın temel nedenleri elbette öncelikle Roboski katliamı faillerinin yargılanması,ve bir an önce gecikmeden Roboski halkı için adaletin sağlanmasıdır. Fakat asıl isteğimiz ise arkasında travmalar mezarlığı oluşturan bir coğrafya da ,halklarının,eşit-gönüllü bir birlikte yaşamasının sağlanması için bu savaşın sonlanmasıdır.

Bu savaş yüzleşmeler olmadan asla sona ermeyecektir,senin hatan benim hatamı götürsün tarzında bir yaklaşımının barışı bu coğrafyaya getirmeyeceğini iyi bildiğimizden,tüm telaşımızla elimizden geldiğince barışa katkı sunmaya çalışıyoruz.Bizim için yürüttüğümüz bu imza kampanyası bu anlama gelmektedir.

Bizim gibi düşünen herkesin yürüttüğümüz imza kampanyasına sahip çıkmasını ve bu coğrafyanın her yerinde imza toplamasını ve Roboski’yi adalet gelinceye kadar bıkmadan usanmadan anlatmanızı istiyoruz.
BARIŞ İÇİN AKTİVİTE

ROBOSKİLİ AİLELER İÇİN ŞEHRİNDE SENDE İMZA TOPLA

ROBOSKİ’Lİ AİLELER İLE DAYANIŞMAK İÇİN ŞEHRİNDE SEN’DE İMZA TOPLA

Ben bu yazıyı hazırladığımda Roboski katliamında 629. Gününü doldurmuştu. Son yaşadıklarımızı özetlersek aslında neden böylesi imza kampanyası başladığımız daha da anlaşılır olacaktır

BAŞBAKANI PROTESTO İÇİN HAZIRLANIRKEN KENDİMİZİ GÖRÜŞMEDE BULUVERDİK

Tarih 27 temmuz gösterdiğinde: Başbakan Şerafettin Elçi havaalanının açılışı için Şırnakta idi.Açıkca söylemek gerekirse protesto için hazırlanırken birden o görüşmenin tarafı oluverdik.Bilmeyenler için söyleyelim hükümet b planı olmadan asla hareket etmez ki eğer aileler son anda ikna olmasa idi,bu sahte aileler devreye girip görüşme öyle olacaktı.Gerisi de boyalı medyanın kamuoyuna sunumuna bırakılacaktı ki bu konuda Türkiye basını mahirdir herkes çok iyi bilir,yalan haber yapmayı çok iyi bilirler.Başbakan’ın isa’nın yalancı havarisi durumuna düşmesine rağmen aileler her şeye rağmen başbakana bir kere daha katil olduğunu haykırdı.O da tüm yüzsüzlüğüyle ailelerin gözlerine bakamadan TMK ‘ye göre özenle çalısan birimler bu işi yaptı dedi,aileler siyasi sorumlular(hükümet) da dahil bugün hala tüm katillerin peşinde adalet arayışlarını devam ettiriyorlar..

KENDİNİ MÜSLÜMAN DİYE İFADE EDEN İKTİDAR ELİYLE BUNLARIN YAPILMASI BİZİ KAHREDİYOR

Tarih 8 Ağustos’u gösterdiğinde :belki de Müslümanların nasıl duracağı anlamında doğru dürist birkaç çıkıştan biri olan anti kapitalistler tüm engellemelere rağmen ramazan ayının son ‘Yerüzü sofrasını ‘ Roboski’de kurmak üzere yanımızda idiler.Bizim yani Katliamı açığa çıkarmak için uğraşanlar için hazırlanmış bir çok tecrit noktalarına yakalana yakanla yanımıza ulaşmışlardı.Antikapitalist sözcü bu iktidarı su sözleri ile tamtamına tarifliyordu ‘’ Kendini müslüman olarak ifade eden iktidar eliyle bunların yapılması bizi kahrediyor. Oysaki bu insanlar “Fırat’ta bir kurt kapsa koyunu ilahi adalet Ömer’den sorar onu” sözleri ile iktidar olmuştur. Fakat kendi ahitlerini yediler, bozdular. Onların verdiği emirle 34 insan katledilmiştir”

KESK ‘İN ORHAN VE BEDRAN ENCÜ/ABDULLAH CÖMERT YÜRÜYÜŞ KOLU’ .ROBOSKİ’ DEN BAŞLADI

Tarih 16 ağustos’u gösterdiğinde :Hükümet ile Memur-Sen arasında imzalanan TİS’i ve memurların taleplerinin karşılanmamasına tepki olarak Kamu emekçilerinin emek ve demokrasi talep eden ve yaşadığımız coğrafyanın dört tarafından başlayarak Ankara’ya kadar sürecek yürüyüşün bir kolu ise Roboski’den başladı.Özgen neden Roboski’yi sectiklerini söyle ifade ediyordu ‘’ “Niye Diyarbakır kolunu Roboski’den başlatıyoruz? Roboski AKP hükümetinin son iki yıllık politikası çerçevesinde en yakın, en taze, failleri açıklanmamış katliamlardan biridir. Bu yüzden Diyarbakır kolundan başlatacağımız yürüyüş kolumuza Roboski katliamında yaşamlarını yitiren en küçük çocuklarımız olan Orhan ve Bedran Encü ile Hatay’da katledilen Abdullah Cömert yürüyüş kolu ismini verdik.”

ROBOSKİ’LİLER SADECE İNSAN KATLİAMINA KARŞI OLMADIKLARINI EKO-JİN’İN YÜRÜYÜŞÜNE DESTEK PROGRAMIYLA GÖSTERDİLER.

Tarih 16-17 Agustos’u gösterdiğinde:Roboski’li aileler kafalarını sadece kendi acılarına gömmediklerini bir kere daha gösterdiler. Dersim’den Hewlere doğa katliamlarını protesto için bisiklet süren Eko-jin grubunu köylerinde ağırladılar.Sadece insan katliamına değil doğalarının katledilmesine de karşı olduklarını,yaptıkları programla da ortaya koydular.Ertesi gün 19 agustos ta mezarlıkta yaptıkları basın açıklamasından sonra Hewlere doğru doğa ve insan dostlarını yolcu ettiler.

1 EYLÜL DÜNYA BARIŞ GÜNÜ:TOPLANTIYI TERK ETMEYİ DÜŞÜNDÜK

Tarih 1 Eylül’ü gösterdiğinde: Bir gün öncesinden başından beri Roboski’li ailelerin yanıbaşında verdikleri mücadeleyi destekleyen barış meclisi Roboski’ye gelmiş aileler ile dertleşiyorlardı.Ailelere barış meclisinden başbakan ile görüşmeler sorulduğunda başbakanın samimiyetsizliğini tüm çıplaklığıyla gelen barış heyetine meclisi ve gelen heyete anlatmaktan çekinmiyorlardı.Çünkü böyle inkar ,böyle yalan ve böylesi bir oyunla daha önce hiç karşılaşmamışlardı.Valisine bunlar parayı almadı mı? Sorusunu soracak kadar futursuz bir başbakan ile karşı karşıya idiler.Hükümeti kastederek Barış meclisi ‘’Eğer samimi iseler bir kere daha barışın yolu Roboski’den geçer ‘’dedi.

Bu kadar dar olan zaman diliminde bile hükümetin iktidar sarhoşu olduğunun kanıtı gibidir tüm bu iktidara karşı hoşnutsuz karşı duruşların ortaya çıkışı ve kalemim aracılığıyla size yansıması ,bu şımarıklık bu hoyratlık sona ermelidir.

BİZ ARTIK BU SAMİMİYETSİZ SALDIRIYA DAYANAMADIK VE ROBOSKİ’Lİ AİLELER İLE DAYANIŞMAK İÇİN ŞEHRİMİZDE ‘’ROBOSKİ’DE ASKERİ YARGI İSTEMİYORUZ’’ İMZA KAMPANYASINI BAŞLATTIK

Biz Meral Geylani ile birlikte nerede ise bir senedir Roboski’li aileler ile birlikte yaşıyoruz.Katliam sürecinin son bir senesinin canlı tanıklarıyız.Devlet ve hükümet katliam gerçekleştikten sonra Katliam bölgesi ve katliamı yaşayan ailelere tek bir destek dahi sunmamıştır.Okul da travma yaşamış çocukların dövülmelerinden tutunda adalet arayışlarını sürdüren her bir bireyin nasıl burada cezalandırılmaya çalışıldıklarını gördük.daha çok taze katliam bölgesine gidip karanfil bırakmak istediğimiz için 110 aileye ve dün bana 3000 tl ceza geldi.Roboski’yi dillendiren gazeteciler ya cezalandırıldı ya işlerinden oldu.katliam bölgesine gelip, görmek isteyen aydın-gazeteci ,şair ve aktivistler cezalandırıldı.Bunlar da şunu alanen gösteriyor ki hükümet siyasi sorumluluğunu bildiği katliamı tecrit ediyor ve bunun için her türlü hukuksuzluğu bugün bize dayatıyor.Geri kalanı kalem yazar da buna yer yeter mi ?

Biz Barış aktivistleri İbrahim Yaylalı & Meral Geylani 1 Eylül dünya barış günü itibarıyla başlayarak bulunduğumuz il ve çevresinde Roboski’li aileler ile dayanışmak amacıyla 1)Hükümetin ailelere karşı bu saldırısını önlemek 2)Roboski’li ailelerin dosyasının askeri yargıdan alınıp sivil yargı’ya tekrar iade edilmesi 3) Adil yargılamanın önündeki yasal engellerin kaldırılabilmesi için, Cumhurbaşkanı’ nı göreve çağıran bir imza kampanyası başlattığımızı buradan kamuoyuna bir kere daha duyuruyoruz. Herkesi bulunduğu il ve çevresinde bu ya da böylesi bir kampanya yapmaya çağırıyoruz.
İMZA KAMPANYASINI NASIL UYGULUYORUZ :

Biz Şırnak ili ve çevresinde imza kampanyasını yürüteceğiz

İmza kampanyasını illerinde uygulamak isteyenlere imza föyleri bizler tarafından gönderilecektir
Imza kampanyasını bireyler ve kurumlar yürütebilir,isterlerse şehirlerinde stand açabilirler,isterlerse normal standsız imza toplayabilirler

İmza kampanyası katliamın yıl dönümünün ardından 29 aralık 2013 de sonlandırılacaktır Roboski’yi unutturmamak için sen de şehrinde imza topla ailelere destek ol

İmza kampanyasının sonunda toplanan imzalar bir araya getirilerek Cumhurbaşkanına gönderilecektir
Iletişim :
meralgeylani@hotmail.com
ibrahimyaylali@outlook.com
https://www.facebook.com/events/209285572572573/?fref=ts

Sahi Başbakan yine 17 yaşında ki Cizre de katledilen Sinan için de ağlar mı ? Ya da kızının parmağını verir mi

1150947940
Cizre nin Yafes Mahallesi’nde 23 Nisan akşamında yolu trafiğe kapatan gençlerin kimlik kontrolü yaptığı sırada olay yerinden geçen ve içinde iki sivil polisin bulunduğu araç gençlerin üzerine silahla ateş açmıştı.

Açılan ateş sonucu 3 kişi yaralanırken, polis aracı 17 yaşındaki Sinan Saltıkalp isimli genci ezmişti.

Uzun zamandır yaşam mücadelesini Medikal park hastahanesinde veren Cizre’li Sinan bügün yaşamını yitirdi.

Mısır da Esma var iken kim hatırlar Yasef mahellesinde katledilen Sinanı..

Mısır da ihvan liderinin öldürülen kızı için var olan gözyaşı damlası Roboski için birikip de neden akmıyor ve gazetelere bu şekilde konu olmuyor, ya da gezi de öldürülen canlar için ya da Polis arabası ile bilinçli ezilip bugün yaşamını yitiren 17 yaşındaki Cizre’li Sinan dolup taşmıyor…

Ben Bugün Cizre üzerinden geçerek Şırnak’a ulaştım,sahte demokrat başbakan 17 yaşında Mısır’da ölen birine ağlarken ki ağlasın buna bir şey demiyoruz fakat,bugün kendi polisinin ve kendi çoğrafyasında ezdiği 17 yaşında bir insan yaşamını yitirdi.Başbakan bırak ağlamayı o katliamı bile unutmuştur,bunu da hatırlasın..Hadi çık televizyonlara Cizre’li Sinan için de ağla

Cizre bugün kendi çocuğu için yas tutuyor,kimse dükkanlarını açmamış,Cizre bugün Sinanı toprağa veriyor,evet Roboski de katledilen kardeşlerinin yanına gidiyor,Uğur’un Ceylan’ın Kürdistan’da yaşamını doğal yollarla kaybedememiş olan akranlarının yanına gidiyor.

Bakın Mısır lı Esma için Başbakan’ın basın ve televizyona yansıyan hallerine:

Sibel Eraslan’ın, Star gazetesindeki köşesinde 21 Ağustos’ta yazdığı yazının başlığı “Esra Albayrak: Babamı ağlarken gördüm bu sabah”tı. Başbakan Erdoğan’ın kızı Esra Albayrak, Eraslan’a babasının İhvan liderlerinden Muhammed Biltaci’nin vurularak öldürülen 17 yaşındaki kızı Esma Biltaci’nin ölüm haberini okurken ağladığını söylemiş, Eraslan da bunu köşesinde yazmıştı.(başka haber-Kıvanç Koçak birikim)

Erdoğan katıldığı bir televizyon programında Esma için bir kez daha, bu kez canlı yayında ağlıyordu:

“Ağlamaktan konuşamadı” (Hürriyet), “Şehit Esma için gözyaşı” (Yeni Şafak), “Başbakan canlı yayında ağladı” (Zaman), “Aklıma kızım geldi” (Milliyet), “Tv’de Esma’ya gözyaşları” (Habertürk), “Başbakanı ağlatan mektup” (Radikal), “Erdoğan’ın gözyaşları” (Vatan)…

Erdoğan’ın ölen çocuklara eşit ve aynı mesafede durmadığını iyi bilmekteyiz.Aşağıda Bir kaç hatırlatma yapıp Erdoğan’a sormak istiyorum

Roboski’nin cocukları olunca…

Çocukları katliamda yok edilen Roboski’li ailelere 17 ay sonra söylediğin tek şey işlerim yoğundu,Hasta düşmüştüm.Valla olanı biteni bilmiyordum.Bunun talimatını ben vermedim.. dedikten sonra katliamı hantepe,gediktepe diyerek TMK yı hatırlatarak ailelerin gözüne baka baka savunmuştun. Yaptığınız katliamı yine Roboski’li aileler ile yaptığınız görüşmede ‘kızım asker de sivil de öldü kader’ diye savunabiliyordunuz.

Cizre’nin çocukları olunca…

Yasef de katledilen Sinan Kürt illerinde öldürülen binlerce akranlarından biri, polisini aklama ya da yaptığın katliamı saklama yerine bir gün olsun bu coğrafya da katledilen binlerce çocuk için bir gün basın önünde ağlayabilir misin..

Hadi Erdoğan çözüm süreci senin sürekli övgüne mazhar kalan polis’in tarafından acımasızca öldürülen Sinan’ın cenaze merasimine gel ve basın önünde ağla olur mu

Esra Bayraktar’a farazi bir öneri…

Bakın Benim bir farazim var. Bir gün Esra bir de ne görsün babası Başbakan Erdoğan göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlıyor,tabii esra şaşkın o günlerde kendilerine yakın hiç bir Ortadoğu ya da Afrika ülkesinde ne darbe olmuş ne de bu ülkelerdeki babasına yakın olan önderlerin yakını öldürülmemiş, hali ile soruyor babacığım ne oldu,baba cevap veriyor Roboski’ye orada katledilen cocuklara,Uğur’a Ceylan’a Sinan’a ağlıyormuş sen de Twitine sarılıp hemen yandaş gazete de bulunan ablana bu durumu anlatıyormuşsun tabii, sonrasını bizim farezimiz bile kabul etmiyor. Esra sen ne dersin böylesi bir günü burada katledilenlerin aileleri görecek midir.

Roboski’li ailelerden bir de Emine Erdoğan’a bir öneri

Kızım yerine koyup mısırda ölen 17 yaşındaki ihvan liderinin kızı için ağladım diyen basbakan Erdoğan’ın eşi Emine Erdoğan’a Roboski aileler yaptıkları görüşmede empati yapabilsin diye bir isteklerini anlattılar.Aileler tazminatı kastederek Emine Erdoğan’a biz bir şey istemiyoruz sadece katliam açığa cıksın istiyoruz dediler,daha sonra durumlarını daha iyi anlasınlar diye Kızlarının kücük parmağını kesip bize verin bizde size
sadece kızınızın parmağı için bize önerdiğiniz parayı verelim diyorlar tabii Emine Erdoğan bunu kabul etimiyor

Sahte kabadayılık kolay tabii, her türlü manipulasyon mekanizmalarında elinde,insan malzemesi de buna göre şekillendirilmiş, ondan sonra çık ağla ve manipulasyon merkezlerine servis et bu kadar,tutmayın demokrasi havarisini değil mi. Diğer tarafta Roboski’li aileler hala yaşadıkları katliam için adalet bekliyorlar ve öldürülen binlerce çocuğun aileleride çocuklarının faillerini istiyorlar,

Sahi Erdoğan çifti istediğiniz parayı tazminatı size verelim verir misiniz çocugunuzun bir parmağını onu isteyen ailelere,bunu yapar mısınız

Ölülerimiz karşısında davranışlarımız ne zaman eşitlenirse o zaman barış bu coğrafya ya ama ve fakatsız gelecektir

antikapitalist müslümanlar roboski mezarlığında bayramlaşmaya katıldı

Basın acıklamasına ve bayramlaşmaya katılan Anti kapitalist müslümanlar adına konuşma yapan Sedat Doğan şunları ifade etti

“Yüzlerece kişinin inanan,inanmayan,Türk,Kürt,Alevi,Suninin bütün insanların size selamlarını ve başsağlığı dileklerini getirdik.”diye söze başlayan Doğan “Peygamberimiz eğer bir mümin uzaktaki bir kardeşinin acısını aynı ile kalbinde hissetmiyorsa gerçekten iman etmiş olmaz diyor.gerçekten iman ediyorsak,bu zulmü yapana istanbulda, batıda yaşayan tüm müslümanlar,Türkü-kürdü müslüman ve alevisiyle buradaki acıya ortak olması,bu zulmü yapan devlete otoriteye iktidara karşı mutlaka mazlum insanların sesini yükseltmesi gerekir.

Biz bu anlamıyla elimizden geleni istanbulda yapacağız.Kendini müslüman olarak ifade eden iktider eliyle bunların yapılması bizi kahrediyor.Oysaki bu insanlar ” Fırat’ta bir kurt kapsa koyunu ilahi adalet ömerden sorar onu sözleri ile iktidar olmuştur.Fakat kendi ahitlerini yediler,bozdular.onların verdiği emirle 34 insan katledilmiştir.” diyen Doğan sözlerini şöyle tamamladı “Bayramdan sonrada bu eşitliğimizi bozmayacağız,34 şehidimizin kanını 34 şehidimizin mücadelesini bizde istanbulda devam ettireceğiz.
Rızkınızı bizimle paylaştığınız ve acılarınızı ortak ettiğiniz için hepinizden allah razı olsun,hepinizi çok seviyoruz.Allah bu zamana kadar ki hatalarımızan ve geç görmemizden dolayı bizi affetsin ve birlikteliğimizi devam ettirsin.

Roboski aileleri yüzleşmeye devam ediyor

Roboski aileleri yüzleşmeye devam ediyor1150947940
Roboski ailelerini Başbakan ile görüştüğü için kınayanlar lütfen bir de bu buluşmaya şimdi inceleyeceğimiz yönüyle de bir bakmayı deneyin. Roboskili aileler için 500. gün katliam bölgesine gitmek ne ise, Başbakan ile karşı karşıya gelmek aynı şey, ne az ne fazla, ya da 500. gün sınıra çıkarken asker ile karşı karşıya gelmiş ve sonuna kadar askerden nasıl hesap sorulmuşsa Başbakan’a da aynı yaklaşım sergilenmiştir.

Roboskili aileler için bu buluşma sadece katil ile yüzleşmenin ötesinde bir şey değildir. Katliamlarda katil ile kurban’ın yüzleşmesi, katliama maruz kalan için hayati bir şeydir.

Roboski aileleri 500. gün katliam bölgesine sokulmadı, bu ailelerin üzerinde büyük bir baskı oluşturmuştu. Biz, katliam bölgesine giden ailelerde kırılmış özgüven duygusunda biraz da olsa düzelmeler olduğunu gördük.

Katliama maruz bırakan anlayış, bu katliamı tamamen sindirme, baskılama ve özgüveni yıkma için, korku hapsi için uygular. Katliama maruz kalan ise bu duygudan, her şeyden kendini soyutlayarak kurtulamaz, bu tür katliamlara maruz kalmış insanların iyileşmesi, tekrar sağlıklı bir birey haline gelmesi, ona karşı mücadele ve yüzleşmesi ile olur..

Bu yüzden katliamın yapıldığı bölge ve katliamı yapanla yüzleşme, katliama maruz bırakılmış olan insanlar için hayati öneme sahiptir.

Son olarak toplamak gerekirse, başbakan bu katliamın tamamen siyasi anlamda sorumlusudur. Bunu hiçbir olgu ve konjonktür farklılaştıramaz. Başbakan’ın ailelerle buluşmasında da eski bilindik tavrını olduğu gibi koruduğunu da görmüş olduk. Hatta hala aileleri de suçladığını aile bireyleri bize anlattı. Ailelerin bir kısmının dahi olsa katliamın siyasi sorumlusu ile yan yana gelmesi, ailenin kendi yüzleşmesi için önemlidir. Katliam bölgesi ailelerin travmasını azaltmada bir işlev görmüşse, katilin insan üstü bir şey olmadığını gördüğünde, buna karşı mücadele edebileceğini görmesi anlamında önemlidir.

Yoksa siyasi ya da politik olarak katilin katliama maruz bıraktığı ailelere verebileceği başka bir şey yoktur. Bu zamana kadar uygulamadığı idari bir iki değişiklik yapıp, bu süreci geçiştirmeye çalışacak, direkt katliamda kullandığı askeri bile kaçırmaya çalışacaktır. Hava kuvvetlerinde yaşanan istifalar bu amaçla olabilir.

Roboskili aileleri yakından takip eden biri olarak şunu söyleyebilirim ki, katliamı açığa çıkarmak için daha örgütlü mücadele edebilecek bir çabanın içerisine girdiler. Öldürmeyen güç güçlendiriyor. Katliama, cins eşitsizliğine, doğa katliamına karşı, köylere geri dönüşten, ana dilde eğitime varana dek birçok sorunu dert edinen bir öz örgütlülüğüne doğru tartışmalar yapmaktalar.

Sosyal medya tartışmalarında ailelerin başbakan ile buluşmasına tepkiler yoğundu. Eleştirilerin haklı ya da haksızlığından öte, ailelere mitsel bir yaklaşımdan vazgeçmeliyiz. Roboskili aileler hata yapmaz mı, elbette hata yaparlar. Belki de çoğumuzdan fazlasını hata adına yapabilirler. Fakat öğrenerek hem katliamcı zihniyete karşı daha sağlıklı ve daha örgütlü mücadele edecekler, hem de yukarıda vurguladığımız gibi travmalarını da bu mücadelenin içerisinde atlatacaklar. Bize düşen ise Roboski ailelerinin katliamcılara karşı başlatmış olduğu bu mücadelede asla onları yalnız bırakmamak.

Böylesi mücadelelerde yalnız olmadığını bilmek yolun yarısı eder bunu unutmamak gerekir.

Bir de kendimizde olmayanı başkasına yüklemek gibi bir kolaycılığımız var. Bundan vazgeçip birlikte nasıl hareket edebiliriz bunun üzerine yoğunlaşmalıyız.

TSK iç hizmet yasa tasarısı değerlendirmesi

üreci nasıl provokasyon edebilirimin başkaca söyleme şekli

İbrahim Yaylalı
TSK iç hizmet kanun tasarısını komisyonda MHP si CHP si AKP si bir oldu ve kabul etti

TSK iç hizmet kanun tasarısını okuyalım 1…

Askeri veya özel güvenlik bölgesi

“Terörle mücadele kapsamında yürütülen operasyonlar nedeniyle, meskun mahal dışında, can ve mal güvenliğinin korunması bakımından girilmesinde sakınca bulunan yerlerde operasyonun devam ettiği süreyle sınırlı olmak üzere; Genelkurmay Başkanlığı veya İçişleri Bakanlığı’nın göstereceği lüzum üzerine Bakanlar Kurulu kararıyla askeri veya özel güvenlik bölgesi ilan edilebilecek. Gecikmesinde sakınca bulunan hallerde vali kararıyla 15 güne kadar özel güvenlik bölgesi ilan edilebilecek.”

Asker ve vali istediğinde OHAL a başvuracak, düşünün bu uygulama kimler için uygulanacak…

Bunun en yakın örneği bizim katliamın 500.günü dolayısıyla katliam bölgesine gitmemizi asker böylesi bir gerekçeye dayanarak yapmak istedi.Biz tepki göstererek dün burada olmayan bu bölgenin bugun burada kurulması doğru değildir deyip,suni oluşturulmuş bölgeyi tanımadığımızı söyleyip katliam bölgesine gittik,şimdi acilen bu yasanın çıkması,yapacakları bir çok provokasyonu önleyemeyelim diye olduğu açıkca gözüküyor

Kalekollara karşı provokasyonları önlemek için bölge halkı harekete geçtiğinde, seyyar o hal devreye girecek.. ( bilişim çağındayız o kadar da değil en azından seyyar oldu OHAL)

Bu günlerde kalekol inşaatlarına karşı sivil itiatsizlik yapan kimlerse onlar için hazırlanmıştır..(AKP MHP CHP neyi çıkardıklarını bilmezler mi)

Asker provokasyon için operasyon yaptığında,Kürt halkı bunu önlemek için hareket ettiğinde bu uygulama devreye girecek…..

Sözde darbeleri kanun yapar denilerek bir düzenleme gelmiş ki komedi…

Meşhur tsk iç tüzük 35. Madde

Halkın bilincini yanıtmanın başkaca yolu

Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 35. maddesi de değiştiriliyor. “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; Türk yurdunu ve Anayasa ile tayin edilmiş olan Türkiye Cumhuriyetini kollamak ve korumaktır” ifadesi, “Silahlı Kuvvetlerin vazifesi; yurt dışından gelecek tehdit ve tehlikelere karşı Türk vatanını savunmak, caydırıcılık sağlayacak şekilde askeri gücün muhafazasını ve güçlendirilmesini sağlamak, Türkiye Büyük Millet Meclisi kararıyla yurtdışında verilen görevleri yapmak ve uluslararası barışın sağlanmasına yardımcı olmaktır” olarak tanımlanıyor.

Yukarıda yazılanlara baktığınızda bir dönem kapanmış gibidir.Basit düşündüğünde böylesi bir hazırlığın ardından demokrasinin daha fazla görünmesi gerekiyordu.Mesele bir halkın üzerinden baskı rejimini kaldırmak değil,baskı aracının olsa olsa devridir bugun gerçekleşen,yoksa halkın üzerindeki hegomanyalarından asla vazgeçmiyorlar

Ordu başkaca bir gücün hem sopası hemde bileşenini ifade ediyordu..Bu güç bugün en azından gücünün geriletildiği gözüküyor

Peki siz halkı koruma adına bunu bu şekilde değiştirdiniz,biz halkı sizden nasıl kurtaracağız,bu duruma ne diyorsunuz.bunun bir yasal düzenlemesi var mı..

Yeni hegomonik güçün icraatları..

Roboski,Paris katliamı,Gezi Lice ve arada atladığım daha nice katliamlar sizin hükümetininz döneminde acımasızca gerçekleşti.Siz katliamları gerçekleştirdiniz.medya ve diğer tüm bileşenleriniz ikinci katliamı da yapmaktan geri durmadılar.Yani katliamları kararttılar değil mi.
Daha bir çok şeyde asker provokasyonunun önünü açan bir ittifak söz konusu, yine yeni şer kanununu birlikte olur verdiler. Bunun bizim baktığımız yerden başkaca açıklaması bulunmamaktadır.

Bunu hazırlayan kim tabii ki hükümet, provokasyonun da nereden geldiği gözüküyor değil mi..

Şüreç pek AKP ye uymadı, AKP ve bileşenleri ne düşündüyse bu süreçte onları görmediği açıktır.

TSK iç hizmet kanun tasarısını okuyalım 2

Bir savaş düzenlemesi daha…

PKK’ye esir düşen askerler üzerine

Bu dolaylı olarak Kürt hareketini tanımak anlamına gelir mi ? yoksa…
‘Esir düşen, görevi sırasında harp gaibi olan veya enterne edilenlerle terörle mücadele görevi sırasında veya bu görevlerinden dolayı alıkonulan ya da kaybolan sözleşmeli erbaş ve erlerin özlük hakları, ailelerine ödenmeye devam edilecek. ‘

Hatırlanacağı gibi esir düşen bir polis’in ailesi televizyona çıkıp feryat etmişti.Esir polis ailesi çocuklarının PKK ye esir düşmesinden sonra devletin kendilerini hiç aramadığını hatta esir düşen polis memurunun maaşının da kesildiğini aktarmışlardı.Bunun üzerine tepkiler gelmişti.

Bu zamana kadar esir düşen devlet personelenin hakları donduruluyordu.Gelen tepkiler sonucu bu düzenlemeyi devlet yapmak zorunda kaldı.

Bilindiği gibi devletin resmi politikaları gereği, bu zamana kadar alınan esirler üzerine herhangi bir düzenlme yapılmamıştı.Hatta hatta verdiği esirleri kurtarmak için dahi en ufak girişimde bulunmamış,bu anlamda girişimleri olanları mahkeme yoluyla cezandırmaya gitmiştir.

Bu çok küçük de olsa karşı tarafı tanıma anlamı da ifade eder, bu düzenlemelerin arkası mutlaka takipe alınması gerekir.Aşağıda ele alacağımız tasarı maddesine baktığımızda ise bir an da her şey bu yasa tasarısıyla tersine dönüyor.Bu yasa tasarısını hazırlayanların sol gösterip nasıl sağ dan vurduklarını da görüyoruz
ESİR DÜŞENİN DURUMUNU BELİRLEME YA DA GÖZDAĞI

“Terörle mücadele görevi sırasında veya bu görevinden dolayı alı konulan veya kaybolan, daha sonra birliğine dönen er ve erbaşların durumları, mensup oldukları kuvvet komutanlıklarınca oluşturulacak kurul tarafından incelenecek. Kaçırılma veya kaybolmayla ilgili kusurlu görülenler hakkında soruşturma dosyası düzenlenerek, yetkili makamlara intikal ettirilecek. Kurul tarafından kusursuz görülenler ile haklarında kovuşturmaya yer olmadığı veya beraat kararı verilenlerin birliklerinden ayrı geçirdiği süreler, hizmetten sayılacak ve ödenmemiş özlük hakları ödenecek.”

Yukarıda anlatıldığı kadarıyla,esir düşenin durumunu belirleyecek olan kurulun birliğince oluşturulması ne kadar doğrudur. Bu mana da bir kurulun nasıl sağlıklı işlemesi bekleniyor.
Asker de esir düşme olayına bırakın sıcak savaşı yürütenlere,askeri savcılık ve mahkeme bile hukuki değil oluşturulan militarizst önyargı ile yaklaşmaktadır. Bunu görmek için sadece dağlıca mahkeme sürecine bakmak yeterlidir.

Asker ya da polis açıkça tehtid ediliyor bu yasa ile esir düşmek ile ölüm arasında seçim yapacaksan sopam elimde ona göre tercih yap deniliyor

Bu yasa tasarısı tamamen yürütmenin kafa yapısı ne ise ona göre işleyecek bir madde olarak önümüze çıkmaktadır.Bu taslak maddesi barış sürecine göre hazırlamnmamış olup tamamen savaş sürecine göre hazırlanmıştır.

Bir bütün olarak değerlendirdiğimizde bu tasarıyı,maalesef barış sürecinin dilini bırakın, uygulamaya konduğunda,taslek maddeleri nelere eleştirl çıkmışsa ondan daha beter bir durumu ifade etmektedir
İsteklerinde samimi hareket etmeyenlerin barış’ın arkasından dolanıp insanları nasıl kandırabilirim bu taslak yasa maddeleri iyi göstermektedir..

Bu yasa tasarısı hükümetin süreçte ne kadar samimi olduğunu da göstermesi açısından önem arzediyor,maalesef her tarafta provokasyon yaratan hükümet burada da aynı yolu izlediğini görüyoruz

ROBOSKİ DOSYASI DAVASININ ASKERE HAVALE EDİLMESİYLE İLGİLİ KAMPANYA ÇAĞRISI

ROBOSKİ CEZALANDIRILMAYA DEVAM EDİYOR..

http://imza.la/roboski-katliami-dosyasi-icin-askeri-yargi-istemiyoruz

Her ne için sokağa inme cüretini gösteren arkadaş, mutlaka roboski’yi de unutma, Roboski’yi kamuoyuna taşımak için elinden geleni yap

Bu konuda duyarlı olan tüm kurumlara bulundukları yerlerde Roboski’ye yapılanları kamuoyuna taşıma duyarlılığına çağırıyoruz

Devlet Roboski’yi bir sessizliğin içinde herkesin gözüne baka baka katletmeye devam ediyor buna izin vermeyelim

Roboski’den sıcak bir gelişmmeyi sizinle paylaşmak istiyorum. 500 gün ile ilgili sınıra giden Roboski ailelerinie devlet ceza yağdırmaya devam ediyor.Bugün öğrendiğim sayıya göre 110 kişiye 3000tl ceza kesilmiş durumdadır..

Uluslararası af örgütüne açık çağrı:

1150947940

sevgili arkadaşlar gezi parkı direnişinin 8. günü Diyarbakır savcılığı Roboski katliamı davası dosyasına görevsizlik kararı vererek genelkurmaylığa göndermiştir.

Sizce arkadaşlar 34 sivil insanın katledildiğini, içeren bir dosyanın askere gönderilmesi kurda kuzuyu emanet anlamına gelmez mi..

Bu konuda herhangi bir şey yapmayı düşünmüyormusunuz.

Ayrıca 110 kişiye yakın insana katliamın 500.günü sınıra karanfil bırakmaya gittikleri için ceza kesilmiştir.

Bu konuda acil bir çağrı yapmayı gerekli görmüyor musunuz

barış aktivisti/ İbrahim yaylalı

ulaşım:05356774277

http://imza.la/roboski-katliami-dosyasi-icin-askeri-yargi-istemiyoruz/liste

roboskide-gorevsizlik-isyani-111698

Roboski Katliamı Dosyası İçin Askeri Yargı İstemiyoruz.

#roboskideaskeriyargıistemiyoruz
#direnroboski

Roboski Katliamı dosyası İçin asgari yargı değil,adaletli yargılama istiyoruz.

Sayın yetkili:TBMM başkanı ve TC devleti Cumurbaşkanı

Sayın TBMM başkanı ve Sayın TC.devleti Cumhurbaşkanı, biz aşağıda imzaları bulunanlar,Bu sürece müdahil olmanızı,Gezi parkı Direnişinin 8 günü Roboski katliamı dosyası için verilen görevsizlik kararı ile Genelkurmaylığa gönderilen dosyanın,tekrar sivil savcılığa gönderilmesi ve adil yargılamanın önündeki tüm engellerin kaldırılması için düzenlemelere öncülük etmeniz için çaba sarf etmenizi talep ediyoruz

……..

Katliam nasıl gerçekleşti:

#roboskideaskeriyargıistemiyoruz
#direnroboski

Roboskî Katliamı 28 Aralık 2011 akşamında yaşandı. Türk Hava Kuvvetlerinin, Şırnak’ın Uludere ilçesi yakınlarındaki Irak topraklarında F-16 savaş uçaklarıyla yaptığı bombardıman sonucunda çoğunluğu çocuk 34 köylü yaşamını yitirmişti.

Katliam sonrasında neler oldu:

Bir taraftan yargı mekanizması gizli gizli çalışma yürütürken,diğer taraftan da TBMM Roboski’de yaşanan katliam için alt komisyon oluşturdu.

2013 newroz’unda Sayın Öcalan’ın çağrısı ile çözüm süreci içerisine girildi.Aynı günlerde alt komisyon roboski katliamını perçinleyecek raporunu açıkladı.

Bu rapor katliam da hiç bir sorumlu göstermiyordu. Sadece koordinat hatası bulabilmişlerdi. Alt komisyon raporu nerede ise Diyarbakır savcılığı ve toplum için piar oluşturmuştur.

Bir buçuk sene hiç bir şey bulamayan ve sadece “özensizlik” diye değerlendiren diyarbakır savcılığı TMK 10. Maddesi ile görevli Cumhuriyet Başsavcılığı’nın “taksirle ölüme neden olmak ve görevi kötüye kullanmak” bu suçlara bakmakla yükümlü olmadıklarını hatırlatarak dosyayı Genelkurmaylığa göndermiştir.

Gezi parkı direnişinin sürdüğü bu günlerde Roboski katliamı dosyası için böylesi bir kararın çıkması ayriyeten düşündürücüdür.

Bu zamana kadar basına yansıyanlarla rahatlıkla ifade edilebilir ki, askeri yargılamalar tamamen bir komedya’dan ibarettir.

Oynanan bu komedya’ya teslim olmayacağız. Roboski katliamının diğer gerçekleşen katliamlar gibi kaybolup gitmesine izin vermeyelim.

Askeri yargılama istemiyoruz diyorsanız,bu katliamcı zihniyete teslim olmayacağız diyorsanız,biz Roboski ailelerinin ve dostlarının uzattığı bu föyü mutlaka imzalıyınız…

……..

Roboski katliamı dosyasında görevsizlik kararı verilip,katliam dosyasının genelkurmaylığa gönderilmesi hakkında şunları söylediler..

Roboski aileleri avukatlarından Tahir Elçi:

Diyarbakır Baro Başkanı Tahir Elçi, görevsizlik kararına itiraz edeceklerini ve soruşturmaya bakan Diyarbakır Cumhuriyet Savcısı hakkında “Görevi ihmal” suçundan ilgili yerlere şikayet ve suç duyurusunda bulunacaklarını belirtti.

Savcılığın, kararında şüpheli isimlerine bile yer vermediğine dikkat çeken Elçi, “Gizli yürütülen soruşmanın sonucunda savcının, bir şüphelinin bile ifadesini almadığını öğrendik. Bu soruşturma neden bir buçuk yıldır gizli yürütüldü. Soruşturma gizli bile yürütülse, şüpheli isimlerinin açıkça yazılması gerekir. Bu açıdan bunun bir soruşturma olmadığını bile açıkça söyleyebiliriz” dedi(taraf.com.tr BAHAR KILIÇGEDİK / DİYARBAKIR )

İnsan hakları İzleme örgütü adına Emma Sinclair:

İnsan Hakları İzleme Örgütü’nden Emma Sinclair ise Uludere soruşturmasına ilişkin kararın Gezi Parkı eylemleriyle örtüşmesinin dikkat çekici olduğunu söyledi. Kararda şüpheli isimlerine, ifadelerine yer verilmemesinin etkin bir soruşturma yapılmadığını gösterdiğini ifade eden Sinclair, “Suçu işleyenler asker, Genelkurmay nasıl tarafsız bir karar verecek” diye konuştu.i(taraf.com.tr BAHAR KILIÇGEDİK / DİYARBAKIR )

Eski askeri hâkim Ümit Kardaş:

“Hükümet kendisine tehdit olarak gördüğü kurumları demokratikleştirmek yerine, kendisinin işine yarayacak biçimde dönüştürdü. Bir kez daha söyleyeyim… Vesayetin bitmesiyle ilgili yapılan bir reform yoktur aslında. Orduyu Milli Savunma Bakanlığı’na bile bağlamadılar, daha neyi konuşuyoruz. İşte yaşıyoruz: Bugün Uludere soruşturması askeri savcılığa devredildiyse askeri vesayet bitmemiştir.”(Ezgi Başaran ile söyleşi/ Radikal)

Antalya direniş parkından festival parkına ırçı bir dönüşüm..

antalya direnişi 1318
Bazılarımız bu yaptığım değerlendirme için mutlu olmayacağını ve bir nebze de olsa tepki duyabileceğini biliyorum.Bazıların ise göbek atacağını ve kutlamalar yapacağını da biliyorum.Bazı bileşenler için ise ellerinden geleni yaptığı halde bu dönüşümü gördükleri ve bu durum için çok üzüldüklerini de biliyorum.

Antalya da gezi parkı direnişine ilk günlerinden itibaren ses veren direniş bölgelerinden biri oldu.başından itibaren şoven ve ırkçı çevreler bu direniş odağının içerisinde çeşitli nedenlerle de olsa içinde oldu.

Antalya’nın genel yapısından ötürü Kürt halkı ve gençliği bu bölgede temkinli davrandı.Direnişin belli bölümünden sonra bu bölge de kendini ifade etti.Özellikle çallı mahellesinde olan sokak çatışmalarında bu yüzden yerini alamadı.

Kürt halkı direniş çadırında yerini aldı…

Direnişin bir döneminden sonra çapulkent’te yerini aldı.Kürt halkı ve gençliği direniş alanına giredikten sonra çeşitli vesilelerle bir çok ırkçı-şoven provokasyonlar gerçekleşti.

Kürt halkı ve gençleri bu tür provokasyon taktiklerini Türkiye kesiminde bir çok kez yaşadığından dolayı, tecrübesine bağlı olarak bu tür saldırıları bertaraf etmesini bildi.

Kürt gençlerinin ve bir takım dostlarının çadır çadır gezip bu provokasyonu önlemek istemesi maalesef ulusal şoven ve ırkçılığın provokasyonlarını bitirecek düzeye ulaşamadı.Devrimci ve ya anarşist klütür bu çevrelerden uzak bir olgu olduğu için,bu provokasyon önlenemezken,direniş ırkçı-şoven bir histeri festivaline dönüştü.

Tüm alan bir çiçek bahçesi olması gerekirken, turancılar-şovenistler ellele bir faşizm histerisinde herkesi tek dil, tek devlet ,tek bayrak şiarında toplamaya birleşmeye çağırdılar. Dövizler pankartlar ve sahipleri kendinden olmayanı her köşede lanatlenmeye koyuldular.Her bahene de ırkçılık ve sovenizm kensisini marşa dönüştürdü.

yarım yoldaşlık yolda bıraktı…

Yerine getirilemeyen eksik enternasyonalizm kendisini maalesef Antalya da da gösterdi.bir çok şey söylendi.Özellikle enternasyonalist ileri adım atma yerine, herkesin dilinde pelesenk olan aman ha şöyle söylemeyin,aman bu renkleri asmayın,aamn ha halayı söyle çekin li devam eden hayıflanmalar ve söylenmeler Türkiye kesiminde mücadele veren arkadaşların savunma mekanizması halie gelirken,faşistlerin ve şovenistlerin provokasyonunun arasına girme ve Kürt halkını savunma nerede ise yok denecek kadar azdı.

Bu bir olanaktı,Türkiye halkının kendisine yabancılaşmasını aşmada fakat bu olanağı biz doğru şekilde değerlendiremediğimiz için,şovenizm ve ırkçılık bir kere daha bu direnişe gölge düşürmeyi başardı.bu direniş bölgesinde halkların kardeşliğine doğru atılacak adımın da önüne geçilmiş oldu.

Faşistlerin bu eyleme temel katılma nedenleri kesinlikle yukarıda söylediğimiz şeylerdir.

Ulusal sovenistler ise kaybettikleri egemenlik iktidarlarını geri almada burayı bir basamak olarak kullanmak istemektedirler

Biz ise doğamıza, eşit bir kardeşliğimize,ve geleceğimize sahip çıkmak için alanlarda bulunmaktayız.

Üzülerek söylemek gerekiyor ki Antalya faşizme ve zorbacılığa teslim olmuştur.Burada direniş maalesef önlenemeyen bir faşist sölene dönüştürülmüştür.

Biz faşizme- şovenizme ve kapitalizme karşı direnenler daha son sözümüzü söylemedik..

Biz bu coğrafyayı ve üzerinde yaşayan tüm eşit halklar olarak ne kardeşliğimizi ne doğamızı bir avuç para babası ve onun itlerine bırakmadık bırakmayız.Bu süreçten dersler mutlaka çıkarılacak ve tekrar halklar biraraya gelecek ve yeniden yeniden deneyerek faşizmi ve kapitalizmin etki alanını bu coğrafyadan kaldıracağız

Ben kendi payıma eksik yoldaşlık için ve yerine getiremediğimiz sorumluluklarımız için özür diliyorum.

Kürt arkadaşlarımız dostlarımız yoldaşlarımız aldıkları karar ile gelişebilecek bir provokasyonun önünü kesmek için Antalya’da festival alanını terk etmişlerdir.

Antalya’da yaşayan tüm anarşit,devrimci-demokrat çevreler bu süreç üzerine umarım sağlıklı bir değerlendirme yaparlar ve eksik durumlarını düzeltebilirler…

Gezi parkı cezalandırması: Roboski katliamı dosyası askeri savcılığa devredildi

roboskide-gorevsizlik-isyani-111698Gezi parkı cezalandırması: Roboski katliamı dosyası askeri savcılığa devredildi

ibrahim yaylalı

Bir cezalandırma aracı olarak yargı…

Roboski aileleri ve dostları olarak dediğimiz her şey tek tek çıkıyor.Biz devletin katil olduğunu ve asla Roboski’yi çözmeyeceğini ifade ettik.Devlet Alt komisyonun katliamcıları aklayan kararından sonra, savcılık aynı yolu izleyerek dosyayı karartmak için bir büyük adım daha attı..

Savcılığın böylesi bir süreci seçmesi sorgulamaya da değerdir.Gezi parkı direnişinin gerçekleştiği böylesi bir zamanda bu adım ne anlama geliyor.

Yargının demokratikleştirilmesi çerçevesinde tartışılan askeri yargı ve sivil yargı diye iki başlılığın düzeltilmesiyle çalışmaların yürütüldüğü bu günlerde bir garip karar ile karşı karşıyayız

Roboski katliamı dosyasını Diyarbakır savcılığı yetkisizlik kararı verip askeri savcılığa devretti.Bu zamana kadar askeri yargının bu tür durumlarda bu güne kadar nasıl tavır belirlediği biliniyor. Roboski katliamı ile ilgili nasıl bir karar vereceğini de herkes takdir edecektir.

Bugün herkes çok iyi biliyor ki,yargı AKP nin tavrından bağımsız bir tavır geliştiremez.Bunu söylememizin nedeni ise böylesi karar veren mahkeme-hakim ve savcıların nasıl cezalandırıldığını medya ve basından gözümüze soka soka bize gösterdiler.Bu kararın Diyarbakır da oturan bir savcının verebileceğine kesinlikle inanmıyorum.

Barış ya da müzakere sürecini hükümet bir demokles kılcı gibi çok acımasız şekilde Kürt halkına ve iradesine karşı kullanabilmektedir.Biz daha çözüm sürecinin,imralı görüşmelerinin başında da hükümetin vetolarında bu durumu gördük.

Demokles’in kılıcı olarak Roboski…

Gezi parkı direnişini selamladıkları için önce Sırrı Süreyya önder cezalandırıldı. İmralı’ya gitmesi hükümet tarafından veto edildi. Hükümet açıkca tehdit ediyor.Şimdi de siz kralların değilde halkın yanında yer aldığınız sürece biz de sizi cezalandırıyoruz mu deniliyor.

Roboski için, böylesi bir süreçte verilen kararın başkaca da anlamı bulunmamaktadır.Bu kararın iki anlama gelen açıklaması var 1) Gezi parkı direnişini çeşitli oyunlarla devlet tecrit aldına almak sonra da silikleştirip bitirmek istiyor ve direnişin aktörlerine yönlenmeye başladı2) Daha önce de bir çok defa yaptığı gibi yine bir yarası ile Kürt hareketini mücadeleden koparmak istiyor.Bunun için en büyük kullandığı koz da Roboski dir.

Kürt hareketi en kiritik dönemde dayanışma elini Türkiye kesimine uzattı…

Bence BDP ve HDK bu sürece hatta gerektiği kadar sahiplenememiştir,fakat Gezi parkı direnişinin bir parçası olarak direnişi selamlaması ve içerisinde kendisini ifade etmesi en doğru karar olduğunu düşünüyorum.

Halkların bir arada tüm farklılıklarıyla kendisine karşı bayrak açması müthiş hükümeti telaşlandırmıştır.Böylesi bir birlikteliğin bir on beş günü bile hükümeti sarsmaya yetmiştir,bunun süreklileşebilecek olması düşüncesi hükümeti hiç olmadı kadar saldırganlaştırmıştır.

Kürt hareketi, Türkiye kesimi için başından itibaren istediği böylesi bir ittifakın yolunu oluşturabilmek değil miydi.Bu durum bizim önümüze müthiş fırsatlar sunmaktadır. Sadece seçim yapma zamanı,çıtayı hep böyle aşağıda tutup güvensizliğimizin sonucunda bir çok şeyi ıskalayacağız.

Ya da artık öz güvenimizin göstergesi olarak AKP nin bu blöfünü görerek çıtamızı yükseltip, böylesi bir süreçte Türkiye kesiminden yükselen sesin yanında yer alarak geleceği birlikte kuracağız.

AKP hükümetinin meşruluğu artık Türkiye kesimi için de kalmamıştır. Roboski katliamı ya da diğer katliamlar ve faili meçhullerin açığa çıkarılması çözülmesi isteniyorsa bu blöflere kulak asmayıp, Hem kendi tarafında hem de Türkiye kesimine verdiği desteği kesmeden büyüterek, kendi barışımızı kazanmayı teminat altına alabilelim..

Kürt Halkı ve Roboski’nin Barışı İçin Direnişi ve Gezi Parkı Direnişi Notları…

DSC_1501

Biz bir süredir Roboski’de açıklamalarımızı tamamen ordunun bölge de savaş hazırlıklarına giriştiğine ayırdık. Hatta yaptığımız 74. hafta perşembe değerlendirmesinde bunu açıkça söyledik.
Ben ve Meral bugün maalesef fiziki anlamda Roboski’de değiliz, bir iki haftalığına dışarıya çıktık, fakat yüreğimizin yarısını Roboski’de sınıra sıfır noktada barış için direnen Kürt Halkı’nın ve dostlarıyla kaldı.

Gezi parkı direnişi her kesime moral verdi

Gülyazı provokasyon tugayı yine savaş rantçılığı adına kendi üzerine düşen görevi yerine getirdi.Uzun zamandır hazırlığına giriştiği barışı provoke etme girişimini tam da İstanbul Gezi parkı direnişinin 6. gününde gerçekleştirdi.Sanki gezi parkında bir grubun sesine cevap oldu.onlar ne diye barıyorlardı, “ordu hemen göreve”,burada ki kolluk kuvvetleri sanki bu durumu fırsata çevirdi.Böylesi bir durumdan güç alarak provokasyonunu gerçekleştirdi.

Bu direniş bir şeyi daha açığa çıkarmış oldu ki, bu coğrafyanın en büyük sorunlarından biri sloganlarda ortalığa saçıldı,”hemen ordu göreve” ,”biz Atatürk’ün askerleriyiz” toplumun militarizasyonlaştırılması gerçeği, bu gerçeğe karşı ne kadar çabaladığımız sorusu bir kere daha tüm sıcaklığıyla ortaya çıkmış oldu.

Gezi parkı direnişine birkaç da ben not eklemem gerekirse ,aslında bu direniş egemenlere karşı sokağın iradesini ve memnuniyetsizliğini ortaya koyarken,halkların birlikte mücadele etmesi anlamında bir platforma dönüştürülebilmesi açısından bir tarihi görevi de yerine getirebilirdi.Bu istediğimiz düzeyde olmadığını,eylemlerin hatta yer yer faşizan görüntüye büründüğünü üzülerek gözlemledik.Yine de birlikte hareket etme anlamında gezi parkı direnişi uzun zamandan sonra bir ilk olma özelliği vardı.

Gezi parkı direnişinin sol devrimci, anarşist bir yanı varken, bir yanı da eski egemenlik gücünün burdan moral depolayarak,AKP hükümetine karşı bir salvo vuruşu gerçekleştirmek istemesi de var.

Roboski kırsalında provokasyon nasıl gerçekleşti…

Diha muhabirinin geçtiği habere göre “Şırnak’ın Uludere (Qilaban) ilçesine bağlı Ortasu (Roboski) köyü kırsalında dün sabah saatlerinde askerlerin Federal Kürdistan Bölgesi sınırının sıfır noktasındaki Karaçalı (Kuraçale) Tepesi’nde operasyona çıkmasıyla geri çekilen HPG’liler ile çatışma yaşandı. Karaçalı Tepesi’ne askeri üs bölgesi inşa etmek isteyen askerler, iş makineleri ve zırhlı araçlar eşliğinde dün sabaha karşı saat 04.00 sıralarında sınıra doğru yola çıktı. İnsansız hava araçlarının aralıksız keşif uçuşları yaptığı bölgede, dün öğle saatlerinde geri çekilen HPG’liler ve askerlerin karşılaşması üzerine çatışma çıktı”

Provokasyona karşı halk, çatışma bölgesinde canlı kalkan oldu

Yazıyı oluşturduğum an itibarıyla Roboski’liler,Hakkari halkı,Şırnak halkı, BDP, DÖKH, İHD, Barış Anneleri, MEYADER, bölge belediye başkanları, il genel meclis üyeleri ile belediye meclis üyelerini asker ile gerilla arasına girmiş asker geri çekilinceye kadar da orada kalacaklarını belirterek dağlarda canlı kalkan olarak, provokasyona karşı barışın nöbetini tutuyorlar

Daha önce provokasyon hazırlığını deşifre etmiştik …

Gülyazı tugayının köyümüzden kaldırılacağına, tuğay hiç kalkmayacak, oradan hiç gitmeyecek gibi yeni yeni ek inşaatlar yapıyor olduğunu belirttik.

Düğün dağına ordunun yeni bir kalekol inşaa edeceğini son değerlendirmelerimizde özellikle vurguladık…

Özellikle askerin katliam bölgesinde bulunan beyaz tepe de yeni bir gözetleme kulesinin yanına kalekol çalışmalarının olduğunu da vurguladık..

Katliam öncesi sırf BDP ye oy verdikleri için bundan sonra korucu kadrosu verilmeyecek diye orada yaşayan insanları tehdit eden asker,katliam sonrası ve barışı müzakere sürecinde yüzde ikiyüzlere hatta üç yüzlere varan bir artışla korucu kadrosu verilmesi de gözlerden kaçmayan ayrıntıydı.

Fazla abartıyorlardır diyebilirler diye gerilla o bölgeden geriye çekilme yapmasın diye yapılmak istenen ışıklandırma sistemine bile değinmedik..Bugün ne kadar haklı olduğumuz ortaya çıkmış oldu.
Özellikle Şırnak tarafında yaşadığımız için,devletin kolluk güçlerinin bu süreçte özellikle davranışlarına pür dikkat kesilmiş durumdaydık..Şırnak ili giriş ve çıkış polis arama noktalarında özellikle barış ya da çözüm süreci denildiğinden itibaren kötü olan polis davranışının kendisini katlayarak dayanılmaz hale geldiğini gözlemledik

Roboski’ye gelinceye kadar olan arama noktaları restore edilmeye başlanmış,hatta bazı noktalar sökülüp atılacağına daha da takviyeler geldiğini gözlemlemiştik

Çözüm ya da barış sürecinden bahsediyorduk,ve gerçekten böylesi bir sürecin içerisine de girmiştik…Burada yaşayan tüm halk peki nerede barıştan yanımıza düşen olumlu şeyler diye de bir birimize takılmadan edemiyorduk.
Botan bölgesinde askerin bu tür provakatif saldırılar içerisinde olabileceğini daha önceden öngörmüştük.Bunun an meselesi olduğunu biz oradaki askerlerin hazırlığından da görmüştük.

TC devleti provokasyona devam ederken…..

Biz her fırsatta bunu dillendirmiyor muyuz ? Barış kimse tarafından bize verilmeyecek,barışı kendi nasırlı ellerimizin hakkı ile kazanacağız,emekçiler ve ezilen halklar için bu durum hep böyle olagelmiştir,bundan sonra da bu şekilde olacaktır

Roboski ve Kürt halkı inatla Kürdistan’ın tüm dağlarında ovalarında provokasyona karşı çıkıp kendi barışını kazanmak için mücadelesini büyütüyor..

Barış, bir halk savaşmak isteyen gücün tüm silahlarını elinden alırsa,savaşma bölgelerini işgal eder ve izin vermezse işte o zaman gelir

barışseverler,yurtseverler,savaş karşıtları,feministler,anarşistler ve devrimciler ve ilericiler, bugün Kürt halkının yanında olma günü,bügün provokasyonun karşısında dikilme günüdür..
Bügün ne yapıyorsanız artı olarak mutlaka bu provokasyona karşı duran bir eylemin bir duyarlılığın içerisinde yer almalısınız…

Kürt halkı ve Roboski nin direnişi sonuç verdi,savaş rantçıları geri dönmek zorunda kaldı
Roboski yaylası olan Karaçalı da askerin yaptığı provokasyon büyük bir halk direnişiyle çıkarılmış oldu.Tam on beş bölge de çadır kuran halk sabaha kadar çatışma bölgesinde nöbet tuttu.Askere bir kere daha nasıl barış sahiplendiğini gösterdi.Bunun üzerine asker tüm askeri materyallerini toplayarak oradan uzaklaşmak zorunda kaldı.O bölge de sürekli bundan sonra uyanık olmak gerekiyor ki,deşifre ettiğimiz kalekol inşaatını önleyebilelim.Önleyebileceğimizi bir kere gösterdik,bir daha neden gösteremeyelim..

Yaşadığımız barış sürecinden sonra hiçbir şey eskisi gibi olmayacak,artık daha fazla cesaretli olup,savaş rantçılarına savaş bölgelerini öylesine dar etmeliyiz ki bir kere daha savaş adına bu şekilde bir çıkış yapamasınlar.
Gezi parkı direnişi ve Roboski’nin kırsalında gösterilen direniş aslında egemenlere karşı birlikte hareket ettiğimizde gücümüzün nasıl bir şeye denk geldiğini de göstermiştir

Gezi parkı direnişi ,Kürt halkı ve Roboski halkının direnişi bugün biz istersek neler yapabileceğimizi göstermiştir. Barışa ve demokrasiye nasıl sahip çıkılacağı bir kere daha açık net gösterilmiştir.Bundan sonra gücümüzü daha iyi biliyoruz. Uyanık olursak bundan sonra işimiz daha kolay olacaktır.

Takvimin boş günü vicdani ret için doldu

takvimin_bos_gunu_vicdani_ret_icin_doldu_h18561Takvimin boş günü vicdani ret için doldu

Amed’de vicdani ret ve anti-militarizm tartışmaları

21 Mayıs 2013 Salı 09:49

Ercan Jan Aktaş / Demokrat Haber Diyarbakır

Birkaç anti-militarist ve de vicdani retçi arkadaş olarak, her 15 Mayıs Vicdani Ret Günü öncesinde İstanbul’dan doğru bir tartışma içinde oluruz. Vicdani retçiler, anti-militaristler olarak yıllardır yürüttüğümüz tartışmalardan bizde birikenleri bir şekilde paylaşmak istiyoruz. Özellikle de yılardır yürüyen çeşitli çalışma, etkinlik, tartışmalarda vicdani ret, militarizm, anti-militarizm kavramları çok farklı bağlamlarda bir içerik ile dolduruldu. İstanbul’da bu kavramları tartışmak, bir içerik yüklemek ile Amed’de bir içerik yüklemek birbirinden çok farklı yerlerde duruyordu. Bir yerde anlaşılır bir durum olsa da, yeterli bir bilgi ve deneyime dayanmadan çok rahat bir şekilde oluşan fikirler vardı.

Bu tartışmaları en iyi Dünya Vicdani Retçiler Günü’nde gerçekleştirebilirdik.

Dünya Vicdani Retçiler Günü, 1993 tarihinde Ören-Milas’ta 40 ülkeden 90 katılımcının katılması ile gerçekleştirilen ‘8. Uluslarası Vicdani Retçiler Toplantısı’nda alınan bir karar ile 15 Mayıs olarak belirlenir. O tarihten bu tarafa her yıl 15 Mayıs Dünya Vicdani Retçiler Günü kapsamında İstanbul, İzmir, Ankara’da birçok buluşma, sokak/salon etkinlikleri gerçekleştirilir. Neden 15 Mayıs tarihi denirse, takvime bakıldığında bir tek o günün etkinlik/anma vs bağlamında boş bir gün olduğu görülmesindendir.

Yürütmek istediğimiz tartışmalardan dolayı bu yıl erken davrandık. ‘Amed’de mutlaka bir şeyler yapmalıyız’ diyerek süreci üç ay kadar önce başlattık. Böylesi bir çalışmayı yerelden örmek için Keskesor LGBT oluşumu ve Dut Ağacı Kolektifi olarak ilk adımı çeşitli atölyeler ile başlattık. Sonrasında bu çalışmaya HDK’yi katmak için bir dizi görüşme yaptık. Yapacağımız çalışmayı HDK bileşenleri EMEP ve ESP heyecanla karşıladılar ve her şekilde işin içinde olacaklarını söylediler. Ancak ilk bu temasın yarattığı beklentiler zamanla yerini bir boşluğa bıraktı. Dut Ağacı Kolektifi’nin de aslı gücü İstanbul’da olduğundan hemen hemen bütün koşturma Keskesor LGBT Oluşum’a kaldı. Etkinliğe birkaç gün kala İstanbul, Kocaeli, Kars’tan bu etkinlik için gelenler oldu. Cumartesi günü ise Siirt, Nusaybin, Erzurum, Mardin’den arkadaşlar bu çalışma için Amed’e geldiler.

Özellikle de son birkaç hafta yoğun bir çaba ve de emek ile iki günlük “Militarizm, vicdani red hareketi ve barış” konferansımız 18 Mayıs Cumartesi günü Yenişehir Eski Belediye Başkanı Fırat Anlı’nın moderatörlüğünde ‘Güvenlik Siyaseti ve Demokratikleşme Mücadelesi’ başlığındaki oturum ile başladı. Bu oturumda 12 Eylül Askeri Darbesi’nden bu yana bu coğrafyada insanlara, doğaya yaşatılan vahşet konuşuldu. Militarizmin bu coğrafyada insan ve de doğal yaşam üzerindeki tahribatlarını bir kez daha konuşmak ve dinlemek salonda zaman zaman sessiz anların yaşanmasına neden oldu. Kimi zamanlar ise içten bir duygulanma eşliğinde yaşatılan bütün o vahşetlere hep birlikte güldük. Acısına gülen, acısı ile alay edebilen bir gerçeklikti bizimki artık. Belki de büyük travmaların üzerinden bu şekilde çıkabilmişti bu coğrafyanın insanları.

İlke defa böylesi genişlikte bir çalışma içinde olan arkadaşlarımızın ilk günkü heyecanı görülmeye değerdi. Öğlen başlayan ikinci oturumda İstanbul ve Ankara’dan gelen konuklar ile ‘Profesyonel ordu, toplumun militarizasyonu’ başlığı altında bir tartışma yürütüldü.

Oturum sonrasında hep birlikte Sümer Park’ta Veysi Altay’ın “Faili Dewlet” belgesel filmini izledik. 1993-95’ler Cizre, Nusaybin sokakları, panzerler, asit kuyularını, Tansu Çiller’in “ya bitecekler, ya bitecekler” hezeyanları eşliğinde izledik. Salonda koca bir sessizlik; tanıklığımızı anımsıyoruz, sonra; “o günleri görmeyenler bugüne baksınlar, Amed’in sokaklarında dolaşırken panzerler, akrepler, TOMA’lar ayaklarımıza dolanıyor, değişen şey araçların modeli, Renault Torosların yerini oldukça lüks araçlar almış durumda.” Bu anlamıyla militarizm hiç değişmeden hayatlarımızın orta yerinde durmaya devam ediyor.

Buluşmasının ikinci gününde ise “Savaşla Kurulan Hayatlar ve Barış Süreci” başlığında tartışma yürütüldü. Barış Annesi Emine Deniz Kürtçe yaptığı sunumda adeta ‘barış manifestosu’ sundu; “bir taraftan barış diyorlar, diğer taraftan ise karakollar inşa ediyorlar, barajlar yapıyorlar, biz bunlara değil halkımızın gücüne ve önderliğimize güveniyoruz, barışı biz kuracağız”.

Tamamen spontan/doğaçlama, derinden analizler içeren sunumu ile bütün salonu hayranlık içinde bıraktı. Uzun yıllardır yürüttüğümüz kimi tartışmalarımızı ise en son başlık; “Zorunlu Askerlik ve Militarizme Karşı Mücadele” altında tartıştık. Militarizmi, şiddetin her biçimini tartışırken buna karşı mücadelede meşru savunmayı içermeyen bir anti-militarist duruşun ciddi bir eksiklik barındıracağı ifade edildi.

Bitiremediğimiz tartışmalarımız ile hep birlikte FilmAmed Film Festivali kapsamında gösterilen “Benim Çocuğum” filmini izlemeye gittik. Amed’de olmak böyle bir şey, bir anda birçok farklı alternatif seni bekliyor. Cegerxwin Kültür Mekezi’ndeki salonu yüzlerce insan doldurmuştu. Filmin sonuna doğru zılgıtlar, sloganlar… Amed’de film izlemek böyle bir şeymiş. Daha sonra ayakta alkışlar ile film yönetmeni Can Candan ve filmde hikâyelerini izlediğimiz iki kadın sahneye çıktılar. Dakikalarca ayakta alkış… Bu şehirde Cinsel yöneliminden dolayı ailesi tarafından öldürülen R.Ç’nin silueti üzerimizde adeta. Diğer yandan, Amed bu coğrafyada değişim için ciddi bir dinamik olduğunu bir kez daha gösterdi.

Siirtte bir ilk, vicdani ret paneli

Siirtte bir ilk, vicdani ret paneli

Siirt’te bügün bir ilk yaşandı.İnsan halkarı derneği vicdani ret komisyonu dünya vicdani ret haftası çerçevesinde bir panel düzenlendi. Panel’in yöneticiliğini İHD MYK üyesi olan Zana Aksu idare etti.Panelistler olarak vicdani retçi Halil Savda ve Eski esir asker İbrahim Yaylalı katıldı.

siirt panel

Zana Aksu vicdani ret tavrının önemi ve gerekliliği üzerine kısa bir konuşma yaptı.Kürdistan da bu tavrın geliştirilmesi gerekliliğinin vurgusunu yapan Aksu ,ilk konuşmacı olan vicdani retçi Halil savda’ya sözü verdi.

Halil Savda öncelikle Türkiye vicdani ret hareketin tarihini anlatarak konuşmasına başladı.Türkiye’de Vicdani ret’in üniversite öğrencileri olan Vedat Zincir ve Tayfun Gönül olduğunu vurguladı.İlk vicdani retçilerden günümüze kadar gelinen gelişmeler değinen Savda,evrensel ölçekte vicdani ret’tin gelişimini ve günümüze kadar evrimini anlattı.

Ayrıca Savda Vicdani ret’in geçmişten günümüze toplumsallaarak geldiğini anlattı.Türkiye’nin vicdani ret için hala elle tutulacak herhangi bir adım atmadığını söyleyen Savda,AİHM vicdani retçiler lehine verdiği kararlar yüzünden vicdani retçilere uyguladığı yöntemi değiştirmek zorunda kaldığını anlattı.Yeni yöntem olarak vicdani retçileri görmeme yönünde tavır geliştirmeye başladığını aktaran Savda,Türkiye’nin genel mantığının vicdani retçileri kabul etmeme yönünde olduğunu,başından itibaren tüm retçilere çürük raporları verildiğini,bunun da amacının vicdani retti yok saymasından dolayı olduğunu söyledi.

Kürdistan’da da vicdani ret yaklaşımına vurgu yapan Savda,”Bizim en temel uğraşımız savaşın insan kaynağını kurutmaktır.Silahı tuttan el olmasa savaşta olmaz,ne dağdaki kardeşim,ne de askerin ölmesini istiyorum.Ne öldürmek ,ne de ölmek istiyorum” diyen savcı konuşmasını tamamladı.

Halil savda’nın ardından Aksu sözü İbrahim yaylalı’ya verdi.İbrahim yaylalı 90 lı yıllarda yaşanan Kürdistan da ki savaşa kısa değindi.O dönemde yaşanan savaşta ki sorunlara değinen ibrahim Yaylalı,Köy boşaltmaları,zorunlu göç,mayınlar sorununa,doğa tahribatına ve katliamlara vurgu yaptı.

Yaylalı savaş sürecinin tek kaybedeni kürt halkı ya da diğer katliamlara maruz kalan halklar olmadığını,aynı zaman da Türk halkının da aynı zamanda saldırıya maruz kaldığını aktardı.” Türk halkı iradesizleştirilmiştir,tüm duyguları ile oynanmıştır.yüzyıllık süreçte insanlığından çıkarılmıştır.”Bu halk barışı istemezse barış olmaz,birlikte yaşam isteniyorsa mutlaka Türkiye halkı ikna edilmelidir.””Akil insanlar ve diğer kurumların içi mutlaka doldurulmalıdır,bu halleriyle bu komisyonların göstermeliktir. Mutlaka bu komisyonların doğru şekilde içeriğinin doldurulması gerekir. “dedi

Hükümetin mutlaka yapmaksı gerekenler üzerinede değerlendirme yapan yaylalı, var olan hükümetin de üç dönem savaş diliyle hareket ettiğini,hatta dönem dönem aynı dili kullandığını söyleyen Yaylalı “Bu hükümet mutlaka Türk halkından özür dilemelidir,yüz senedir kendi çıkarlarımız için sizin ve diğer halkların kanını döktük,sizi süğrekli olmadığınız bir duygu ile kandırıp düşmanlığı esas aldık” diyeceksiniz diyen Yaylalı, toplumsal olarak türk halkının travma yaşadığını da aktardı.Bunun için acilen çalışmalar yapılması gerektiğini ve tüm ırkçı ve savaşı besleyen kurumların rehabilite edilerek kapanması gerektiğini de vurguladı.Özellikle bu gazi ve şehit dernekleri gibi derneklerin mutlaka kapanması gerektiğini vurguladı.

Konuşmasına Kürdistan a barışın nasıl gelebileceği ve kürdistanda barışın yerelleştirilmesi olarak aktardığı orada ki çalışmalarına değinen yaylalı,orada ki katliamı yaşayan halk ile birlikte çalışmalarını aktaran,katliam sonrası özgüvenini kaybeden halkın,mücadele ederek tekrar bunu nasıl kazandığını aktardı.Roboski de katliama karşı travma çalışmalarından tutun da ,katledilen doğa üzerine çalışmalar ve kadın çalışmalarından, köylere geri dönüşlere kadar halk ile birlikte çalşımalarını deneyimlerini aktardı.Barış için eğer buna benzer yerel çalışmaların her tarafta yapılması doğrultusunda barışın kazanılabileceğini aktardı.

Son olarak devletin bu konuda ki samimiyetini sorgulayan yaylalı,devletin istediği için değil zorunlu kaldığı için bu sürecin içerisine girmek zorunda kaldığını, devletin bu tavrını barıştan yana dönüştürmek için mutlaka çok fazla çaba sarf etmek zorunda olduklarını söyleyen yaylalı.herkes bulunduğu bölgede barışı yerelleştirecek çalışmaları ve alltan üste bunu geliştirecek çabayı sarf etmeliyiz dedi.O zaman devletin barışa zorunlu kalabileceğini söyledi.

Tekrar sözü alan Zana Aksu İnsan hakları derneği vicdani ret komisyonunun çalışmalarının devam edeceğini aktararak paneli sonlandırdı.

Paneli izleyenler arasına,Siirt belediye başkanı Selim Sadak’ta bulunuyordu.

ÇÖZÜMÜN DİLİ NASIL OLMALI

ÇÖZÜMÜN DİLİ NASIL OLMALI

İbrahim yaylalı

IMG_0982

Barış sürecinin işleyen bir çok mekanizmasına söylenecek bir çok şey olduğuna hepimiz hem fikirizdir.Dil üzerine bügün bir şeyler söylemek istiyorum.Barış sürecinin dili üzerine,özellikle AKP hükümetinin kullandığı dil üzerine,geçmiş savaş hükümetlerinin kullandığı dil ve sonuçları üzerine bir şeyler söylemek istiyorum.önce akil insanlara ve köyümüzün çözüm önerilerini kısaca bir aktarayım,sonra dil konusuna geri döneceğim

Akil insanlar heyeti Roboski’ye uğradı ve hızlı şekilde geçti diyabiliriz.beden dili anlamında ne kadar bizi dinlemeye,ya da anlamaya hazırlar diye gözlemeye başladım.Kezban hatemi ve Yılmaz Erdoğan annelerin feryadına vicdanlarının gözleri dört olmuş dinliyorlardı.Yılmaz Erdoğan’ın burun çekmeleri bizim durduğumuz yerden duyuluyordu.Kezban Hatemi ise annelerinin kuzularına ait okul materyallarında takıldı kaldı.Diğerler ise daha çok yorgunluklarına yenilmiş gibiydiler.

Tüm Roboski ve Bejuh halkı tek dil olmuş gibi çözüm süreci için üç temel isteklerini anlattılar.1)Roboski katliamının çözümü için meclis,mahkemeler dışında üçüncü yol ve çok kez başarısı kanıtlanmış olan hakikatları araştırma ve uzlaşma komisyonunun kurulmasını ve kendi katliamlarıyla benzer tüm katliam ve failli mechul olaylarının açığa cıkarılmasını istediler

2) Koruculuk sisteminin bir an önce gerekli tedbirleri alarak bitirilmesi gerektiğini söylediler.bu saatten sonra devletin geliştirdiği koruculuk sisteminin tekrar savaş anlamına gelecek davranış olarak görüyorlar.bu davranıştan bir an önce geri dönülmesi gerektiğini söylüyorlar

3) Burada yaşayan köylüler ,Zeviya ve Alancık köylerinden çeşitli yıllarda zorla,köyleri yakılarak çıkarıldılar ve şu anki zorunlu ikametlerinde yaşamaya mahkum edildiler.Bu zorunlu ikamelerini bizde dört aydır deneyimliyoruz ve gördük kü kötü bir mülteci kampından daha kötü durumdadır.Nerede ise hiç üretim yapabilecekleri alanları mevcut değil.Yaşamaları için temel maddeleri karşılayacak iki yol kalıyor.birincisi kaçaktır ki sonu görüldüğü gibi ölümdür.Diğeri ise birinci seçenekten bir farkı olmayan beyaz ölüm yoludur. Herşeyini inkar etmek zorundasın.Bu iki yolu da istemeyen bura halkı köylerine dönmeyi ve tekrar eski anlamında kendi yaşamlarını,kendi emekleri sonucunda sürdürmeyi istiyorlar. Bunun yolunu devletin açması gerektiğini ve kolaylaştırıcı önlemleri geliştirmesi gerektiğini söylüyorlar.

Çözüm sürecinin dili nasıl olmalıdır.

Çözüm dilinin Kürt tarafı…

AKP çözüm sürecine girdik dedikten sonraki süreci takip ediyorum. Hükümet nasıl bir dil kullanıyor,çözüm sürecine nasıl yaklaşıyor.çözüm sürecinin başından itibaren kullandığı dil çok sorunlu bir dil olagelmiştir.Bir çok çevreyi kullandığı bu dil kırmıştır.Özellikle Kürt halkını çok büyük ölçüde rencide etmiş hatta ona olan güveni oldukça azaltmıştır.Çözüm ya da Barış süreci denebilecek şeyi Sayın Abdullah Öcalan ve sonrasında ise PKK desteklediği için çok fazla ses çıkarmamaktadır. Çünkü iradesi saydığı güce inancı hala devam etmektedir.

AKP de bu süreci fırsata dönüştürerek tüm hoyratlığıyla şımarık bir çocuğu oynamakta,hatta akil insanlar toplantısını tek bir Kürt kelimesini bile ağzına almadan bitirebilmektedir.Orada teror lafzını o kadar kullandı ki saymayı ben beceremedim. Mutlaka sayan olmuştur bu şımarıklığı öyle düşünüyorum.Şimdilik o alanı 30 yıldır enternasyonal çizgisiyle idare edebilecek bir güç olduğu için çok problemli görmüyorum.o tarafta ulusal hareketin mütevazi sorumluluğu sorun çıkmasını önleyecektir.

Çözüm dilinin Türk tarafı…

AKP’ nin bu dönemle birlikte üçüncü hükümet dönemidir.kamuoyu bu üç hükümet boyunca AKP nin dilinin hoyratlığını iyi takip edebildiğini düşünüyorum.Özellikle son seçim sonrası MHP’yi aratmayacak politika ve dil kullandığını gördük.Bazıları diyor2ki özellikle bu hükümete yakın olan çevre için söylüyorum.Bu dili hükümet bilerek kullanıyor,ancak dönüştürmeye çalıştıkları kesime bu şekilde yaklaşabilir veonları barışa ikna edebilir.

Yukarıdaki tezin işlemediğini nereden gördük,Kürdistan hariç hiç bir yerde akil insanlar olumlu karşılanmadı.Kürsü işgallerine varan her türlü saldırıya maruz kaldılar.Peki bu duruma biz şaşırmalıyız mı, buna cevabımız maalesef hayır olacak,nedenine gelince üç dönemdir hükümet olan AKP de dahil,bu zamana kadar kullanılan dil savaşın dilidir.

Bu ne demek oluyor,bu cumhuriyetin kuruluşuyla beraber başlayan lanetli tekleşme ideolojisi Türk ve suni’lik hariç her şeyi küfür haline getirip,Türkiye kesiminin hücrelerine kadar yedirilerek verilmedi mi. Türk halkı ve asimile edilmiş bir çok halka aynı sovenist zehir içirilmedi mi.Kendi çıkarları yürüsün diye,rantlarını sürdürebilmek için,bu aracı hangi hükümet tepti,burada Kapitalist burjuva aygıt’ın en kolay sömürme aracı savaş makinesi ve bunun türevleri değil miydi.

Türkiye kesimi ve özelde türk halkı bu baldıran zehirinden daha da berbat ırkçılık zehirini içtikten sonra tüm iradesi teslim alınmadı mı duygusuz,kalpsiz vicdansız hale getirilmedi mi.Türk halkı yüzyıldır bu yalanlarla kandırılmadı mı.Tüm bunlara verilecek samimi cevap barışa ne kadar samimi yaklaşıp yaklaşmadığımızı gösterecektir.

Samimi olan cevabın sahibi ne yapmalıdır biliyor musunuz,kalkacak onu bunu görevlendirmeyecek, hükümet kendisi o bölgelere gidecek ve samimi olarak diyecek ki bu zamana kadar sırf çıkarlarımız için sizi kandırdık.Çıkarlarımızı devam ettirebilmek için sizi herkese düşman ettik.Biz yüzyıllık yalan bir mitle sizi zehirledik. Sizi kalpsiz,vicdansız,iradesiz kıldık.Ne müslümanlığınız,ne Türklüğünüz bir ayrıcalık değildir.En fazla diğerinin inancı ya da kimliği kadar değerlidir.Sizden bu yaptıklarımız için özür diliyoruz.Kürt halkı ve tüm farklılıkların ve sizin birbirinizden hiç bir farkınız yok,hepimiz eşitiz ve kardeş bir coğrafya da birlikte yaşamayı hak ediyoruz.Samimi olan cevabın sahibi tüm bunları göze alabilmelidir.

Tüm bu yukarıda ki saydığım şeyleri göze alabiliyor ve yola düşüyorsa,belki bu kendisini de yakacaktır,fakat o zaman ancak barış güzergahına girilebilecektir.Bunun olabilirliği her zaman mevcuttur.Örneğini De Gaule’nın Fransa-Cezayir örneğinde görebiliyoruz. De Gaule’nin Cezayiri çok sevdiğini düşünmüyorum.De Gaule Fransayı çürümekten kurtarmak için başka yapacak yolu kalmadığından,Cezayir için refaranduma gitti.Çürümekten ve Fransa bu bataklıktan ancak bu şekilde kurtarabildi.Efendi özgür kalabilmek için,kısmende olsa efendilik haklarından feraget etrmek zorunda kaldı.

AKP için başkaca yol kalmamıştır ve eğer Türkiye’yi kurtarmak istiyorsa,efendilik haklarından oldukça feraget etmek zorundadır.Türk halkının karşısına çıkıp bu zamana kadar sizi bizde dahil tüm savaş hükümetleri insanlıktan çıkardık,o sebebten siz bizi her tarafta yuhluyorsunuz,siz o sebebten barışı kabullenmiyor,kendinize ihanet ettiğinizi düşünüyorsunuz, fakat öyle değil sizin var olan bu sovenist kişiliğinizi biz insan kıyıcılar kurguladık,sizden bin defa özür diliyoruz.

Bizim ile ilgili vereceğiniz tüm karara saygılıyız diyeceksiniz.Sonrasında ise Bu yaratılan travmayı atlatabilmek için bu coğrafya da tüm kesimler rehabilite den geçirilecek,işte o zaman Türkiye’nin De Gaule olabilirsiniz..Belki Kürtleri hiç bir zaman sevmeyeceksiniz fakat dediğim gibi kendi çıkarlarınızı ve Türkiye’yi kurtara bileceksiniz.

Belki bu sizin başınızı yese de, bu coğrafya da bir şeyleri kurtarabileceksiniz. Şimdi dilin ne kadar önemli olabildiğini, neleri ifade ettiğini ve nelere yol açtığını umarım gösterebilmişizdir.Bu tarafın ulusal haraket gibi bir şansı da yok,yani enternasyonal dili hakim kılacak ve bu zehiri boşa çıkaracak bir gücü de mevcut değildir.

Bir frekenstayn,bir deli göleği ürettiniz ve bir halka bunu hakim kıldınız,şimdi samimiyet zamanı gerçekten bu deli gömleğinden ve bu frakenstayn halinden Türk halkını ne kadar kurtarmak istiyorsunuz.

Açıkcası AKP seçimlere mi yatırım yapıyor,yoksa kendisini yeme yok etme pahasına kendi yarattığı canavarla savaşmayı göze alacak mıdır.

Bununla ilgili aldığı karar ne kadar ileriyi görebildiğini, ne kadar bütünlüklü düşünebildiğini de bizlere göstermiş olacaktır

ROBOSKİ’DEN BARIŞ SÜRECİNE BİR NEBZE KATKI- İBRAHİM YAYLALI

imagesBarış sürecine Roboski’den bir nebze katkı

İbrahim Yaylalı

Abdullah Öcalan’ın çağrısıyla bundan öncekilere pek benzemeyen bir barış sürecine PKK ‘nin de ateşkesiyle girmiş bulunmaktayız. Neden eskisi gibi olmadığını aşağıda biraz açmaya… çalışacağım. Barış sürecinin tartışılmaya başlandığı ilk dönemlerde önce basında tartıştırarak, Roboski katliamı raporu TBMM insan hakları komisyonu tarafından resmileştirildi.
Adı senelerce konulmayan savaş sürecinin ardından,barış süreci ne girmiş bulunmaktayız. Savaş doğası gereği uzlaşılamayan bir takım nedenlerin silah yoluyla çözüm yolunun denenmesidir.
Bizde Kürt halkına karşı çok uzun yllara dayanan sömürgecilik politikaları katitalist sistem tarafından uygulana gelmiştir.Kürdistanı da kendi pazarı görme ve bu pazarı kaybetmeme politikaları da diyebiliriz.Özü itibarıyla sınıfsal kaygılardan içerisine girilmiş bir tutum da diyebiliriz.

Bu durum ulusal-sınıfsal-cinssel baskılamayı beraberinde getirmiştir.Uzun yıllar bu tavrını bu şekilde sürdürmüş, fakat ortağoğu da aktörlerin yerini değiştiresi ya da değiştirilmesi sürecinde Kürt ulusal hareketin hareketin üçüncü yol mümkündür şiarıyla kendi iradi süreciyle önemli bir aktör olduğunu dosta düşmana göstermiştir. Bugun gelinen nokta itibarıyla bu soruınlar yumağının kendisini çürütmeye başladığının farkında olan TC devleti bu haliyle yol alamayacağını görmüştür.
Bu eski tavır eski sömürge yöntemleriyle yol alamayacagfını gören sistem bir ara formül ile barış görüşmelerine başlama kararı almıştır.

AKİL ADAM(İNSAN)LAR
Bu süreç için kurumsallaşmalara ihtiyaç vardır,bunlardan biri olan akil insanlar içeriği ve niteliği itibarıyla tartışmalı olsa bile yine de süreç için olumlu olarak düşünülebilir.Akil insanlardan çok görüntü itibarıyla akil adamlar diyebileceğimiz bu kurumun işlevi bir tür raportörlüğe indirgenmiştir.Temsil (cins ve diğer farklılıklar anlamında söylemekteyim)sorunu olduğu gibi yetkisizlikler i itibarıyla işlevselliği çok tali hale getirilmiştir.

HAKİKAT KOMİSYONU

Bu süreç için İkincisi ise hakikatları araştırma komisyonu çok acil ihtiyaç olarak gündemizde yer almalı bir an önce kurulabilmelidir. En son yaşadığımız ve son dört ayına tanıklık ettiğimiz bir süreç olan Roboski katliamı ve benzeri geçmişte yapılan katliamlar ve faili belli kayıplar ve toplu mezarlar vs barışma süreci için en elzem kurumdur.Roboski de yaşanan cinayetin-katliamın devlet tarafından yapıldığına inancın oluşmasına neden olan olgular hala devam etmektedir.

BÖLGE HALKINDA KATLİAMI DEVLETİN YAPTIĞI YARGISININ GELİŞMESİNİN NEDENLERİ

Bölge halkının ve Sivil toplum örgütlerinin oluşturduğu raporda da yer alan bir çok soru hala varlığını devam ettirmektedir.

Roboski katliam sonrası devlet tarafından yapılması gereken ve yapılmayan bir çok şey neden gözardı edildi yapılmadı.

1) En önemli sorulması gereken soru, katliam sonrası neden yaralıların hastahaneye kaldırılması engellendi ve on kişeye yakın kişi kurtarılabilecekken,ölmeleri seyredildi.

2)Katliam sonrası tüm köyde,çocuğundan yaşlısına oluşan travma için neden tek bir adım bile atılmamıştır.Hatta katliamda yakınları ölmüş olan insanların çocukları okullarda şiddete maruz kalmıştır.

3) bu katliamda neden nefret dili hükümet yetkilileri tarafından yaygınlaştıracak söylemlerde bulunulmuştur ve hala bu söylemler neden devam etmektedir

4) Kurulan alt komisyon, katliamda sorumluluğu bulunan neredeyse hiç bir kurumdan net bilgi alamamasına rağmen ki bunların başında genelkurmay da geliyor. :Komisyon nasıl bir öngörüde bir yargı bütünlüğüne ulaşabilmiştir

5) Kurulan alt komisyon raporunu saadece neden AKP kabul etmiştir.Bu konularda AKP yi yalnız bırakmayan MHP bile terk etmiştir.Daha bunun gibi bir çok neden var.En son bu kanıyı besleyecek şey ise AKP çözüm heyetinin Uludere ye kadar gelip,roboski ye katliamda yaşamını yitirmiş insanları ziyaret edememesidir.

İstanbul’dan Diyarbakır’a,oradan Batman’a ve bizim yaşadığımız yer olan Roboski’li ailelerin barışma için önlerine koydukları en büyük şart olarak bu süreçlerle yüzleşme yatıyor.

SÜRECİN DİLİ DEĞİŞRİTİLMELİDİR
öRNEK 1
Bu süreçlerde dil önümüzde en problemli alan olarak durmaktadır.
Örneklersek;Egemen Bağış ile Roboski de yakınını kaybetmiş Ferhat Encü arasında yaşananlar ögreticidir.Egemen Bağış twiter hesabından katliamı küçümsyen sözleri ettikten sonra vicdansızlıkla katliamda yaşamını yitirmiş Ferhat Encü’yü suçlayabilmiştir.

ÖRNEK 2

En son bir mülakatında TBMM de oluşturulan alt komisyon başkanı Şener iki bin kişiyle güneydoğuda görüşme yaptım Uludere yi ancak iki kişi sormuştur.Bu soranlar ise BDP lidir diye bilmiştir.

ÖRNEK 3
ilk akil insanlar toplantısında Başbakan’ın kullandığı dil tamamen savaş dönemi psikolojik har dilidir.Kürt halkından bir tek kelime bile etmemiştir.Tek kullandığı dil öğesi “terör” ve “terörün bitmesi” sanki burada barış öğesi olmayan barış süreci başlatılmıştır
Roboski halkı bu dilin kullanımına bağlı olarak barış sürecinin samimiyetine inancı ytok gibidir.Bir taraftan barış barış denilirken,diğer taraftan bir gün boşa gitmeden her gün yeni bir katliam yaşamaktadır.

KORUCULUK SİSTEMİ
Bu süreç için daha bir çok şey ihtiyaç var fakat öncelikle savaş sürecinin mekanizmalarını sonlandırmak anlamına gelen,koruculuk sistemi rehabilite edilerek işlevine son verilmelidir.
Bölge halkının yeni dağıtılan koruculuk sistemiyle ilgili düşüncesini de buradan aktarayım.Konuştuğum bir çok bölge halkı yeni koruculara kadro verilmesini kendilerinden intikam alınıdğını söylemektedirler.Bu intikamın nedeni ise adalet arayışları olduğundan kaynaklı olduklarını söylüyorlar.
Benim gördüklerim ise bölge halkının söylediklerini doğrular niteliktedir.

ADALET İSTİYORSAN CEZALANDIRISIN

Öncelikle Roboski’lilerin adalet arayışında çok ön planda olan katliamda yaşamını yitirmiş Serhat Encü’nün ağabeyileri Veli Encü ve Ferhat Encü’ye açılan soruşturmalar ki çoğu komik nedenledir ki, tamamen korkutma ve sindirmeye dönüktür.

Servet Encü katliamdan sağ kurtulmuş ve korkudan Irak tarafında kalmıştır.Bir süre sonra geri dönmeye karar verince akrabaları yardım eder geri dönmesine dönüş yolunda gazeteci Namık Durukan ile karşılaşırlar.Namık onların sınırda olduğunu gösterecek resimli mülakatlarını milleyet gazetesinde verir.Pasaporta muhalefetten o ve yakınları 8 bin lira ceza yerler,fakat Namık Durukan dsa aynı suçu işler o orada unutuluverir.

Bu ceza için ilginç pazarlıklar yapılır,nasıl bir yetki verilmişse askere bunu sonuna kadar kullanır,mesala her şeye sessiz kal bizde seni görmeyelime varan pazarlıklardır.
İstanbul’un çeşitli yerlerinden öğrenciler destek ziyaretine gelirler, geri dönüşte Şırnak girişinde polisler tarafından adeta fırçalanır ve tehtid edilirler.
Rehabilite çalışmaları için gelen fotografçı çocuklar ötelyesi,yer arar ordu devreye girer ve yerlerinden olurlar.

Ben ve Meral de payımıza düşeni,uludere(qliban) ve Gülyazı(bejüh)da aldık.Polis ve jandarma vs bu konuda iyi çalışıyorlar ve savcı ve mahkemelerde öyle,hatta komisyonda hakeza aynısı bizim oralar için,Eğer bir barış olacaksa tüm bunlar göz önünde tutulmalıdır.

Roboski,Bejüh halkı onurlu olmayan bir barışı kabul etmiyorlar,Kendi birliklerini bozmak için oluşturulan koruculuk sistemininde bir an önce sonlandırılmasını istiyorlar..
Ben de ek olarak barışın samimiyetini pek de 4. yargı paketinde göremediğimi söylemek isterim.. Bir an önce vicdani ret ile ilgili avrupa bakanlığının istediği yasal düzenlemelerinin yapılmasını istiyorum.

1) Akil insanlar kurumunun yetki ve içeriği yeniden düzenlenmelidir

2) Hakikatları araştırma komisyonu oluşturulmalı ve bir an önce çalışmalarına başlamalıdır

3) Koruculuk sistemi bir an önce bitirilmelidir

4)Kürdistan ve Türkiye kesiminde toplumsal travma konusunda çalışmalar başlatılmalı ve normalleşme sürecine hız kazandırılmalıdır

Eski dil ve mekanizmalarıyla barışı getiremezsiniz,cesaretli olup eski dili de savaş mekanizmalarını da bir bir dağıtmak gerekiyor.Devamını Gör

Tutsak değişimi ya da bırakılması üzerine birkaç söz

pire

Tutsak değişimi ya da bırakılması üzerine birkaç söz

Abdullah Öcalan,Devlet ve Bariş

İbrahim Yaylalı*

Ben böylesi bir haraket daha görmedim.İnanın bana iki sene üç ay PKK’nin elinde tutsak kalmış birisi olarak söylüyorum.

Ben yaralı ellerine geçmem ile başlayan tutsaklık sürecim bitinceye kadar,yemiyor yediiriylorlario soğuklarda giymeyip giydiriyorlardı. İnanın en ufak yaşamımız ile sıkıntı gelebileceklerini duydukları an ö bölgeden uzaklaştırılıyorduk.

Tabii diyeceksiniz yaşamımızı kim tehtid ediyordu.Bunu bir çok kez söyledim yine söylüyorum.Devlet bile bile bulunduğumuz yerleri sürekli bombalıyordu.

Hele hele devlet yetkililerinin açıklamaları, bizi öldürmek için kullandıkları bombalardan daha berbattı.

Devlet PKK nin eline geçen mensuplarını her fırsatta yerdi ve sürekli aşağıladı.Bu bizim dönemimizde de böyle idi.Ondan sonraki tüm esir alınma olaylarında da aynı idi.

Devlet kendi verdiği esirlere bile böyle yaklaşırken,karşı tarafın esirlerine nasıl yaklaşacağını tahmin edebilirsiniz. Tahmin etmenin dışında daha çok yeni bir deneyimimiz elimizde mevcuttur. TC ‘nin elinde ki Kürt tutsaklar,Öcalan’ın üzerinde uygulanan tecrit politikalarını protesto etmek için,vucutlarını ölüme yatırdılar.Ta ki Abdullah Öcalan’ın müdahale etmesiyle bu kendini ölüme yatırma eylemi sona erdirildi.

Ölümlerin bu şekilde önüne geçilebildi.Hapishanelerdeki grev sona erdiğinde bir kere daha devlet yüzünü göstermekten çekinmedi.Her tarafta tutsaklara saldırdı.Açlık grevinden kaynaklı tedaviye ihtiyacı olan tutsakları adeta ölüme terk etti.Geçmişte yaşananları ise ne anmakla ne saymakla bitiremeyiz.

Karşımızda böylesi bir aygıt var,savaş sürsün,kendi çıkarları yürüsünde, ister kendi tutsakları olsun,ister karşı tarafın tutsakları olsun,başlarına ne gelirse gelsin,bu sistem başından evvel tutsak/esir hukukunu hep görmezden geldi.Genel olarak yürüyen savaşlarda,zaman içerisinde belli ilkelerde uzlaşılmış ve yürüyen bir savaş hukukunu oluşturmayı başarabilmişler.Bügün Türkiye’nin olduğu gibi bu ilkeleri bazen koyanlar bile çiğnemiş, yine de belli ilkelere riayet edilmiştir.Bu tavrı Türkiye hiçbir dönemde gösterememiştir.En azından burada yürüyen savaş açısından bunu döyle söyleyebiliriz.

Bu gunlerde PKK’nin elindeki tutsakları bırakmasi gerektiği ile ilgili gündem, bir kere daha kamoyunun önünde tartışılmaya başlanmıştır.Bu sefer Öcalan’ın içeriden mesajlarına dayanarak böylesi bir gündem oluşmuştur.

Öcalan’ın tavrı ise bu durum yani tutsaklara davranış noktasında nettir.Var olan Cenevre sözleşmesinin ilgili düzenlemeleri olduğu gibi kabul edilirken,alınan hiçbir tutsağa düşman muamelesi göstermemiştir.Hatta kamuoyunda sistemin PKK ile ilgili anti propagandasına karşın,Öcalan misafirlerimiz bizim barış elçilerimizdir demiştir.Yani karşı tarafın algısını iyi bilen Öcalan sadece burada yaşadıklarınızı gittiğiniz her yere götürün,savaşı durdurmada yanlış algıların giderilmesini çok iyi biliyordu.Aldıkları tutsakları dostları,misafirleri,hatta gördünüz en son barış elçisi ile de ,tutsak alınan kişilerin hareketin gerçek kimliğini diğer kesime aktaracak insanlar olarak görüyor.

Tüm bu değerlendirmeleri yapan kişi olan Öcalan, şu an tam bir düşman hukukunun işletildiği bir tecrit içerisinde yıllardır İmralı adasında tutuluyor. Buna rağmen savaş tutsaklarıyla ilgili tavrını aynı şekilde korumuştur.

Savaş tutsaklarının bırakılması ilgili istek yine PKK’ye karşı yapılıyor,yine bu diyalektik tek başına işletilmeye çalışılıyor,bu doğru bir tavır ya da yöntem değildir.Savaşlarda tutsak almanın mantığı bir duruma dikkatin çekilmesi amacını taşır.Bizim bu coğrafya da ise Kürdistan’a apansız saldırıya dikkat çekmek için bu yapılmıştı,ya da yapılıyor ve de süreç barış ile taçlanmasa yapılmaya devam edecek.bir taraftan sen bin adım beri gel diyorsun bunu da herkes görüp bilince çıkarsın diyorsun,TC olarak sen ise daha önce yaptığın futursuz KCK saldırılarından sonra politik tutsakları gizli gizli bırakmayı adım olarak bize dayatıyorsun,Bu sürece dahil olan tüm aydın ve diğer çevreler mutlaka devletinde bu süreçte adım atmasını sağlamalıdır ve Türkiye kesiminin bu adımları algılatılması sağlanmalıdır.

Karadeniz saldırısını bir kere daha okuyun oluşturulan bu ön yargıların payını hesaplayın ve bunda bu hükümetin payı mutlaka ortaya çıkacaktır.Öyle şey yok bir taraftan kürt halkına karşı her kesimi kışkırtacaksın sonra da barış adına sadece sen adım at diyeceksin.Bu durumu bu şekliyle asla kimsenin kabul etmemesi gerekir.

Sayın Öcalan’ın da dahil olduğu tüm siyasi tutsaklar ile ilgili toplumunda algısını değiştirecek değişikliklere hükümetin bir an önce gitmesi gerekir.Tutsakların bırakılması barışın kurumsallaşmasını gerektirecek bir durumda yapılması en doğru adım olacaktır.

Dağda şu an tutsak olan kişilerinin gözü yaşlı yakınlarını anlıyorum.Bir an önce çocuklarına kavuşmak istiyorlar.Fakat bir daha gözü yaşlı anne istemiyorsak,bunun düzenlemelerini toplumsal sekilde yaptıktan sonra,toplumsal barışa katkı sunmak için biraz daha fedekarlığa katlanmaları gerekecektir.Yoksa sizden öncede gözü yaşlı anneler vardı,bugün siz varsınız,bu sorunu kökünden halletmesek sizden sonra da anneler olacak gözyaşları olan…

PKK’nin aldığı savaş esirlerinin bırakılma isteğine karşı aynı şekilde bu istek TC nin elinde politik tutsakların ki içerisine sayın Öcalan da dahildir geliştiğinde ve bu durumu genel olarak bu toplumun içselleştirdiği dönemde, ancak barışı tartışır duruma geleceğiz.

Böylesi bir durumun ya da konjektürün önünde ki engel hiçbir zaman engel PKK olmamıştır.Her dönem iyi bilinir ki bunun engelleyicisi devlet ve hükümetler olmuştur.Bu sefer öyle yok,taşın altına artık hükümet elini koymalı ve yüzyıldır yalanlarıyla savaşın bir parçası haline getirdiği Türkiye kesimini,barışın tarafı haline getirmek için çaba sarf etmelidir.

Yoksa müzakere deyip deyip,operasyonları tüm hızıyla sürdürmek ile barış bu coğrafyaya gelmez.PKK nin elindeki savaş esirlerinin bırakılmasını isteyenler ne zaman TC nin elinde tutsak olan Öcalan içinde aynısını istemeye başlayacak o zaman barış gelecektir.

* 94-96 sonuna kadar PKK nin elinde esir kalmış asker

Bir birey savaşı durdurabilir…

Bir Birey Savaşı Durdurabilir -İ. YAYLALI
03-12-2012
İbrahim Yaylalı *

İmkanı Olsa Zamanı Geri Alabilseydim…

İzmir Yenikapı Tiyatrosu oyuncusu olan Nazlı Masatçı arkadaşın yapmış olduğu bir vicdani ret açıklaması esnasında oynadığı bir oyunla verdiği desteği, halkı askerlikten soğutma olarak değerlendirip,meşhur 318. maddeden yargı dava açmış .Ben burjuva hukukunu iğdiş ederek, şöyle buradaki yargı sistemi berbat,buna uymuyorlar,şurayı düzeltmiyorlar ,darbe anayasası, uluslararası yasaları ihlal ediyorlar,AİHS,AİHM diye devam eden açıklama yolu benim kendimi ifade etmeme yeteceğine inanmıyorum.Bu yollu açıklamaları ben hukukçu arkadaşlara bırakıyorum. Ben size kendi yaşadığım savaş pratiğini ve ne yapıp yapamadığımı anlatacağım

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim, yaşamımın bir çok zamanını belirleyecek olan çocukluk döneminde,rap rap rap diye askeri düzen ayaklarımızı patlayacak şekilde yere vura vura okul avlusundan dersliklere gidip,derslerde ırkçı-cinsiyetçi-militarist müfradatı olan derslerimizi bir vucut kulak olmuş,bir vucut göz olmuş şekilde dinleyip, tenefüslerde kalemlerimizi ve cetvellerimizi silah yapıp bize gösterilen kötü olan Kürt,Ermeni,Rum,Alevi,Suryani vs.. avına çıkmazdım. Öğretilmiş oyunlarımızın kendi katilim olmasına izin vermezdim . Arkadaşlarımı da aynı şeye sevk eder,tüm dersleri kırardım…

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim,o zaman neden var olduğunu bilmedim bir savaşa gönüllü olarak komando askeri olarak yazılmazdım.O askerlik şübesinin önünde oturur,Masatçı arkadaşın oyunuyla destek vererek içerisine girdiği halkı askerlikten soğutma eylemini en kutsal görev gibi yerine getirirdim.O binadan içeriye girecek her insanımızın gerekirse ayaklarına kadar sarılır,o kapıdan içeriye girmemesi için her şeyi yapardım.

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim,dahil edildiğim bilmediğm bir savaşa, tanımadığım bir halkın köylerininin tarlaları ve bağlarından başlayarak yakmaya başlayan zulmün,insanlarına nasıl ulaşacağını tahmin ettiğiniz savaşa ortak olmazdım..

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim ,Köylülerin girmemesi için tuttuğumuz tarla ve bahçe nöbetlerinin sonucu boşaltılan On binlerce köy,milyonlarca insanların yerlerinden yurtlarından edilerek,metropol gettolarında ucuz iş gücü olarak kullanılması,ikinci sınıf insan muamele görmesi,yine tarla bahçe nöbetlerimiz sonucu,gidecek ve yeniden yeni yaşam kuracak cesareti olmayan köylülerin, yeni birleştirilmiş köylerde kendi insanlarına karşı koruculaşmayı,dayatılılan tüm onursuzlaştırmayı kabul ettiren,yüzlerini karartan,halklarına karşı suç makinalarına dönüştürülen tüm bu sonuçları,imkanı olsa zamanı geri alabilseydim eğer o nöbet emrini ret eder yerine getirmez,ve birlikte aynı şuça bulaştırılmış tüm arkadaşlarımı da aynı şeye sevk ederdim.

imkanı olsa zamanı geri alabilseydim,dahil edilmiş olduğum savaşta ne öldürmüş, ne de onlar için ölememiştim.Dahil edildiğim savaşta dördüncü ayıma girerken yaralanarak PKK gerillalarına esir düştüm.Uzun sayılabilecek bir süre yani iki senenin üzerinde dağda gerilla ile birlikte kaldım.Bu süreç zihnimde bir çok şeyin billurlaştırmasını sağladı.

Sistemin beynime enjekte ettiği bir çok zehirle hesaplaşmama rağmen,heyet ile birlikte Türkiye’ye döndüğümde onun mahkemeleri karşısında, sizin tüm yalanlarınızla hesaplaştım ve bundan sonraki kalan askerlik hizmetini ret ediyorum diyemedim.Belki silah almayı ret ettim fakat o üniformayı,ölüm saçan o üniformayı ret edemedim.

Zincirlenerek bir köle gibi askeri kışlaya teslim edildim.Onbeş ay boyunca o hakereti yaşamak zorunda kaldım.Eğer sistemin en büyük silahı olan korku mekanizmasıyla hesaplaşmış olabilseydim.Silahı ret ettiğim gibi,üniformasını da ret eder, halklar üzerindeki tüm oyunlarını ifşa ederdim. Ve bu bir çok şeyi değiştirebilirdi

Sonuç yerine: Bir insanın burada yürüyen iç savaşı ret etmediğinde,neler olduğunu tamamen kendi pratiğimle ortaya koydum.Bir birey yukarıda anlattıklarımı ret etmediğinde yazdıklarımın hepsinden nasıl sorumlu olduğunu,ve bir bireyin savaşı nasıl beslediğini ortaya koydum.

Bir hatırlatma; Birde benim gibi militarizimle sonradan hesaplaşmış olsun bu birey, yıllarca bu işlediği suçun sonuçlarıyla yatıp ,sonuçlarıyla gece yarıları kabuslarıyla yaşamını sürdürmek zorunda kalır.

Bir birey yukarıda savaşı nasıl besliyor ve devam etmesini sağlayabiliyorsa, Bir de Masatçı,Suver,Aktaş,Tarhan,Özkan gibi arkadaşlar var ki ,savaşa dahil olmadan savaşın neden sonuçlarını bilince çıkarmış,savaşı bulundukları her yerde tüm sonuçlarıyla ret edip savaşın bitmesini sağlayacaktır.

Şimdi bu tavır ; bu arkadaşların cüreti, halkı askerlikten soğutmak ise ve bu eğer suç ise gecikmişte olsa aynı suçu seve seve bende üzerime almayı kabul ediyorum.Bunu buradan tüm ilgili yasalar kime görev vermişse duyuruyorum.

Bir öneri; Halkı askerlikten,militarizmden soğutmak bence Anayasa’da temel haklar arasına mutlaka alınmalıdır

Bence mecliste gurubu olan BDP milletvekilleri,halkı askerlikten soğutma suçu olan maddeyi, Anayasa komisyonunda temel haklar düzenlenirken, diğer temel haklarımız arasına almayı önermeliler diye düşünüyorum.Halkı askerlikten soğutma fiili suç olamayacağı gibi,bizde ancak bu istenmeye başlandığında bir normalleşmeye doğru yol alabileceğimizi düşünüyorum.

Seferberlik çağrısını düzenleyen ilgili birime

Unutmadan bana tüm bu yaşadıklarımdan sonra birde seferberlik çağrısı göndermişsiniz.O kağıt parçasını yırtıp attığımı da bildirmekten büyük mutluluk duyuyorum.Ne barış zamanı,ne sefer zamanı asla bir daha askeriniz olmayı ret ediyorum

*94-96 arasında PKK ‘ye esir düşen asker

BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ- I

BARIŞ YÜRÜYÜŞÜ -I
İBRAHİM YAYLALI
SAVAŞLARDA MUTLAKA TARAFLAR VARDIR
Savaşlarda mutlaka taraflar vardır, yoksa bu sıfat zaten kendi özüne aykırı bir durumu ifade ederdi. Bizim içerisinde yaşadığımız coğrafyamızda savaşı ele almak ve taraflara bakmak ve oradan barışı tariflendirmek en doğrusu olurdu.

Bizim coğrafyamızda şu iki tanımlamayla tarafların varlığına ulaşabiliyoruz. Birinci tanım, bizim yola çıktığımız Kürdistan’da yaşayan insanlarımıza ait. Ben barış yürüyüşüne Nusaybin’den başlayarak Ankara’ya kadar olan hatta yürüdüm. Hani derler ya adım adım, karış karış yürüyerek o iki tanımlamaların yaşadığı coğrafyalardan geçtim.

İlk tanımlamaya geri dönecek olursam, planlı-plansız yani çat kapı yaptığımız evlerde, savaştan haberdar olunduğunu ve savaşın bitmesi ve sadece kendi coğrafyalarında değil, Türk halkına etkilerinden de bahsederek bütünlüklü savaşın sonlandırılmasından yana bir tavır olduğunu gördük.

Kürdistan bölgesinde bu gözlemimiz öyle çatışmasız bir süreçte de olmuyor. Açıkca yürüyüşümüz esnasında geçtiğimiz her şehre ve her ilçeye gerilla cenazeleri gelirken bu gözlemleri yapıyoruz. Hatta bu anlamda taziyeye giden bir çok aile yolda yanımızda durarak ölümlerin bitmesi ve savaşın durmasını içeren bir çok paylaşımız oluyor. Üstte belirtiğim gibi sadece gerilla ölümleri değil, asker polis sivil ölümlerin durması için olan çağrılardı.

Birinci gözlemimi aktarırken yine Fırat’ın diğer tarafında yürüyüşümüze takılan iki gözlemi de aktarmak gerekiyor.

Telaşlı çocuk yüzü..

Geçtiğimiz yol güzergahı üzerinde bir aileye misafir olmak istiyoruz. Öğle saatleri sıcak ve bir parça gölge bir parça su arıyor gözlerimiz, bir hanenin gölge sağlayan ağacını gözümüze kestirip oraya doğru yöneliyoruz. Uzatmadan devam edersek evin küçük çocuğunun tedirgin yaklaşımı tüm grubun dikkatini çekiyor. İstediğimiz suyu bize getirmek için yanımızdan ayrılan küçüğün ardından ne yapalımın kırıtiğini grup ile yaparken evin babası da ortaya çıkıyor. Uzun paylaşımlarımız sonrasında bulunduğumuz yerde bir iki gün önce gerilla yol kontrolu yapmış, asker daha sonra gelip aileye bu yüzden baskı yapmış, hatta bu da yetmemiş ajanlar göndermiş, oradaki aileyi kontrol etmiş, biz de bu durumun üzerine oraya gidince bizden ajan diye şüphelenmişler.

Yöntemlerden biri olarak yürüyüşümüz, geçmişe dönük hak ihlallerini yerelliklerde basın açıklamalarıyla da dile getirmekti.

İzlenimlerimiz göre, 90 yılların yöntemi hala varlığını devam ettiriyordu. Değişen tek şey, bu sefer bu uygulamaları yeni egemenler devam ettiriyordu. Bunun gibi bir çok örneği sıralamak çok mümkün, yüzümüze gülen devletin kolluk kuvvetleri arkamızdan halkı bizi ağırlamamaları konusunda ikna -siz bunun tehdit okuyun- ediyorlardı,

Taziyeye giden anne ve içerisine düştüğümüz sessizliğimiz…

Suruç bölgesine ulaştığımızda eski bir Renault ile biraz önümüzde bir aile durdu. Arabaya yaklaşıp aileyi selamlayıp neden yürüdüğümüzü aileye aktardık. Aile önce yürüyüşümüzü selamladı, sonrasında ise paylaşımlarından öğrendik ki ölen yakınlarını toprağa vermek için Suruç’un bir köyüne gidiyorlardı. Diger arkadaşlarımın o an gözleme fırsatı bulamadım. İki şeyden gözlerimi kaçırdım, biri arabada oturan anne, diğeri de yanı başımda yol arkadaşlarımdan. Anne ve yanındaki aile bireylerinin tek yürek olmuş gibi barış herkese gelsin sesi her yanımda yankılanıyordu. Asker, polis, gerilla ve tüm siviller ve tüm halklar için denilmesi hepimizi müthiş etkisi altına almıştı. Bu yüzden olabilir ya da patlama duygusunu önleme amaçlı da olabilir, selamlaşıp bir an önce oradan uzaklaşmak istedim. Halil ve biz yavaş yavaş uzaklatığımızda iki kadın arkadaşımızı geride bırakmıştık, biz ilerlerken arkadan hıçkıra hıçkıra ağlama sesleri karşı karşıya kalmıştık. Ben ve Halil belki de hiç olmaması gereken ölümün kanıksanması hastalığına yakalanmıştık. Halil ile ben yaşadığımız deneyimlerden dolayı olabilir, bir çok ölümlerle karşı karşıya gelmiştik, belki de ölümleri artık kanıksamaya başlamıştık. Kadın arkadaşlarımız için durum böyle değildi ve böyle olmaması da gerekiyordu. Sadece o an için yapabildiğimiz hiç konuşamadan bir süre birbirimize sarılmak ve yanyana bir sonraki durağımız tesislere kadar konuşmadan ve gözlerimizi birbirimizden kaçırarak gidebilmekti.

İkinci tanımlama.. Savaşın diğer tarafı…

Barış mı nerede savaş var? Neyin barışı? Kimin barışı? Bu tanımlama Fırat’ın bu tarafında karşılaştığımız sorulardan biriydi. Bu tarafın edimleri kendiliğinden gelişmiş değildir. Osmanlı’dan çıkış süreciyle, İttihatcılarla devam eden, var olan içerisinde bulunduğumuz sistemin başlangıcıyla tepe noktasına varan tekleştirmeci-inkarcı-asimilasyoncu politikaların bireye yansımasından başka bir şey değildir.

Bu tanımlamaya ilişkin bir çok örneklemeyi, Antep’ten Ankara’ya kadar gördük. Beraber barışı tartışmaya çalıştık. Karadenizli olarak beni Türkiye’nin milliyetçi şahdamarı olarak da tanımlıyan oldu. Onların değişiyle Türkiye’de birliğin beraberliğin teminatı olarak görüldüm.

Kürt halkıyla etkileşimi ya az olan ya da hiç olmayanlar için…

“Karadeniz’li ve şahdamarısın Türkiye’nin, ah siz olmasanız..”

Fırat’ın bu tarafında karşılaştığımız, uzun uzun konuşmaya çalıştığımız bir çok kişi öğretilmiş gibi Karadenizli olduğumu söylediğimde karşılaştığım bir yaklaşımdı. Yukarıda bu yaklaşımı getirenlerle ölümler durmalı dediğimizde, bunu nasıl durdurabiliriz diye sorduğumuzda, gerilla ölümleri, sivil ölümleri ya da Kürt halkının ölümlerini atlayarak, sürekli vurgu yaptığı ölümler asker ölümlerinin bitmesiydi.

Aynı yaklaşım siz Karadeniz’liler olmasaydınız, birlik ve bütünlüğümüzü koruyamazdık. “Siz Türkiye’nin sahdamarısınız, sizin milliyetçiliğiniz olmasa Türkiye ne olurdu” diyorlar.Bu kesim barışı görmüyor ve karşı tarafın yok edilmesiyle birliğin geleceğini savunuyor

Fırat’ın bu tarafıyla ilgili önemsediğim ve belki de bu etkileşim sayesinde barış gelecektir.

Kürt halkıyla etkileşim halinde olanlar için…

Urfa’da Karadeniz’li hoca…

Urfa’da mırasının meşhur olduğu bir köye gittik. Bu köyün iki özelliği var. Birinci özelliği, mağara evleri olması. İkinci özelliği ise ’80 öncesi bu mağara evleri askeriye tarafından işkencehane olarak kullanılmış. Bizi böylesi bir köyün ağırlaması güzel ve anlamlıydı. Muhtarına kadar bu köy barışı haykırıyordu. Türkiye kesiminde göremeyeceğimiz birisi daha vardı ki beni çok şaşırttı.

Hem karadeniz’li hem de cami imamı güzel bir insanla karşılaştım. İkimizde birbirimize bakıp, ben Trabzon’dan, imam Samsun’dan barış isteyecek adam çıkmaz diye birbirimize takıldık.

Saatlerce sohbet ettik, camilerin savaş dilini nasıl yeniden yeniden ürettiğini vurguladı. Karadenizliydi ve sivil cumalarının dilinin barış dili olduğunu, caminin resmi diline karşı olumlu karşıladığını açıkladı. Daha neler neler konuşmadık ki, ikimizin keyfine diyecek yoktu.

İKİ KARADENİZLİYE YOL GÖSTERİR VİCDANLARI
İkimizde devletin saklamaya çalıştığı gizin farkına varmıştık. İki Karadenizli olarak bu derdi ‘Nasıl yaşadığımız yerlere taşırız’ derdi yaşıyorduk. İkimizde bir çok kez bunu denemiş sonucu ikimizi de üzmüştü. Bu bizim vazgeçtiğimiz anlamına gelmiyordu. İkimizde en büyük hazineye kavuşmuştuk. O en değerli hazine vicdanlarımızdı. O bize ne olursa olsun nasıl haraket etmemizi gösteriyordu.

Esir asker aileleri barış yürüyüşünü selamlıyor…

9 ağustos günü Diyarbakır-Bingöl yolunda yol kontrol eylemi yapan gerillalar, Hadi Gizli,Ramazan Başaran,Reşet Çeçen’i esir alırlar Devlet’in bildiğimiz ketüm yaklaşımı bu esir alınan askerler içinde devam eder.Kaçırılan çocuklarıyla ilgili hiç bir bilgiyi aile devlet paylaşmaz.Hadi gizli ve Reşet Çeçen’in aileleri çalmadık kapı bırakmazlar devlet erkanı adına,bir çok kez esir alma heyetlerinde yer alan BDP yine elini taşın altına koymuş ve devletin yapması gereken şeyleri elinden geldiğince kendisi yapmış ve ailelere yardımcı olmaya çalışmış,tekrar esir askerleri alabileceğini bir basın açıklamasıyla ilan etmiş,bizde viranşehir’e ulaştığımızda geçmişe dönük ve halen devam eden hak ihlallerini, yerelliklerde çeşitli yol ve yöntemlerle duyuruyoruz.Yani oradaki sorunun görünmesini sağlıyoruz.

Benimde daha önceden yaşadığım esirlik sürecimdende iyi bildiğim bir şey varsa sistem esir düşen askerini görmezden geliyor,adeta ölü sayıyor.Bu durumda ailelerin hangi bilinmezlikler içerisinde olduklarını iyi biliyorum.Hele anneler anka olup kendi kafesine öldürünceye kara vurması gibi,kendi içlerinde yıkım yaşarlar.Bu üç aileden birini seçmem gerekliydi.Bende görüşme için Derik civarında Arap köyünde yaşayan Hadi Gizli’nin ailesini seçtim.Seçimimin görüşme sonrası ne kadar doğru yaptığımı anladım.Sistemin halkları ayrıştırma politikası bizde olduğu gibi bölgede arap halkında da meyvesini vermiş,orada kürt halkına karşı girişilen soykırıma büyük oranda sessiz kalmışlardır.

Hadi Gizli’nin önce abisi ibrahim ile sohbet ediyoruz.Sohbet ilerdedikçe İbrahim sanki orada yaşamamışta karadenizde yaşayan herhangi bir karadenizli gibi ya da hiç bir şeyden haberi olmayan Egeli gibi eski tutumuna,sessizliğine,boyun eğmişliğine acayip içerliyor.Birde beraber gittiğimiz BDP viranşehir başkanına bakarken mahçubiyetini gözlemliyoruz.Bunuda zaten dillendirmekten çekinmiyor.Daha önce fanatik bir AKP li olan ibrahim,kardeşi esir düştükten sonraki hem devletin hem AKP nin o ketum e cebellut yaklaşımını gördükten sonra nasıl bin pişman olduğunu aktarmadan geçemiyor.Kardeşinin haberini bile devletten değil otobüs firmasından aldığını vurguluyor.

Anne ise benim annemden hiç farklı değildi.Her gelenin oğlundan kendisine haber getireceğini düşünüyordu.Öylede bir girişi oldu yanımıza,gözleri büyümüş bir merakla oğlunu bizde arıyor gibiydi.Sonra biraz üzüldü yanımızda oğlunu görmeyince fakat PKK’nin oğluna işkence yapmasından korkuyormuş,ben dağdaki esir kaldığım süreci anlattığımda tekrar yüzüne renk gelmişti.Tek isteği artık oğlunun gelmesiydi.Elbette gelmesi tek başına elimde değildi.Fakat ben evden ayrıldığımda artık oğluna dağdakiler tarafından zarar gelmeyeceğini ifade eden bir tebessüm bir ifade ile beni uğurladı.

İbrahim hem barış gelsin kardeş ölümleri bitsin diye,hemde esir olan kardeşi içn duyarlılık yaratmak amacıyla bir süre barış yürüyüşümüze eşlik etti. Reşet Çeçen’in babasıda Urfa’da basın açıklamamıza katılarak bir an önce barışın gelmesi gerektiğine vurgu yaptı

Sonuç yerine:
1) Kürdistan’ı adım adım yürüdüğümde gördüğüm ortak şey ayrımsız barış istemiydi. Kürdistan’da barış istemi sadece bir tarafa ilişkin değil, toplumsal barışı istiyor ki bu durumu çok önemsiyorum.

Savaş-barış ikiliminde Türkiye kısımında çok vahim durumda olduğumuzu biliyoruz. Savaş iktidarının, savaş politikaları sonucu Kürt halkının nasıl yalnızlaştırıldığını biliyoruz. Kürdistan’da Kürt halkı bu durumu görmesine rağmen sağduyusunu koruyor.

2) Türkiye kesimi sistemin Kürt halkına yönelik sömürgecilik ilişkileri üzerinden organize edilmiş şekilde ataerkil-şovenist-ırkçı saldırıya maruz kalmaktadır. Bu saldırılar üzerinden Türk halkının vicdanı-kalbi tüm duygularıyla esir alınmıştır.

3) Kürdistan’da neredeyse bin yıldır devam eden Kürt halkına karşı sömürge politikaları uygulanmaktadır. Cumhuriyet tarihi aynı politikaları günümüze kadar taşırmıştır. Bu politikaları aynı şekilde sürdürebilmek için, ezilen halkı inkar etmiş, ezen halk kimliği oluşturmuş, birini inkar ederken ve soykırıma tabii tutarken ezen halkın iradesini de çeşitli manipule araçlarıyla etkisiz hale getirmiştir. Bu araçlarla eş zamanlı olarak Kürdistan’da katliam yapmış ve yaptığı katliamın saklanmasını yani gizlenmesini sağlamıştır. Bu durum böyle olunca Kürdistan’daki bugün de devam eden sömürgeci politikalardan bir haber olan Türk halkı mevcut bu politikalarının uzantısı haline geldi.

4) Barış yürüyüşü bu anlamda şu durumu açığa çıkardı: Kürt halkıyla etkileşim halinde olanlarla-olmayanlar arasında mutlak değişik tavırlar olduğunu ortaya çıkardı. Bir şeyi daha ortaya çıkardı ki eğer Kürdistan’da hala olan soykırım politikaları görünür kılınabilirse buna duyarsız kalınmadığını, birebir paylaşımlarımızdan gördük.

5) Roboskî’den Ankara’ya uzanan ölüm yolunda öyle anlatımlarla karşı karşıya kaldık ki, otuz yıllık savaş sürecinde öyle travmalar yaşanmış ve yaşanmaya devam ediyor. Ben bir çok şeyi bildiğimi düşünürken şaşırıp kaldım. Mutlaka bir an önce, savaşın ürettiği bu travma süreci ortadan kaldıracak çalışmalar yapılmak zorundadır. Ölümlerin gitgide kanıksanmaya başlandığını gözlemledim, bu durumun çok tehlikeli olduğunu düşünüyorum.

6) Türkiye’de özellikle savaşa dahil olan asker veya polis yakınını kaybeden ailelerin travmasını halletme durumu var. Bu durumun vahamiyetini ortaya seriyor. Bu aileler savaşın devam etmesi ve savaşlarda insanların ölmesi üzerine yaşamlarını normalleştiriyorlar. Bunda bir çok asker, polis ve savaşta yaşamını kaybedenlerin yakınlarıyla dayanışma için kurulan dernek ve kuruluşların etside büyüktür. Tabi devletin genel tutumunu asla unutmamak gerekir. Bu durumun etkisini kıracak, insanlarımızın yaşadığı bu travmayı ölüme değil yaşama kanalize edilecek çalışmalar gerekmektedir.

7) Kürdistan’da da savaşa bağlı travmalar yaşanmaktadır. Burada sevindirici olan hem yeni olsada burada travmalar üzerine sivil toplum örgütlerinin çalışması hala devam etmektedir. Burada travma yaşayan insanı ise yaşama bağlayan şey ise; bir gün mutlaka barış gelecek ve bu coğrafyadaki diğer halklarla birlikte barış içerisinde yaşayacağız.

Bizim barış yürüyüşümüzün başında dediğim gibi iki tarafı var, savaş ve barış tarafı. Bizim 50 günlük bu yürüyüşümüz elbette her şeyi bitirmeyecek ve barışı getirmeyecek. Bu yürüyüşümüzün bize barışın hangi güzergahı takip ettiğimizde geleceğini göstermesi anlamında öğreticiliği büyüktür. Savaşla hesaplaşma ve barışın gelmesi için, artık elimizi değil bedenimizi taşın altına koyma zamanıdır. Savaşın elini zayıflatmak ancak bu sekildeki tavrın hayatileştirilerek, yaşamın her alanına hakim kılmaktan geçtiğini bu yürüyüş bir kere daha bize göstermiştir.

Biz küçük bir adım attık barış adına, bu tavrın büyüyüp büyümemesi ise bu tavrın sahiplenip büyütülmesine bağlı olduğunu düşünüyorum Savaş kliği bu tavra bağlı olarak ya geriletecek ve barışı bu coğrafyaya hakim kılacağız. Ya da savaş rızasıyla ölüme razı edileceğiz. Yaşamımızı çürüteceğiz.

Eski esir asker Yaylalı: Devlet esirlerin hayatını tehlikeye atıyor

Eski esir asker Yaylalı: Devlet esirlerin hayatını tehlikeye atıyor

Eski esir asker Yaylalı: Devlet esirlerin hayatını tehlikeye atıyor
2012-08-13 13:10:03
ANF 13:09 / 13 Auğustos 2012 İstanbul – Eski bir esir asken olan İbrahim Yayla, geleneksel inkarcı davranış ve sömürgeci politikalar sürdüğü müddetçe devletin CHP’li vekil Hüseyin Aygün’ü kurtaramayacağını vurgulayarak, devletin esirlerin canını tehlikeye sokacak operasyonlar yaptığına dikkat çekti.

Komando olmak için 1994′te gönüllü olarak askere giden ve yaralı halde gerilla tarafından esir alınan İbrahim Yaylalı, Milletvekili Hüseyin Aygün’ün HPG tarafından gözaltına alınması ardından ANF’ye konuştu. Samsun’un Bafra ilçesinde yaşayan Yaylalı, “Bir esir alınma ile daha karşı karşıya bulunuyoruz. Bu defa değişen bir şey oldu. Fakat mevcut boyalı medyanın söylediği gibi bir şey olduğunu düşünmüyorum. Bu zamana kadar PKK’nin bir çok esir alma olayı mevcut, kaymakamından tutunda, turistine ve askerine kadar çok çeşitli esir alma durumu yaşandı” diye hatırlattı.

DEVLET ÖLÜME TERK EDİYOR

Devletin ilk tavrının hep olayı görmeme ve hatta ölüme terk etme olduğunu söyleyen Yaylalı şöyle konuştu: Devletin ilk tavrı hep görmeme, umursamama olarak gelişmiş adeta yaşarken insanlarını ölüme terk etme yönünde olmuştur. Yakın zamanda bir esir yakını ise yakını olan esiri sayıklaya sayıklaya ölüme gitmiştir. Devlet’in bir gün adım atacağı düşüncesiyle, çocuklarının kurtarılacağı günleri bekleyen şimdi Hüseyin Aygün ile birlikte sekiz esir asker ailesi var. Fakat aile ne yapsa devlet seslerini duymak istemiyor.

Hüseyin Aygün ile değişen tek şey vardır, nasıl ki devlet aygıtı maaş meselesi olunca halk ile vekili arasına nasıl bir fark koyarsa,esir düşen milletin kendisi değil de vekili olunca aynı işgüzarlığı yapmışlardır. Fark ise tamamen burada yatmaktadır.”

İNİSİYATİF ALANLARIN DA BAŞLARINA GELMEYEN KALMAZ

“Ben iyi kötü kendi dönemimden sonra PKK’nin tüm esir alma olaylarını takip ediyorum” diyen Yaylalı, şöyle devam etti: “Elimden geldiğince de bu durumu, esir alınanların durumlarının gündemleştirilmesi içinde elimden geleni yapmışımdır. Dün gece esir alınan Milletvekili Hüseyin Aygün ile yorum ve tepkilere baktığımda, bu ülkede gerçekten halk olma yerine Vekil olunmalıymış diye hayıflanmadım değil doğrusu, İçişleri bakanından alında AKP genel başkan yardımcılarına, bürokrasiden tutun boyalı medyaya kadar her yerde durumu esir alınma durumu konuşuluyor.

Esir alma durumunda geçmişten günümüze devlet tavrı bellidir. Bu tavır önce görmeme, duymama, konuşmama şeklinde gelişir: oldu ya birileri kendisini dinlemeyip inisiyatif alır, PKK kamplarına gidip esirleri almaya kalkarsa onların başına gelmeyen de bırakılmaz. En son Dağlıca esirlerini almaya giden heyet için hala yargılama süreci devam etmektedir.”

DEVLET TAVRININ ESASI KÜRT İNKARINA DAYANIR

Yaylalı, “Devlet tavrının esası Kürt halkının varlığını inkara dayanır, bu böyle olunca bu durumu aşan ve tavır geliştiremeyen ger hükümet bu tavrın sürdürücüsü olmaktan da kurtulamıyor” diyerek sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu hükümet de aynı tavrı özellikle son genel seçimlerle başlayan ve sonrasında devam eden tavrı ile geçmiş devlet tavrının sürdürücüsü olma yanlışından kendini kurtaramamış ve adeta bazı tutumlarıyla kraldan kralcı olmuştur.

Devlet ve muhalif partiler yeni dönem deyip, değişen bir şeyler arama yerine düştükleri geleneksel hatayı sorgulamalıdırlar. Devletin sömürgeci-inkarcı, imhacı ve asimilasyoncu yönünü aşmak için çaba harcamak zorundalar. Bu sömürgeci yaklaşım onları günden güne körleştiriyor. Sen yanı başında Suriye’ye özgürlük götüreceğim diyerek silah lojistik hatta kurmaylarına ülkende yer açacak adeta karargah haline dönüştürürken bu coğrafyayı, bugün hala nasıl hangi anlayış ile Kürt halkına zülüm ve sömürge politikalarını devam ettirebileceğini ve terör ile müzakere etmeyeceğini söyleyebilir buna inanmamızı bekleyeceksin değil mi.”

Bu coğrafya halklarının bu şekilde yol alınamayacağını bildiğini ve böylesi çifte standardı kabul etmekte güçlük çektiklerini belirten Yaylalı, “Bir de daha önce bu anlamda PKK ile devlet arasında bir çok görüşme gerçekleştiğini ve Oslo sürecini biliyoruz. Hükümet sözcüleri kalkıp “terörist” ile biz asla görüşmeyiz diyeceksiniz. Ve içişlerinden tutunda Hükümetin diğer sözcülerine kadar, kaçırılan milletvekilini ‘güvenlik güçlerimiz arıyor’ diye açıklama yapıyorlar” dedi.

OPERASYONLAR ESİRLERİN HAYATINI TEHLİKEYE ATIYOR

Yaylalı şunları ekledi: “Bu zihniyet ile bir arama yapacaksanız bu yeni bir Silvan’a gebe bir provokasyon sürecidir, hem de devlet eli ile geliştirilen bir provokasyon sürecidir. Devlet şunu çok iyi bildiği için şunu söyleyebilmektedir. Bir süre gündemde olabilmek ve propaganda için Aygün’ü kaçırmışlar ve bir süre sonra bırakırlar demektedir. Devletin birçok kez ihlal ettiği Cenevre Sözleşmesine PKK’nin kabul ettiğini ve bu sözleşme dışı hareket etmediği için geniş davranabilmektedir.

Devlet tavrı olan Silvan’ın yeni bir tavır olmadığını söylemekte de yarar var. PKK elimizde esir askerler var, operasyon gerçekleştirmeyin dediği halde daha sonra mahkeme konusu olacak esirlerin canını tehlikeye sokacak operasyonu devreye sokmuştur.

Bu arama tavrı umarım bir Silvan ve bizim bulunduğumuz kamplar biline biline gün aşırı vurulduğumuz aramaya benzemez. Hüseyin Aygün’ün ailesine öncelikle geçmiş olsun diyorum fakat geleneksel inkarcı davranışın ve sömürgeci politikaların ne Aygün’ü kurtarabileceğini ne de bu sorunu çözmede bir yararı olmayacağını düşünüyorum.

Hüseyin Aygün ailesinin hem CHP hem de AKP savaş rantçılarının söylemlerinin arkalarında savrulmamalarını isterim. Bunu bir daha yaşanmayacak şekilde barışa hizmet edecek bir fırsata çevirmek gerekiyor. Sizden Bugünlerde hep bir yüreğiz savaşta diyenlerin kampında yer almamanızı rica ediyorum.”

DİĞER ESİRLER DE GÜNDEMLEŞMELİ

Diğer esirlerin durumuna da dikkat çeken Yaylalı şöyle dedi: “PKK’nin Diyarbakır İHD’nin hazırladığı raporda da olduğu gibi gözüktüğü gibi Kürt halkına büyük yönelimin olduğu dönemlerde yada yönelimin olduğu dönemlerde duyarlılık artırılması için bu şekilde eylemler yaptığını biliyoruz. Yoksa bağır bağıran savaş rantçılarının dediği gibi değildir. Belki de Hüseyin Aygün’ün yakınları bu güne kadar esir düşen ve arayıp sorulmayan diğer esirleri de gündemleştirir.

Bu savaş söylemlerini aşıp da halklarımıza yani kamuoyuna barışın sesini de bu bahane ile bir kere ulaştırabiliriz. Savaş rantçıların peşine takılıp giderseniz bu durumlar yani esir alma durumları kan ve göz yaşı asla bitmeyecek ve her gün tekrar edecektir bu gün bu durumu vesile edip bir kere daha şapkamızı önümüze koyup neyi tercih ettiğimizi düşünmenin zamanıdır.”

İBRHİM YAYLALI

Samsun’un Bafra ilçesinde yaşayan İbrahim Yaylalı, 1994′te gönüllü olarak askere gitti. “Komando” olmak isteyen Yayla, acemi birliğini Isparta’da tamamladıktan sonra Mardin’in yolunu tuttu. Operasyonlara katıldı. İlk dağ deneyimini 25 günlük askerken Gabar’da yaşadı ve o gün yaralı halde PKK tarafından esir alındı. İki yıl esirliğin ardından, içinde eski milletvekili Fetullah Erbaş’ın da içinde olduğu bir heyet aracılığıyla serbest bırakıldı. Daha sonra hakkında “örgüt üyeliği” suçlamasıyla dava açılan Yaylalı, askeri cezaevinde aylarca işkence gördü. “Komando” olma hayaliyle gittiği ordudan “antimilitarist ve savaş karşıtı” biri olarak geri dönen Yaylalı, bugünlerde “esir politikaları” üzerine bir kitap hazırlığında.

Şemdinli’den Suriye’ye süren savaş dezenformasyonu

Şemdinli’den Suriye’ye süren savaş dezenformasyonu

İbrahim Yaylalı

Aslında bu kadar yakın ve bir bu kadar barışa uzak olduğumuz bir dönem daha bilmiyorum.

İki ters yüz edilmiş yalanlar…

Şu iki yalanı nasıl olurda sorgulayamaz durumda olabiliriz.

1)Burada içeride sıcak donem olarak kırk yıldır savaş veriliyor.Her türlü hak isteğini ise bu savaşı ‘teror’ diyerek tüm hak isteklerini bastırdınız. Birde dünün katliamlarını bugün kısmende olsa kabul edildiğini ön şartınıda bilerek

2)Suriye’de yaşanan olayları emperyalist bir işgal değilde bir demokrasi götürme mücadelesi olarak algılama yalanı

bu savaşta ölen sahit ve sehit dediniz…

Bir de bir yalan uydurdunuz, bu savaşta ölenler sahittir-sehittir.bu yalanınla beraber, süren savaşlarda hem binlerce insanımızın fiziki olarak ölmesi icin rıza gelistirdin, ve hani diyorsun ya bol bol her platformda beyin yıkamaktan bahsedersiniz eğer dısınıza cıkılmıssa,oysa bu cografyanın analarının,babalarının,çocuklarının beynini kanla yıkadınız.Öyle bir hala geldik ki ayakta durmaya takatımız yokken bile bir kardeşimiz ya da evladımız olsa daha da kendimizi köturum etmek pahasına tüm bunlara sahit olsun da olsun diye savaşa göndereceğiz diye bagırdık.

ilk kurşun şemdinli…

Şemdinli ilk defa yanılmıyorsam zannederim, tüm bu sömürgeciliğe karşı silahlı tepkinin ilk gelistigi yerdir.Bugünde aynı alanda onlarca gundür çatışma durumu yaşanıyor.Yine tam neler oluyor,bununla ilgili devlet ve büyük basın uzun süren sessizliğini yeni yeni bozuyor.

Bildik yalanları sıralamaya baslıyor,kuşatmaya aldık,bombaladık, öldürdük, yine kanla beyinlerimizi yıkıyorlar,neden sonuç ilişkisini birbirinden kopararak sadece vuruyorlar,sadece vuruyorlar.Peki neden ilk kurşun ve peki neden bugün böylesi bir kalkışma bunlar işlenmiyor.Fakat nedenini bilmezken bir uyanıklık bir kurnazlık mıdır işleyen içimizde ve neye sahit olduğumuzu bilmeden ölüme balıklama atlamamız nedir bu durumumuz.

Şemdinli’ye ilişkin hangimiz kendimize samimi neden sorusunu sorup cevapladık.Birinci yada bugun yaşanan şemdinli fark etmez,neden mi diyorum meselenin artık silah ile ilgili olmadığını anladım. Bu teorimin nedenini mi merak ettiniz,çok basit Suriye’de de sözde hak arama girişimi silah ile yapılıyor ben buna itiraz edildiğini duymadım.Yani kimse kalkıpda bu işler silahla olmaz siz terorist misiniz diye kimse ayaklanmadı.Bu sorunun egemenler için açık cevabı var cıkar, peki siz bunu bir düşünün biraz o zaman belki düşürüldüğümüz durumu da anlayabiliriz.Burada her türlü hak arama girişimi bu nedenle durduruldu önü alındı ve sen sade yurttaş o zaman tüm desteğini onlara verdin.bunun nedenini tüm içtenliğinle kendine sormanı istiyorum.Şimdi neden sessiz kalıyorsun.bu durumun ne anlama geldiğini seni ne duruma düşürdüğünü biliyor musun

Suriye işgali servisi

Her şey cok güzeldi,ilk defa öyle bir hazırladılarki savaşı kapalı kapılar ardında, birden bire kendimizi baş aktör olarak kendimizi suriyede buluverdik. Osmanlı ili olmasından tutunda, vs vs denilerek biraz cia biraz mossad ve biraz mit desteğiyle bir baktık biz artık savaşın dışında kalamazdıkta bulduk kendimizi değil mi.Küresel dedikleri bir güç vardı ve daha önceden bir tezkere kaçırmışlardı.ABD çok kütü uyarmış, bir daha mı asla böyle lüksleri yoktu.

Fakat kimsenin tahmin etmediği bir gelişme patlak verdi ve ne emperyalizm ne diktatörlük diyen bir güç orada kürt ulusal konseyini oluşturdu ve ne oldu ise o saatte oldu.

Bir çok şeye sessiz kalmış Türkiye birden Kürt halkının bu tavrı karşısında, Osmanlı’yı sınırı diye düşünebilirler fakat real sınır anlamında birden içeri gireriz,keseriz biçeriz tavrı yani şemdinli tavrı bir kez daha ortaya çıkıverdi.

Genel halk kesimi bilmeyebilir fakat Kürt halkının çok uzun yıllar Süriye Kürdistan’nda mücadele verdiğini biraz politka ile ilgilenen her kesim bilir.Suriye nin en dinamik muhalif gücü kürtler iken, olmayan ama defakto yoluyla yaratılmaya çalışılan bir sunii arap muhalefeti komedisi var.

Hal böyleyken ve her şey ayyuka çıkmışken, sözde Suriye hür ordusu hatay iskendurun hattında silahlandırılırken CiA ve MİT tarafından, Amerikan mandası olacak sekilde bir dizayna buradaki hükümet katliamlar olurken sesisz kalmamızı kimse beklemesin diye adeta sözde demokrasi havarisi kesilirken,kürt halkı işin içerisine girince birden tüm demokratlığı bir balon gibi yok oluverdi.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında tekrar bize döndüğümüzde bu ne lahana bu ne perhiz değil mi. Bir taraftan Suriye’de silah dağıtacaksın ve dağıttığın silahlarla orada olan bir rejimi tehtit edeceksin,onu yıldırıp uzaklaşmasını olmasa düşmesini sağlamaya çalışacaksın, oh ne güzel değil mi

Kendininde kabul ettiğin geçmişten günümüze Kürt halkına katliamlar yapacaksın ve kimliğine ve sömürgeciliğe karşı her türlü ayak direyenlere arşını hiç sakınmadan boydan boya terörist diyerek gemini yürüteceksin, evet oh ne güzel dünya ama sadece size güzel.Yoksa savaşlarda her iki tarafın ölenleri için hiçte öyle değil,her iki kesimin anneleri-babaları ve savaşta yiten cocukları için hiçte öyle güzel değil.Tüm bu aşılmaz gibi gözüken paradoksu aşacak olan şey,senin Suriye ve Kürdistan’da yürütülen dezenformasyon süreçleriyle doğru şekilde hesaplaşmanla mümkündür.

Türk Annelerine bu sahitlik sehit etmez çocuğunuzu…

Oyunu görün artık gözünüze soka soka sizi kandırıyorlar,vallayide billahide oğlunuzun sahitlik ettiği tek şey sömürgeciliktir.Vallayide tillayide oğlunuzun sahit olduğu bir halkın katliamıdır.Vallayide billayi oğlunuzun tek sahitlik ettiği şet tek mana ve anlamıyla cinayettir.

Burada da Suriye’de’de işlenen aynı iğrenç oyundur.Çocuklarınızı katilliğe sahit ediyorsunuz yoksa kesinlikle bu savaşlara gönderdiğiniz hiç bir çocuğunuz sehit değildir.Kapitalistler dinen değerlerinizi hiç çekinmeden kullanabilmektedirler.

Suriye senin için fırsattır,yalanları açıkca gördüğün,ve bir halka karşı nasıl bir oyun oynanır bunu açıkca gördüğün sömürgeci oyunudur.Bir halkın iradesi nasıl yok edilir gündemi nasıl esir alınır.Bunu açıkca görebilirsin ve burada binlerce insanın ölümüne yol açmış olan Kürt halkına karşı girişilmiş olan katliamcı bir oyunla nasıl karşı karşıya olduğumuzu ve nasıl bir çifte standart ile karşı karşıya olduğumuzu sorgulayabileceğin biricik test olma özelliği taşıyor.Suriye’ye oynanan sömürgeci oyununa bakarak yüzyıldır burada ne yaşandığını görebilirsin.Bu fırsatı kaçırmaman senin ve bu coğrafya geleceği için çok ömenli olduğunu asla unutma.

Ben kişisel deneyimlerime dayanarak söyleyebilirim ki, bazen başkaların yaşadığı travmatik duruma şahit olma,kendi yaşadığımız travmayı ortaya çıkaracağına inanırım. bu durumda böylesi olma durumu var.bu durum Türk kesiminin kendisini sorgulaması için bulunmaz bir fırsattır

Yoksa bir gün uyandığında bu lanet savaş gerçeğinden, daha kötü sonuçlara hazır olmalısın…

Daha kötüsü var oğlun katil olarak ölebilir ve o dağ gibi yanan yüreğin, katil annesi olarak atmaya devam eder acını üçe beşe katlayarak hemde. Bu yapılanlar vatanın sağlığı ile ilgili yaplan şeyler değil artık senin oğlun oldükçe ve öldürdükçe vatan kesinlikle sağ olmayacak

Türk annelerin bugün artık vatan benim oğlum sağ olmazsa ve kürt kardeşim ya da Kürt annesinin de evladı sağ olmaz ise vatan vatan değildiri ve vatan sağ olmaz diyebilmelidir. işte o zaman burada bu coğrafyada savaş kalmaz ve savaş rantcılarıda kalmaz.

Bugün senin dini duygularını istismar eden için şunu söylemek gerekiyor.Açıkca söyluyorum ne Suriye gönderdiğin ya da göndereceğin,ne de kardeş Kürt halkına karşı savaşa gönderdiğin çocuklar kesinlikle şehit olmayacaklar ve sahit oldukları tek şeyde bir kere daha söylemek gerekiyor ki katillikten başka bir şey degildir

vicdani ter için temel bilgiler

VİCDANİ RET

Vicdani ret nedir?
En basit anlamıyla vicdani ret bireyin, ahlaki tercih, dini inanç ya da politik nedenlerle askere gitmeyi ret etmesidir.

Vicdani reddin gerekçeleri nelerdir? Kişi neden vicdani retçi olur?
İnsanları, vicdani retçi olmaya yönelten çeşitli nedenler vardır:
*Birey, emir almak ve vermek, itaat etmek ve hükmetmek istemiyor olabilir.
*Birey, şiddet kullanmayı ve insan öldürmeyi öğrenmeyi istemiyordur.
*Birey savaşlara karşı olabilir ve savaşların yürütücüsü olan ordulara hizmet etmek istemeyebilir.
*Birey, ( Yehova Şahitleri örneğinde oluğu gibi) dini inaçları gerekçesiyle her türlü şiddete karşı olabilir.
*Birey, politik görüşleri doğrultusunda ordusuz, sınırsız, devletsiz, özgür bir dünyada yaşamak istiyor olabilir.

Vicdani reddini açıklayan kişiler hangi suçlarla yargılanıyorlar?
155. madde : (2005 yılında bu madde düzenlenerek 318 olmuştur, bu madde ile ilgili yazı ise aşağıdadır)
“Geçen maddelerde yazılı olan ahval haricinde kanunlara karşı gelmeye halkı teşvik ile memleketin emniyetine tehlike ivas edecek surette makale nesir edenler ve halkı askerlikten soğutmak yolunda neşriyatta veya telkinatta bulunanlar yahut umumi bir içtimada veya nasın toplandığı yerlerde bu suretle nutuk irat edenler iki aydan iki seneye kadar hapis olunur ve bunlardan 4500 liradan 36.000 liraya kadar ağır cezayı nakdi alınır.”1993 yılına dek “halkı askerlikten soğutmak” bir terör suçu olarak fiilen Devlet Güvenlik Mahkemeleri’nin (DGM) görev alanında kabul ediliyordu. 1993’ten bu yana ise bu suç Türk Askeri Ceza Kanunu’nun (TACK) 58. maddesi ile ilişkilendirilmekte ve “vatana ihanet” kapsamında ele alınarak görevli mahkeme olarak askeri mahkemeler kabul edilmektedir.

TCK Madde 58:
“Her kim Türk Ceza Kanunu’nun 153 ve 161. maddelerinde yazılı suçlardan birisini ve 155. maddede yazılı halkı askerlikten soğutmak yolunda neşriyatta ve telkinatta bulunmak ve nutuk iradetmek fiillerini işleyecek olursa, milli mukavemeti kırmak cürmünden dolayı mezkur maddelerde gösterilen cezalarla cezalandırılır.”

Avrupa’da vicdani reddin politik ve hukuki durumu nedir?
* Almanya :
Alman Anayasası’nın 4. maddesi, 3. paragrafı: “Hiç kimse, vicdanı ile bağdaştıramayacağı silahlı bir savaş hizmeti olan askerliğe zorlanamaz.” der. Ülkede sivil hizmet hakkı tanınmaktadır.

* İsviçre:
17 Mayıs 1992 yılından beri İsviçre Anayasası’ nda sivil hizmet hakkı bulunmaktadır. Fakat henüz bir kanun bulunmadığından, vicdani retçiler askeri mahkemelerle yüzyüze gelme zorundalar.

* Norveç:
Her yıl yaklaşık 2500 vicdani retçi çıkmaktadır. Bunlar kaydedilenlerin %8′ ini temsil eder. Sivil Hizmet hakkı tanınmaktadır. Yürürlükteki vicdani retçilik yasası 1965′ ten beri vardır.

*Hırvatistan:
1990 yılından beri Anayasasında Vicdani Red hakkı tanınmakta.

*İspanya:
1989′ da sayıları 20.000′ i bulan vicdani retçiler yüzünden hükümet Vicdani Red Yasası ile birlikte bir de af çıkardı.

*Belçika:
Vicdani red hakkı herkese yasal düzenlemeyle tanınmış durumda.

*Hollanda:
Bu ülkede de yasal olarak bu hak tanınmaktadır.

*Kanada:
İngiltere ve ABD’de profesyonel orduya geçilmiş durumda. Yunanistan hariç bütün Avrupa Birliği üyesi vicdani red hakkını tanımıştır. Yunanlı yetkililer de yakında bu yönde adımlar atılacağını bildirmişlerdir.

Türkiye’de vicdani reddin politik ve hukuki durumu nedir?
Türkiye’ de 1982 Anayasası’ na göre askerlik vatan hizmeti içinde görülmektedir. 1982 Anayasası’ nın vatan hizmeti başlıklı 72. Maddesi ise şöyledir:

“Vatan hizmeti her Türk’ ün hakkı ve ödevidir. Bu hizmetin silahlı kuvvetlerde veya kamu kesiminde ne şekilde yerine getirileceği veya getirilmiş sayılacağı kanunla düzenlenir.”

Buradan çok açık anlaşılacağı gibi, anayasa askerliği zorunlu kılmamaktadır. Askerlikle ilgili düzenlemeleri kanuna bırakmıştır. Bu konuyla ilgili kanunlar ise askerliği zorunlu kılmaktadır. Bu kanunlar 1927 yılında yürürlüğe giren 1111 sayılı Askerlik Kanunu ile 1076 sayılı Yedek Subaylar ve Yedek Askeri Memurlar Kanunu’ dur. Vatan hizmetinin silhlı askeri eğitimle bir tutularak zorunlu düzenlemeye tabi tutulması, hukuka uygunluğu tartışılan bugünkü (1982) anti-demokratik anayasaya bile aykırıdır.

Daha kapsamlı bilgi, gelişmeler, Türkiye’deki vicdani retçiler gibi bir çok ilgili konu için http://www.savaskarsitlari.org sitesini ziyaret edebilirsiniz.

Gerekçe’den bir bölüm: “Vatanın düşman güçlerine karşı korunması bakımından her Türk vatandaşının askerlik hizmetini severek ve isteyerek yerine getirmesi şarttır”.

Eski TCK’nın ünlü 155’ci maddesi, 1 Haziran 2005’te yürürlüğe giren yeni kanunda 318 sıra numarası ile korundu. Ayrıca, suçun basın yoluyla işlenmesi ağırlaştırma nedeni sayılarak cezaların yarı oranında artırılması hükmü getirildi. İş bununla da bitmedi. 2006’nın Haziran ayında kabul edilen Terörle Mücadele Kanunu ile bu eylem, “suç işlemek üzere kurulmuş bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde” yapılmışsa, ek olarak “terör suçu” kapsamına alındı. Böylece cezanın alt ve üst sınırı yükseltilmiş ve suçu işleyenlerin DGM’ler yerine kurulmuş Özel Yetkili Ağır Ceza Mahkemeleri’nde yargılanmasının önü açılmış oldu.

Yeni TCK 318
1- Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir.
2- Fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza yarısı oranında artırılır.

Eski TCK 155
Geçen maddelerde yazılı olan ahval haricinde kanunlara karşı gelmeğe halkı teşvik ile memleketin emniyetine tehlike iras edecek surette makale neşredenler veya halkı askerlik hizmetinden soğutmak yolunda neşriyatta veya telkinatta bulunanalar yahut umumi bir içtimada veya nasın toplandığı yerlerde bu suretle nutuk irad edenler iki aydan iki seneye kadar hapi solur ve bunlardan yirmibeş liradan ikiyüz liraya kadar ağır cezayı nakdi alır.

Bu değişiklikler ne anlama geliyor?
Uzun söze gerek yok, uygulamaya bakalım:

318 görev başında

* İHD İstanbul Şubesi Vicdani Ret Komisyonu aktivisti Doğan Özkan, “İnsan Hakları Haftası” etkinlikleri kapsamında 12 Aralık 2004 tarihinde Selimiye Kışlası önünde İHD adına yaptığı basın açıklaması nedeniyle ‘Halkı askerlikten soğuttuğu’ iddiasıyla yargılandı. Üsküdar 1. Sulh Ceza Mahkemesi tarafından, 20 Eylül 2006’da görülen karar duruşmasında 5 ay hapis cezasına çarptırıldı. Ceza, mahkemece 3 bin YTL tutarında para cezasına çevrildi. ‘Askerlik yapmayacağını ve para cezasını ödemeyeceğini söyleyen Özkan’ın dava dosyası şu anda temyizde.

* Yazar Perihan Mağden hakkında, haftalık Yeni Aktüel dergisinde 27 Aralık 2005’te yayımlanan “Vicdani Ret Bir İnsan Hakkıdır” başlıklı yazısında “halkı askerlikten soğuttuğu” iddiasıyla, üç yıl hapis istemiyle dava açıldı. Genelkurmay’ın suç duyurusuyla açılan bu davanın ilk duruşmasında Mağden, ‘İstanbul Adalet Sarayı’nın üçüncü katında ağır hakaretlere uğradı. Şehit yakınları ile gazilerden oluşan grup Mağden’e “Cariye”, “Maşa”, “İsrail’e git”, “PKK’lı” diye bağırdı. 27 Temmuz 2006’da görülen ikinci duruşmada davayı karara bağlayan hakim, Mağden’in eyleminin düşünceyi açıklama ve yayma hürriyetinin kullanımı kapsamında kaldığını belirterek, beraat kararı verdi.

* Gündem Gazetesi muhabiri Birgül Özbarış hakkında 2005 ve 2006 yılındaki ‘Ne askerlik, ne savaş’ yazı dizisi, ‘Türkiye Rolünü Oynarsa’ yazısı, ‘Savaş karşıtı buluşma’ haberi, ‘Retçilerden AB’ye mesaj var’ başlıklı söyleşisi, ‘Vicdani retçiler AB müzakereleri süresince zorunlu askerliğin tartışılmasını istedi’ haberi, ‘Kardeşlerinize Silah Çekmeyin’ ile ‘Vicdani Redçi Savda: Askere Gitmeyin’ başlıklı haberi gerekçe gösterilerek TCK 318‘den yedi dava açıldı. Özbarış toplam 21 yıl hapis istemiyle yargılanıyor.

* Vicdani retçi Erkan Bolot ile yapılan ve 10 Ekim 2005 tarihinde yayımlanan ‘Savaşların İnsan Kaynağını Kurutalım’ başlıklı söyleşi nedeniyle Birgün Gazetesi Pazar Eki editörü Gökhan Gençay ile sorumlu Yazı İşleri Müdürü İbrahim Çeşmecioğlu’na Beyoğlu 2. Asliye Ceza Mahkemesi’nde dava açıldı. Asliye mahkemesi, görevsizlik kararı vererek dosyayı DGM’lerin yerine kurulmuş olan Özel Yetkili İstanbul Ağır Ceza Mahkemesi’ne sevketti. Son olarak, Ağır Ceza Mahkemesi de görevsizlik kararı verdi. Duruşma tarihi henüz belli değil.

* Halil Savda, 18.11.2004 tarihinde ‘örgüt üyesi olmak’ suçlamasıyla yattığı cezaevinden tahliye edildi ve vicdani reddini açıkladı. Bu tarihten itibaren “hizmetten kısmen veya tamamen sıyrılmak kastı ile emre itaatsizlik” suçlamalarıyla askeri mahkeme ve birlik arasında gidip gelen Savda’ya 2006’da bir de TCK 318 davası açıldı. “Lübnan’da sivillere zarar veren operasyonlarda görev almak istemiyorum” diyen ve 28 gün hapis cezası alan İsrail askerleri Amir Paster ve Itzik Shabbat’ı desteklemek için yapılan basın açıklamasını okuyan Savda, vicdani ret eyleminin yanısıra bir de bu suçtan yargılanıyor.

* Vicdani ret hakkının tanınması ve vicdani retçi Halil Savda’nın koşulsuz serbest bırakılması talebini içeren basın açıklamasını, İnsan Hakları Anıtı önünde 12 Nisan 2007 tarihinde, okuyan Vicdani Ret Çalışma Grubu’ndan Serpil Köksal ile ‘Asker Olma’ pankartını taşıdığı iddia edilen İbrahim Kızartıcı ve Şevket Murat gözaltına alındı. Daha sonra, Ankara Emniyet Güvenlik Şube Müdürlüğü’nün şikayetiyle, haklarında “halkı askerlikten soğuttukları” iddiasıyla dava açıldı.

Nerde o eski 155’li güzel günler

* Sokak Dergisi’nin 1989 sonunda yapmış olduğu bir kampanya ile vicdani retlerini açıklayan Tayfun Gönül ve Vedat Zencir ilk vicdani retçiler oldu. Bunun üzerine “Halkı askerlikten soğuttukları” iddiasıyla sivil mahkemede yargılandılar. Mahkeme Tayfun Gönül’e üç ay hapis cezası verdi, bu ceza daha sonra para cezasına çevrildi.

* HBB kanalında 1993 yılında yayınlanan “Anten” programında, Savaş Karşıtları Derneği (SKD) Başkanı Aytek Özel ve vicdani retçi Menderes Meletli ile röportaj yaptıkları gerekçesiyle, program yapımcısı Erhan Akyıldız ve muhabir Ali Tevfik Berber, askeri mahkemede yargılandı. Akyıldız ve Berber tutuksuz yargılandı ve iki ay hapis cezasına çarptırıldı.

* Sanatçı Bilgesu Erenus, Ocak 1993’de Lüleburgaz’daki bir toplantıda yaptığı konuşmada, ‘halkı askerlikten soğutacak ifadeler kullandığı’ iddiasıyla Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nce iki ay hapis cezasına çarptırıldı. Cezanın Askeri Yargıtay’da onaylanması üzerine Erenus Bayrampaşa Cezaevi’ne gönderildi. Hakkında, “Anneler! Rica ediyorum, yalvarıyorum. Çocuklarınızı askere göndermeyin” sözleri nedeniyle dava açılan Erenus, 16 Mayıs 1996 tarihinde serbest bırakıldı.

* Özgürlük ve Dayanışma Partisi (ÖDP) Genel Başkan Yardımcısı Saruhan Oluç ve ‘İşçiler ve Politika’ adlı aylık gazetenin sorumlu Yazı İşleri Müdürü Mustafa Doğan, gazetenin Aralık 1993 nüshasında yayımlanan “Haydi Askere” başlıklı yazıda “Halkı askerlik hizmetinden soğutacak neşriyatta bulundukları ve milli mukavemeti kırdıkları” iddiasıyla yargılandı. Yargılama sonucunda, ikişer ay hapis ve 160.000’er TL ağır para cezasına mahkum edildiler. Doğan’ın hapis cezası paraya çevrildi. Oluç ise cezasını tamamlayarak tahliye oldu.

* Osman Murat Ülke, Genelkurmay Askeri Savcılığı’nın kararı üzerine, askerlik belgelerini yaktıktan bir yıl sonra tutuklandı. Mamak Askeri Cezaevi’nde tutuklu olarak kaldığı iki ay boyunca askeri uygulamalara uymadı ve başladığı açlık grevinin 23’üncü gününde talepleri kabul edildi. Artık askeri uygulamalara (asker elbisesi giymek, içtima, vs..) uyması için zorlanmayacaktı. Bu sırada Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde sürmekte olan dava 29 Ocak 1997’de sonuçlandı ve Ülke, TCK 155’e muhalefetten altı ay ceza aldı.

* Koray Düzgören ve Nilüfer Akbal, vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin askere gitmeyi reddettiğinde yaptığı basın açıklamasının metnini Düşünceye Özgürlük Kampanyası çerçevesinde kitapçık haline getirerek yeniden yayımladı ve kendilerini 1998 Mart ayında İstanbul DGM savcılığına ihbar etti. Ankara Genelkurmay Askeri Mahkemesi’nde yargılanan Akbal ve Düzgören, ikişer ay hapse mahkum edildi, ancak bu ceza 3 Eylül 1999 tarihli erteleme yasasına göre ertelendi. Düzgören, karardan sonra AİHM’e başvurdu. AİHM, Düzgören’in adil yargılanmadığına ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığına oybirliğiyle karar verdi ve Türkiye’yi tazminata mahkum etti.

* Düzgören ve Akbal ceza alınca müzisyen Şanar Yurdatapan ve gazeteci Nevzat Onaran aynı metni bir kez daha yayımlayarak aynı yöntemle kendilerini ihbar etti. Sanıklar, Ankara Genelkurmay Askeri Mahkemesi tarafından ikişer ay hapse mahkum edildi. Onaran ve Yurdatapan’ın cezaları 3 Eylül 1999 erteleme yasasının tarih sınırının dışında kaldığı için ertelenmeyerek kesinleşti ve ikisi de cezalarını yatıp çıktı. Kararın kesinleşmesinden sonra Yurdatapan ve Onaran AİHM’e başvurdu. AİHM, Onaran için Türkiye’yi tazminat ödemeye mahkum etti, Yurdatapan’ın başvurusu ise henüz sonuçlanmadı.

* Düşünceye Özgürlük-2000 kitabı yayıncıları Cengiz Bektaş, Yılmaz Ensaroğlu , Siyami Erdem, Vahdettin Karabay, Ömer Madra, Etyen Mahcupyan, Lale Mansur, Atilla Maraş, Prof. Ali Nesin, Zuhal Olcay, Hüsnü Öndül, Yavuz Önen, Erdal Öz, Salim Uslu, Şanar Yurdatapan’a kitapta yeralan, biri ÖDP 2. Bşk. Saruhan Oluç’un, öteki vicdani retçi Osman Murat Ülke’nin yazıları nedeniyle, TCK 155’den dava açıldı. Normalde herkese ikişer ay, Yurdatapan’a -aynı suçu bir daha işlediği için- en az dört ay hapis cezası verilmesi gerekirken, tüm sanıklar için beraat kararı çıktı. Sanıklar, bu kararı “Adil Yargı ilkesinin ters yönden çiğnenmesi” olarak temyiz ettilerse de, bu istek Askeri Yargıtay’ca reddedildi.

* Mehmet Bal, Ekim 2002’de 9,5 aylık askerliğinin ardından, vicdani reddini açıkladı ve tutuklanarak Adana Askeri Cezaevi’ne kondu. Bunun ardından Bal hakkında TCK 155’den dava açıldı. Mahkeme, Bal’ın açıklamasının askerlik ile ilgili kişisel tercih ve düşüncelerinin açıklanması niteliğinde olduğunu belirterek beraat kararı verdi. Bu kararla vicdani ret açıklamaları TCK 155 kapsamının dışında bırakıldı.

17 esrarengiz izleyici

Düşünceye Özgürlük-2000 kitabının 15 yayıncısının yargılandığı davanın iki celsesinde, Genelkurmay binası içindeki mahkeme salonuna izleyiciler alınmadı. Bu işe mahkeme heyeti bile bozuldu ve aleniyet ilkesinin çiğnenmemesi için savcılığa yazı yazdı. 7 Eylül 2001 tarihindeki son duruşmada, tüm heyet değiştirilmişti. Aralarında bazı büyükelçilik gözlemcileri ve PEN temsilcilerinin de bulunduğu izleyiciler bu kez bekleme salonuna alındı. Ama az sonra kendilerine şu bilgi verildi: “Mahkeme salonunun 20 koltuğunun 17’si şu anda izleyicilerle dolmuş durumda. Geri kalan 3 boş yere de sanıkların birinci derece yakınlarını alabiliriz, geri kalanları almayacağız” Bu 17 kişinin neyin nesi olduğu ve tek girişi bulunan binaya nasıl ve nerden girebildikleri sorulduğunda yarbay “Internet sitesinden öğrenip gelmişler” yanıtını verdi. Sanıklar bekleme salonundan iç bahçeye geçti, burada bekleyen minibüse bindirilerek 50-60 metrelik upuzuuuun bir yolculuktan sonra duruşma salonuna ulaştı. Salon gerçekten de doluydu. 17 esrarengiz izleyiciye neden ve nasıl geldikleri sorulduğunda Şanar Yurdatapan’a destek olmaktan söz ettiler ama onu teşhis edemediler, çünkü tanımıyorlardı.

– Haberi hangi Internet sitesinden aldınız ki? Site çoktandır kapalı.
– Ik-mık, şeyy .. yani bir arkadaştan öğrendim.
– Hangi arkadaştan, nerde o arkadaş?
– O mu? Haa.. yani şey, … o şimdi burada değil.

Sanıklar, bu salonda bir suç işlendiğini, suçüstü yapılmasını, sahte izleyicilerin kimliklerinin ve hangi işyerinde çalıştıklarının saptanıp tutanağa geçirilmesini istedi. Savcı konu ile ilgisi olmadığını söyleyerek bu talebin reddini istedi. Hepsi birden son celsede değiştirilen heyet savcının isteğine uydu, sanıkların isteği reddedildi ve açık duruşmaya devam olundu!
Sonra savcı bu kez beraat talep etti. Sanıklar itiraz etti. Aynı mahkeme, aynı kitapçıktan ötürü Şanar Yurdatapan ve Nevzat Onaran’ı hapse mahkum etmiş, cezalar kesinleşmiş, sanıklar ikişer ay yatıp çıkmıştı. O halde herkes en az onlar kadar, yani iki ay ceza almalı, Şanar Yurdatapan’a ise en azından iki misli ceza verilmeliydi. Heyet fazla duraksamadan kararı açıkladı: Beraat. Dosya kapatılmıştır!
Sanıklar tekrar aynı minibüsle 50 metrelik yolu geri dönerken 17 esrarengiz izleyici Genelkurmay koridorlarında sırra kadem bastı…
TCK 318’e karşıyız. Çünkü:

Çünkü TCK 318, Anayasa’ya Aykırıdır

318’inci madde, “(1) Halkı, askerlik hizmetinden soğutacak etkinlikte teşvik veya telkinde bulunanlara veya propaganda yapanlara altı aydan iki yıla kadar hapis cezası verilir. (2) Fiil, basın ve yayın yolu ile işlenirse ceza yarısı oranında artırılır” demekte, Terörle Mücadele Kanunu 4’üncü maddesi ise ‘halkı askerlikten soğutmak’ suçunu ‘terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde” işlendiğinde terör suçu saymaktadır.

Oysa Anayasanın 25’inci maddesi düşünce ve kanaat özgürlüğünü, 26’ıncı maddesi ise düşünceyi açıklama ve yayma özgürlüğünü güvence altına almaktadır. Bu özgürlüklerin kullanımı, telkin, teşvik ve propagandanın da güvence altına alınması ile olanaklıdır. Anayasal güvence altına alınan özgürlükler, TCK md. 318’in yasaklamaya çalıştığı içeriği korumaktadır.

Düşünce ve ifade özgürlüklerinin sınırlanması, ancak Anayasa’nın 13 ve 26’ıncı maddesindeki koşullarda mümkündür. Oysa TCK’nın 318’inci maddesi hiçbir şekilde bu koşulları taşımamaktadır ve “askerlikten soğutmaya yönelik teşvik, telkin veya propagandada bulunmak” şeklindeki ifadeler, ‘hukuk devleti’ ilkesine aykırı olarak “suç unsuru” sayılmaktadır.

Çünkü TCK 318, Uluslararası Hukuka Aykırıdır

Anayasanın 90/5’inci maddesi, bir uluslararası sözleşme hükümlerinin iç hukuk kurallarıyla çatışması halinde uluslararası sözleşme hükümlerinin esas alınacağını açıkça ifade etmektedir. Türkiye’nin taraf olduğu Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin 9, İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinin 18 ve Kişisel ve Siyasal Haklar Sözleşmesi 18’inci maddelerinde herkesin düşünce ve ifade özgürlüğüne hakkı olduğu belirtilmektedir. Türkiye uluslararası düzenlemelere ve AİHM kararlarına uyma yükümlülüğü altında iken, TCK md. 318’i uygulayark bu anlaşmaları ihlal etmektedir.

“İfade özgürlüğü, sadece lehte olduğu kabul edilen ya da zararsız ya da ilgilenilmeye değmez görünen bilgi ve düşünceler için değil, aynı zamanda devletin ya da nüfusun bir bölümünün aleyhine olan, şok eden, rahatsız eden düşünceler için de uygulanır. Bunlar demokratik toplumun olmazsa olmaz unsurlarından olan; çoğulculuğun, hoşgörünün ve açık fikirliliğin gerekleridir”. (Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi kararı: ‘Handyside v. Birleşik Krallık, 1976’) facebooktan alıntıdır (mehmet lütfi özdemir)

İki tane AKP yok sadece zulüm var

İki tane AKP yok sadece zulüm var

İbrahim yaylalı

Annelerle bir cumartesi oturması notları…

Cumartesi anneleri’nin yanımda birde özel bir yeri vardır. Ailem ben 94 yılında PKK’ye esir düştüğümde,Beş ay altı ay gibi benden hiç bir haber alamamıştı.Ellerinden hiç bir şey gelmeden beklemek zorunda kalmışlardı.Devlet çok ketun ve benimle ilgili hiç bir haberi aileye vermiyordu.Adeta yaşarken kaybedilmiştim.PKK öyle olumsuz gösterilmişti ki,devlet bir şey yapmayınca,PKK hiç bir şey yapmazdı anlayışı hakimdi.Bir Annenin kaybının arkasından nasıl duruma gelir o süreçte bunu açıkca görmüştüm. Cumartesi Anneleri’nin Barış Anneleri’nin yeri yanımda hep başka olmuştur.Sessizce gider elimden gelen desteğimi sunarım,küçüğünün büyüğüne sunduğu saygı gibi,büyülenmiş sekilde huzurla dizlerinin yanı başında otururum.Benim Anneme gelince PKK allahtan devlet gibi zalim değil,ellerinden gelen tüm olanakları seferber ederek beni anneme kavuşturdular.Annemin acısını dindirdiler,umarım bir gün tüm acıları alıp şairin dediği gibi meydanlarda toplayıp yakarız

Cumartesi anneleriyle beraber 382. kez yapılan oturma eylemindeydim.O gün 17 yaşında kaybedilen Abdulgani Dağ ve Hasan Gülünay’ın aslında bakarsanız bilinen akibeti soruluyordu.

Dile kolay desem değil, tam 20 yıl önce babaları yada eşi veya kardeşlerini hatta yoldaşlarını kaybetmişlerdi.Yukarıda söylediğim gibi kaybedeni belli bir arayış için orada bulunuyorlardı.Ben İstanbul’da ne zaman olsam mutlaka annelerin yanında soluk alırım.Oturma eylemlerinde kaybedilenlerin isimleri bir de kaybedildikleri tarih gözüme çarpar ve çoğu binbir operasyonlarıyla övünen kirli savaş sürecinin en üst boyutta yaşandığı tarihlerdir.Kimler yoktur ki o tarihte(90-95 süreci) potada,artık bilmeyenide kalmamıştır.İki tane AKP var diyor sağ-sol liberaller,o klasik güvercin ve şahin hattı teorisi,işte ilericileri yada bazı şeyleri değiştirmeye çalışanları bu şahin kesim önlüyor.

Bu hükümet; özene özene iki tane faili mechul seçti.Biri yüzyıllık çınar gibi Berfo ana’nın oğlu Cemil Kırbayır, diğeri Cumartesi Anneleri’nden Kadriye ceylan oğlu Tolga’dır.Bu hükümet kendi dönemleriyle hiç bir ilgisi olmaması ve hatta bazıları bu tür süreçlerle yüzleşilirse,bu şimdiki hükümetin lehinde olabilecek durum diyede sözde bu hükümeti cesaretlendiriyorlardı.

Her iki durumda normal koşullarda çözüme ulaşabilecek dosyalardı.En azından Kırbayır’ın dosyası öyle idi.Fakat ne oldu bu büyük bir yalan balonlarıydı, sağlı-sollu liberallerin yüzünde patladı.Hatta bunlardan bir çoğu daha sonra işlerini bile kaybettiler.Ne oldu peki Berfo annenin tarifsiz acısını en azından mezar başına giderek biraz olsun dindirecek olan saklanmış olan Kırbayır’ın cesedini ortaya çıkardılar mı.Ya da Tolga sahi nerede,Annesi Kadriye abla her şeyin ardında onu arıyor. ne dersiniz bu iki kayıp ailesine çıkıp kim ne söyleyecek.

İki tane AKP arayanlar daha sonraki yaşanan(son genel seçimler ile tırmanan katliam seceresine bakabilir) bir çok olayla bu durumun böyle olmadığını gördüler.Bildiğimiz savaş hükümeti ve tavrını sürdüren bir taraf ile karşı karşıyaydık.Bir çok yalanını sağlı-sollu liberallere sarılarak günümüze kadar getirmeyi başardı.

Bu iktidar tam manasıyla savaş hükümetidir , USA emperyalizmi ile giriştiği kirli pazarlıklar ayyuka çıkmıştır.Pazarlığın temel konusu ise Kürt halkı ve iradesidir.Kendinden önceki egemen güçlerden ayrılan hiç bir yanı yada özelliği yoktur. ‘Bizden öncekiler beceriksizlerdi biz bu sorunu kökünden halledeceğiz’ şiarıyla bir kere daha kendi egemenliklerini sağlamlaştırmak için Kürt halkına karşı katliamları önüne koymuş,hala bu tavrını devam ettirmektedir.

Kamuoyu manupulesi için oluşturulmuş bir algı İKİ AKP…

Bu hükümet;bir çok aracı kullanarak bu algı manupulesi olabilecek sistemi rahatlıkla kullanmıştır.Önce ‘yetmez ama evet’çiler 12 darbesi demokratikleşme adına çok uzun süre AKP savaş hükümetini desteklediler.Sonrasında gelişen bir çok olay bu hatta bir kırılmayı getirdi.Sonra ‘İki AKP’ var denildi. Bu söylemin teorisi ise Şahin-güvercin hattına oturan biri iş yapmak isterken diğeri engelliyor aralığına oturtarak söylemlerini bu minvalde götürmeye devam etmeye çalışmışlardır.Sağlı sollu liberal siyasetçiler bu kulvarda elele koşturdular ve tüm katliamları önce aklamaya çalıştılar.Katliam ve soykırım bir noktaya vardığında bunu sorgulayan liberaller olmadı mı,tabii oldu o zaman da yardımlarına artık ‘liberallersiz yola devam’ mı diye has kalemler baslık atmaya basladılar.Gazetelerde birer birer sağlı-sollu liberal kalemler kırılmaya başlandı. AKP’nin niyeti ve pratiğini fark ettiler fakat bayağı geç kalmışlardı.Bizde yumurta kapıya gelmeyince anlamıyoruz maalesef bazı şeyleri, sonrada hayıflanıyoruz.

Bu hükümet bindiği dalı kesecek kadar deneyimsiz bir siyasi geçmişe sahip değil,yani başından itibaren o iki seçimde olduğu gibi sadece kamuoyu manupulasyonu için zaman kazanma için araçtı.Yani kayıplarımızın üzerinden sadece amaç rantibilesini güçlendirmeyi hedeflemişti.Yoksa bindiği dalı kesmek gibi bir derdi yoktu.Su basitlikte anlatılırsa, bugün katliamlarını sürdürürken bu hükümet,kalkıpta bu katliamları sürdürdüğü araçları deşifre ederse,kimleri sahaya sürüp bu katliam soykırım prorjesini yaptırmaya ikna edebilecek değil mi.

Adı güzel kendi Güzel Anne sizlerin tavrı ile aydınlanacak karanlıklar….

382. Cumartesi Annelerinin kayıplara adalet oturmasına birde bu gözle bakmak gerekiyor.Kayıpların neredeyse ortak özellikleri,çoğunun 90-95 yıllar arası kaybedilmiş olmalarıdır.Bu ‘ileri demokrasi’cilerin ise o döneme ilişkin alabildikleri tek isim davul zurnalar eksikti gönderilirken Mehmet Ağar ismidir.Mehmet Ağar üzerinden bir durum tesbiti yapalım, hatta bir anket çalışması yapılsa Mehmet Ağar şuçlu mu yoksa değil mi diye, size söyleyebilirim ki Mehmet Ağar Suçsuz Yer içeride yatıyor intibası var.Hatta hatta bir tarafta kahraman, ölmeden evliya havası da var.Zira ziyaret yerine dönüşen hapishane mi desek yoksa oteli desek kolaylıkla anlaşılır

Bu hükümetin bu tavrının 382. oturumda gördüğümüz gibi Cumartesi Annelerine ve İnsanlarına saldırı-jop ve gazdan başka verebileceği hiç bir şey yoktur.Bunu da benimde katıldığım ve bire bir gazını da tattığım oturumla görmüş bulunduk.Gerçi şaşırdığımızdan değil,ki dost düşmana Cumartesi Anneleri kendi haklarını kimseye bırakmadan sonuna kadar nasıl onurla arayabildiklerinide bir kere daha göstermiş oldular.

Annelerin bu yüce tavrı ile aydınlatılacak tüm faili belli kayıplar,yoksa hükümetler çıkar menfaat yozlaşma ağı ile bu kayıpları nasıl bulmasınlar diye bir çok oyun içerisine girecekler.Bu tavrı nereden mi biliyoruz ortaya çıkan toplu mezarların yerlerini değiştirme girişimleri buna çok basit bir örnektir.

Vicdanı kararmış küçük adam…

Gülünay’ın ailesi hükümetin duyarsız tavrını protesto etmek için sürekli oturumun yapıldığı galatasaray lisesinin karşısında bulunan Bir kafe’nin ikinci katında Hasan Gülünay’ın afişini asarak protesto eylemi gerçekleştirdiler.Aşağıda sözü edilen küçük adam bu kafenin sorumlusudur

Cumartesi annelerinin direnişi ta dünyanın diğer taraflarında yankı bulurken,Sen küçük adam senin sağır yüreğinde hiç yer etmemiş,Bir o gün Cumartesi annelerinin o güzel tavırlarını unutmayacağım.Bir faşizmin o çirkin yüzünü,birde küçük adam senin Cumartesi annelerini ve insanlarına yumruklu ama yetersiz müdahalen sonucu aşağıya bağırırken polislere gelin buraya müdahale edin derken sesine yansıyan o sağır yürekli, küçük adamı unutmayacağım.

Küçük adam derken Zenginliğin yada fakirliğin karşısında tuttuğun nesnellik için söylemiyorum.Senin küçük adam oluşun,Acının karşısında tuttu(ruldu)ğun nesnelliğe düşen konumuna den düşer.Sen hiç mi balkonuna çıkıp o kafe’nin,94’lerden bu yana kar kış demeden,hemen karşında haykıran anneleri görmedin.Hiç mi senin o nasır tutmuş vicdanına değmedi bu haykırışlar.Senin küçük adamlığın buradan gelir,acıya teğet geçen vicdanından gelir.Seni ve senin bu uğursuz ve yüreksiz tavrını asla unutmayacağım.

Bir Cumartesi oturmasının bana gösterdikleri böyleydi,adı güzel kendisi Güzel Anne’nin unutamayacağım tavrı da vardı.O yüreksiz vicdanı körermiş o kafe’nin sahibi küçük adamı da unutmayacağım.

TC DEVLETİNİN YALANLARI VE TÜRK HALKI

TC DEVLETİNİN YALANLARI VE TÜRK HALKI

ibrahim yaylalı

TC devleti ve hükümet…

TC devleti diyorsa ki ABD ile görüşüyoruz iyi şeyler olacak,iyi şeyler yapacağız.Bekleyin görün demeyeceğim,harekete geçin bu sefer geç kalmayalım,mutlaka altından kötü şeyler çıkacaktır.buna izin vermeyelim.Biz bu sözleri cumherbaşkanından da basbakanından da duymadık mı “iyi şey olacak” iyi şeyler olacakta peki kimin için değil mi.Artık bu sahtekarca tutumları bilmeyen,öğrenmeyen kaldı mı.Roboskiler,kazanlar ve dahacaları böylesi söylemler ardından gelmedi mi.

Suriye’ye işgal hareketine dikkat…

kısa havuc dönemi…

Birde acaba süreci yumuşatmak istemelerinin bir nedenide Süriye’yi artık fiziksel işgal etme zamanı mı yaklaşmaktadır.İki cephede dağınık şekilde hareket etmektense bir süreliğine Kürt halkını demogojilerle oyalarım.Süriye’de işgal hareketi sonlandığında tekrar kaldığı yerden devam ederim. Biz buna benzer bir çok oyunu bu coğrafyada yaşamadık mı.

AKP bir trova atıdır…

Yankilerin müslüman ortadoğu’ya rahatça girebileceği alanı oluşturmak üzere içerde yıllarca hazırlanmış ve bügün her şeye egemen kılınmaya çalışılan bir truva atıdır.

AKP nin dili ve yöntemi büyük fühler’e taş çıkarmaktadır.gerçi bu günlerde büyük fühler olmak için kolları sıvamış kamuoyunu buna hazırlamaya başamıştır.Cemaatle bazı sorunları vardır,bunları çözmeye çalışıyor,dertleri biraz daha az yada, biraz daha fazla pasta dır bunu da çözeceklerdir.

AKP kuzu postuna sarılmış ve onu bırakmak istemeyen aç bir kurttur tanımlaması AKP ve hükümet için çuk oturan bir tanımlamadır.Bu kadar zalim ve bu kadar ağlamaklı bir hükümeti başka türlü açıklamanın yolu ve yöntemi bulunmamaktadır,

Timsah misali yavrusunu yerken göz yaşı akıtması gibi,hem katledip,hem ağlayabilmektedirler,büyük fühler’e bile rahmet okutacak düzeyde icraatları yapıp ve utanmazca sahiplenebilmektedirler.

türk halkı…

Fakat yıllardır yaptıkları gibi halklarımızı rahatlıkla kandırabilecek manevrayada sahipler.Bu manevra kendiliğinden ortaya çıkmamıştır.Büyük biraderler İngiltere,Fransa,sonrasında ABD nin kara ajit-propagandasıyla birleşen yerel ajit propagandasının evliliği sonucu ortaya çıkan çocuğu olan bir çalışmadır “koministler ülkemizi işgal edecekti,kürtler ülkemizi bölecekti,aleviler bizi asimile edecekti” daha neler neler üretilmedi ki rızasını üretebilmek için halkımızın…

Söyledikleri bir çok şeyin yalan olmasından öte dini ve ırkçı ve cinsiyetci istismarın yalan propaganladarıyla birleştiğinde,türk halkının rızasını üretebildiğini gördük.Kendilerince doğru bildikleri tarafta yer aldılar.Fakat bu savaşın-rantın-istismarın tarafıydı.Bu taraf halkların kardeşliğini baltalayan,emekçilerin yanyana durmasını önleyen ve koyu cinsiyetci,her gün her şeyle savaşı üreten yanlışın tarafıydı.Bilerek isteyerek bu tarafta değillerdi.Eyhat ki kandırılmışlardı ve kandırılmaya devam ediyorlardı

taraf olmak için…

Saf tutmak için tüm kara propaganda çalışmalarından sonra şu yeterliydi”dinsizin,koministin,vatanı bölmeç için uğraşanın yanında saf tutmaktansa,bildik dini bütün birsinin yanında saf tutmak yeterliydi.Bu ikilem bu çelişki arasında tüm iradesi etkisiz hale getirilmişdi.Dini bütünler ne yaparsa doğrudur,diğerleri ne yaparsa yapsın,ağzıyla kuş tutsa bir önemi yoktu

Durum böyle olunca bunu göremeyen,bu oyunu fark edemeyen,Savaşın sürmesi için en çok rıza üretimine maruz kalan maalesef türk halk kesimidir.The economist’in de en son vurgusu gibi artık kürdistanda deşifre olan hükümet tamamen savaşın rıza üretimini türk halkı üzerinden gerçekleştirmektedir..

Kürt halkında ve kürdistanda tutmayan bekle “kör” misali bekle gör iyi şeyler olacak,tüm bunlar ırkçı çevrelere mesaj normalde bu işi çözeceğiz kan akması bitecek yalanı ,bir çok yalanın kendisini doğruymuş gibi gösteren türk halk kesiminde de yine çağrısını bulmuştur.Bu sayede bir kere daha iradesi teslim alınmıştır.Bir kez daha savaş ve rant çevresi iradesini teslim almıştır.ve sessizliğini savaştan yana korumaktadır

Barışın yumuşak karnı Türk halkıdır yoksa dedikleri gibi MHP değildir…

ve sopa zamanı

MHP olmasa çözüm gerçekten olmaz mı, yada MHP olursa ne olur,MHP kürt halkının iradesi önünde hep sopa görevi görmüştür.Ne zaman çözüm ile ilgili bir şeyler istediğinde,her hükümetin sopası gibi Kürt halkının karşısına konmuştur.

Kürt halkının bir sorununu ötelemek istersen,en rahat devreye sokabileceğin manevelaridır ve her seferinde MHP bu rolu seve seve kabullenmiştir.Adeta böylesi zamanlara varlığını borçlu bir yapılanmadır. Bunu iyi bilen hükümet bu durumu iyi kullanabilmektedir.

barışın rızası Türk halkında kabul bulduğunda barış gelecek…

Muhatap kesinlikle onların gösterdiği gibi MHP değildir,fakat onun şoven zehrine maruz kalmış Türk halkıdır.O yüzden bu zamana kadar savaşın rızasının en çok üretildiği yerden,barışın rızası üretilmezse barış bu coğrafyaya zor gelecektir.

Bu söylemin nedenini merak edenlere,AKP kürdistan’da tamamen iflas etmiştir,ve savaşı yeniden üretmek için tamamen dikkatini türk halkına yönlendirmiştir.

Bu oyun o yüzden savaş rızasının en çok üretilen yerden,teryüz edilmelidir.Bu başarılabilirse o zaman barış kalıcı olacak ve sonsuz kalacaktır.Bu yüzden tüm savaş karşıtları,barışsever ve antimilitaristler dikkatlerini ve çalışmalarını buraya yönlendirmek zorundadır.

AKP ve Hükümetin elinden savaşın son kalesi son rıza üretilen yer elinden çıkarsa, savaş adına artık hiç bir manevra alanları kalmayacak,barışın ve kardeşliğin önündeki tüm engeller birer birer tarihin çöplüğüne o zaman gönderilecektir

Barış kolay kazanılmayacak,fakat kazanıldığında da barış artık bu cografyada sonsuz olacaktır…

PKK’nin elindeki esirleri alma yöntemi üzerine

PKK’nin elindeki esirleri alma yöntemi üzerine

ibrahim yaylalı /Eski PKK esiri

Taraf yazarı kurtuluş Tayiz şöyle diyor bu işi yaparsa siz yaparsınız diyor ve geçiyor İHH’nın yaptığı işleri saymaya; “Bu arkadaşları bulmak için tabir yerindeyse iz sürdük. Suriye’nin bütün köylerini şehirlerini aradık, muhaliflerle görüştük, devletin resmî kanallarıyla görüştük. Sonuçta bu arkadaşlara ulaşacak kanalları bulduk. İHH 20 yıldır insani diplomasi denen bir faaliyet de yürütüyor. Biz İHH olarak Bosna’da Libya’da Suriye’de Çeçenistan’da savaş sırasında kaybolan, esir alınan insanların özgürlüğü için çalışmalar da yapıyoruz. Bu çerçevede Suriye’nin elinde olan bazı İranlı insanlara da yardımcı olduk. Muhaliflerin elindeydiler, bırakılmaları için girişimlerimiz oldu ve çabalarımızda başarı sağladık.”

Yukarıdaki veciz sözleri söyledikten sonra da şu sözlerle bitiriyor “Bosna’da, Libya’da, Suriye’de ve Çeçenistan’da esir alınan insanların özgürlüğü için çalışan İHH, Türkiye’de kaçırılan kaymakam adayı, asker, polis ve korucular için de “sivil diplomasi” yürütmeli. Kaçırılanları kurtarmak için Esed’in karargâhına gidildiğine göre Kandil’e de gidilebilir. Zira gözüyaşlı annelerin tek ümidi şimdilik İHH görünüyor.

Aslına bakarsanız böyle bir çalışmada güven verir ve başarı sağlarsa elbette hepimimiz mutlu olur şükranlarımızı sunarız.
Kurtuluş Tayiz’in görmediği, yada görmek istemediği ve İHH sen yapmazsan kimse yapamaz dediği dönemden bir sene önce 5′li bir heyet oluşturulmuş 08.08.2011 günü İstanbul’da, 30.08.2011 ve 20.09.2011 tarihlerinde ise Ankara’da serbest bırakılmaları için çağrıları olmuştur. Yapılan çağrılarda oluşturulan heyetin esirleri almak için hazır olduğu ifade edilmiştir.

Spesifik bir indirgeme yaparsak, benimde içerisinde bulunduğum 94-95 esir gurubunu,İHH değil şimdi üyesi olduğum İHD ve Mazlum-Der, aydınlardan kurulu heyet almıştı.Öyle pekte kolay olmamıştı.Devletin bazı ayak oyunlarına ve zorlu koşullara rağmen bu durumu gerçekleştirdiler. Türkiye’ye döndükten sonra başlarına gelmeyen kalmadı. Sonraki bir çok esir alma heyetleri Yine aynı örgütler tarafından oluşturuldu.

Dersim’de Coşkun Kırandı’yi almaya gidenleri devlet az daha pusuya düşürüyordu.Ölümden son anda kurtuldular.Bilinmiyorsa diye söyleyeyim bu heyettede Ferhat Tunç: Sanatçı, Selahattin Demirtaş İHD(diyarbakır) Umur hozatlı:Sanatçı-Yönetmen Mehdi Perinçek: İHD bulunuyordu pusu yetmemiş geldiklerinde gözaltına alınmışlardı.
Tabii dağlıca Heyetini de unutmamak gerekiyor,başlarına gelenlerle birlikte,basını hatırlayın,bakanların açıklamalarını hatırlayın,ve mahekemeleri unutmayın

Esir asker ailelerinin ağlamaktan kurumuş göz pınarları bir kere daha yaşlanmıştı,fakat insan hakları savunucularının yoğun cabaları sonucunda bu sefer sevinç gözyaşlarıydı o pınarları dolduran.Kurtuluş Tayiz’in bir gazeteci olarak bunları bilmemesinin yolu yok,mutlaka bu durumdan haberdardır.Fakat bu durumu görmezden geldiği açıktır

Bilinen kendisini basın yoluyla da durumunu deklare eden bir heyet varken böylesi bir çıkış neyin nesidir bunu kendisine sormak lazım,şu şöyle dense idi var olan bir heyet var ve esir askerlerin gündeme getirilmesinde katkınız olacaktır,bu heyete İHH katkı sunamaz mı.Orada Payiz bir şeyler yapmaya çalışıyor açık ama bu sorunun cevabını yazının bütününe saklıyorum.

Kurtuluş Tayiz madem bu işe el attınız, İHH’ya sorumluluğunu hatırlattınız, bakınız Kızılay 1877′de “Osmanlı Hilali Ahmer Cemiyeti”, 1923′de “Türkiye Hilaliahmer Cemiyeti”, 1935′te “Türkiye Kızılay Cemiyeti”, 1947′de “Türkiye Kızılay Derneği” adını almıştır.
Kızılay resmi sitesinde “Kızılay, Uluslararası Kızılay-Kızılhaç Topluluğu’nun temel ilkelerini paylaşır. Bunlar; insanlık, ayrım gözetmemek, tarafsızlık, bağımsızlık, hayır kurumu niteliği, birlik ve evrensellik ilkeleridir. aynen böyle demektedir
Kızılay’ın tüzügündeki 7. maddesi f fıkrası aynen şunu diyor ‘Türk dost ve düşman savaş esirleri ile gözaltına alınanlarla, sığınmacı veya mültecilerin değiştirilmesine, aileleriyle haberleşmelerine, kayıpların aranmasına ve bu kişilere ait para, eşya ve diğer kıymetli evrakın ulaştırılmasına aracılık etmek ve bu hizmetleri yürütmek amacıyla gerekli haberleşme sistemleri ve birimleri oluşturmak.’ “(Türkkızılay sitesi)

Kızılay’a buyurun çağrı yapın neden bu konuda Devleti/hükümeti harekete geçmeye çağırmıyorsunuz.Kızılay’ın tarihinde esirler ile ilgili çalışmalarını bulabilirsiniz.

Yakın tarihte gazetelere yansıyan hükümet ile İsrail’li asker alımında adını duyduk.Mesela sorun kızılay’a, yeni alınanlarla beraber 11 kez esir alma durumu yaşandı.

Neden evrensellik ilkesi ve tarafsızlık ilkesi yerine ulusal/soven çitlere takılıp hiç hareket etmediniz.Buna cevap bulduğunuzda hem kendi durumunuza bir cevap bulmuşken diğer kurumların dışarıda kahraman kesilirken neden burada ulusal/soven çitlere takıldığını göreceksiniz.

Birde orada tarafları bulacaksınız, hangi tarafları mı savaş devam etsin,yada barış gelsin diyen tarafları PKK nin elindeki esir devlet mensuplarını almak için caba gösterenlerle -göstermeyenler arasındaki kalın çizgi budur.Yada var olan cabayı büyütmek yerine hizip oluşturanlarla ,çabayı büyütmek isteyenler arasında büyük bir fark var.İşte bu yaklaşım senin savaşın yada barışın neresinde durduğunu belirleyen özdür.

Acaba bir zamanlar savaşın safında yer tutan kurumlar özeleştiri verirler mi:

Tayiz’in çağrısını bahane ederek bu tür kurumlara seslenmek istiyorum.İlk esirin alınma tarihi 90 yıllardan beridir neden sessizlik içerisinde yer aldınız ve neden tarafsızlığınızı yitirip savaş baronlarının tarafında yer aldınız,sizi korkularınız mı orada kalmanızı sağladı.Yoksa bilerek isteyerek savaş-rantının yanında saf tuttunuz.Yukarıdaki güven verme olgusuna o yüzden bilinçli değindim.Eğer korkularınız buna sebep olmuşsa samimi sekilde özleştiri verip durumunuzu anlatırsanız,elbette yanımızda yer alabilir çalışmalara katılabilirsiniz.

Fakat hem savaşın yanında yer alacak tarafını belirleyeceksin sonrada böylesi bir çalışmada yer alacaksın yok artık,gerçi böylesi bir şey yapmadıklarında onlarda bulundukları yeri terk edip yanımızda barış mücadelesine katkı olarak böylesi çabanın içerisine girmeyeceklerdir.

Bu bir samimiyet testidir

Elbette yukarıda adı geçen kurumlar ben bu esir askerleri alayım diye bir çağrıda bulunmamışlardır. Tayiz’in Taraf gazetesindeki İHH ‘ya bu çağrısı üzerine böylesi bir yazıyı yazma gereği hissettim.Otuz sendir süren savaş sürecinde yaşanan bunca esir alma durumu yaşanmış,Kızılay ki asli görevidir o olsun, İHH da içerisine dahil olsun bugün mesala çok merak ediyorum,gitme kararı ve esir askerleri alma istemleri olsun(farazi benimkisi, yok böyle bir durum) ne diyeceksininz ,Afrika’ya,Ortadoğu’ya ve Fizan’a kadar reklamlarla giderken kamuoyunu ve PKK’yi nasıl ikna etmeyi düşünüyorsunuz. Kusura bakmayın bir yanlışlık oldu otuzsene kadar Asya-Afrika-Ortadoğu ‘yu gezerken burayı görememişiz. mi diyeceksiniz. Sayın Tayiz böyle mi diyecekler

Doğru olarak demezler mi burası yol geçen hanı değil,yoldan geçene insan teslim etmiyoruz.Hele hele bir şekilde görmezden gelerek savaşta taraf durumuna düşmüş,savaşın safında yer tutmuş kuruma bu sekilde alınmış insanlar teslim edilebilir mi.

PKK takip ediliyorsa ki edildiğine inanıyorum,neden ya da hangi zamanlar esir alma yöntemine başvurmak zorunda kalıyor. Sistem,barış sürecinin önüne dinamit koyup, Kürt halkının sosyal yaşamı tehdit etme durumunu üst boyutlara tırmandırdığında, Kendi halkını koruma refleksiyle böylesi bir durum içerisine giriyor.Zaten PKK’nin açıklamaları da izlenirse bu açıkca görülecektir.

Devlet mensuplarının esir alınma durumları savaş tırmandırıldığında olduğuna göre.aynı parelelde hareket eden kurumların çağrısını doğal olarak ret edecektir.Doğal olarak böylesi bir durumun giderilmesi için,Kürt halkına yönelmiş saldırının geriye çekilmesi ve barış sürecinin dinamiğini geliştirecek çabalardan sonra jest olarak böylesi bir durum için hareket beklemek o zaman normal olacaktır.

PKK’ de Esir alma durumu bu durum düzeltilmedikçe bu şekilde devam edip gidecektir ta ki Kürt halkına saldırı yerine doğuştan gelen haklarının teslim edilinceye kadar,bu en doğal insan hakkıdır.Tüm esirleri alma girişimleride doğal olarak barış sürecine katkı sunmalıdır.Yoksa tamam bugun hiç bir etliye sütlüye karışmadan her şeyi herkesden kaçırarak esirleri aldınız,ailelerine kavusturdunuz,elbette lokal olarak bir kaç ailenin gözyaşı diner,peki soruyorum bir halkın haklarının gasbı ortada olduğu sürece yeni yeni ailelerin göz yaşına boğulmasının önünü nasıl alacaksınız,bügün annelerin gözyaşları dindi,yarın bu durum düzelmediği sürece aynı durum sürüp gitmeyecek midir.Bu duruma birde böyle bakmayı denemek lazım,Barışın yanında parelel düşünce bu coğrafyada neleri çözmez değil mi

Bu bir halkların rehin alınmasının hikayesidir

Bu bir halkların rehin alınmasının hikayesidir

ibrahim yaylalı/Eski PKK Esiri

savaşın kürdistan yanı…

(…)
Vurulmuşum
Düşüm, gecelerden kara
Bir hayra yoranım çıkmaz
Canım alırlar ecelsiz
Sığdıramam kitaplara
Şifre buyurmuş bir paşa
Vurulmuşum hiç sorgusuz, yargısız
( ahmet arif)

Uludere. boşaltılmış köyler yanık evler,talan bahçeler.roboski 35 yanık insan eti. 94’lerden iyi bildiğim bir yer,korucular hariç neredeyse komple boşaltılmıştır.Devlet Yurtseverlere kendini inkar etmeyenlere karşı hep özendirdiği bir yaklaşım koruculuk sistemi.

Ne yapsa sisteme yaranamamış bir sapık kurumlaşma,operasyonal düzenlemede köpeklerden önde yer alan hiyerarside tutulmaları var
Ne yaparlarsa yapsınlar kazıyamadıkları bir yanları var kürt olmaları.

Belki isteyerek,belki korkudan aldılar ellerine silahları bunları bilemiyoruz.Rehin alma saldırısı bu sefer böylesi bir gerçeği yaşayan yerden geldi.Otuzbeş insanını birey oldukları için vurmadılar,belki yerel ilişkiler anlamında birbirlerinden çıkarları bile vardı.Ey hat bakın ki bir kusurları vardı kürt halk kimliğini taşıyorlardı. Yukarılardan ta yukarılardan ‘neo fetva’ çıktı şifre mifre de yoktu direkt vurdular.Vurulan bireysel kimlikleri değildi.taşıdıkları ve kazıyarak bile çıkaramadıkları toplumsal varlıkları Kürt halk kimlikleriydi

Hapishaneler birer toplama kampına dönüştürüldü.Sayın Öcalan’ın ağır tecritlik durumundan alın,Bakırköy kadın Hapishanesinde kalan hasta tutsak Hediye Aksoy’a kadar,kendisi için savaştırıp esir düşen ve sonrasında Askeri hapisheneye konulan Ramazan Yüce’ye kadar Kürt halkının hangi kesimini ele alırsanız alın,bugun rehin alınan kesinlikle ele aldığımız ayrı ayrı bireyler değil toplumsal varlıkları olan kürt halk kimlikleridir.

Bu durumların başkaca açıklama yolu kalmamaktadır.Hasta Tutsak Hediye Aksoy Baska türlü nasıl açıklanabilir,sov gibi cumhurbaskanı affı ile kırk küsür hasta tutuklu salıverilirken içlerinde hiç Kürt yada devrimci tutsak olmaması baska türlü nasıl izah edilebilir.

Ya da özel bir yasa gereksinimi doğuracak kadar Sayın öcalan’a tecrit durumu,onu da geçin koskaca devlet sürekli bozuk koster yalanını niye diline dolasın,eğer bir halkın rehin tutulma çabası yoksa…

Bir insan dolmuş kuyruğunda gideceği yere aracını beklerken puşu taktı için apar topar alınıyor ve içeriye tıkılıyorsa,ve örnek teşkil tutsun diye üst mahkemeden 11 yıl hapis cezası alıyorsa,bilin ki burada rehin alınan birey değil toplumsal varlığı olan kürt halk kimliğidir.

Birde sistemin kendisi için savaştırıpda esir düşenleri var ki orada tamamen gayri insani durumu açık seçik görebilmekteyiz.11 kez esir düşme ve 50 ye yakın esir verme durumunda ne kendisi arayıp sormuştur esir düşenleri nede arayana sorana izin vermiştir.hatta imkan varsa öldürmeye bile kalkmıştır.

Türk halkının toplumsal varlığıda burada esir alınmıştır buna çok güzel örnektir sürıyede yaşanan esir gazeteci durumu. Süriye’de esir alınan gazeteci olayında gördük ki baglantı içerisine girilmedik gurup devlet bırakmamışlarve gazetecileri serbest bıraktırmışlardır. Tabii kendi savaşlarını riske sokmayacak her durumda her yerde hümanizma’ya bürünebilir bu kurtlar…

Her iki halk bugun o egemenliğini pekiştirmek için savaş baronlarına lazım. savaş baronları Kürt halkınıda Türk halkınıda kendi çıkarları doğrultusunda tüm gündemleriyle rehin almışlardır

savaşın karadeniz yanı…
(…)
uyan kardeşim karadeniz
uyan be yeşil dağlerin atmacası
mavi denizlerin takası
umudumun (ya) saklı yanı
savaş lordları içiyor kanını
kalmadı damarlarında kan.
(ibrahim yaylalı)

Karadeniz Karadeniz neresinden tutup da anlatacaksın,nasıl anlatacaksın yaşananları. gözü yaşlı annenin her gün yeni yeni oğullarını ‘vatan sağolsun’ karadeliğine kaptırdığı o denizinden almış maviş gözlü coçuklarını.Bilemez ki tutamadığı ellerini Kürt annesinin her gün ölüm soğuğunu kendisi gibi yaşadığını.Bilmez ağlamaktan küçülmüş o vucutları.

Bir tutabilse uzanmış kürt annesinin ellerinden,bir görse ölüm her tarafta aynı.Karışsa son kez gözyaşları birbirine ölümün ayrısı gayrısını bütünlese ama son kez olsa ve bitse, artık dinse tüm yüreklerini saran acı..

Ah be karadeniz sende rehinsin savaş baronlarının elinde,içersin çay içer gibi kardeş kanını,boğarlar seni kendi kanında çıkaramazsın sesini,bir kaldırsan başını,bir fark etsen sen ile kardeş kürt halkının kanını içeni, ah be bir fark etsen,o zaman belki tavuğumuz tavuğumuza,kuzumuz kuzumuza karışacak,şimdi karısan birbirine kardeş kanımız…

Bir başını kaldırabilsen sana uzanmış kürt annesinin barış elini göreceksin..Oyunlar ki ne oyunlar oynandı başında,geçmişte kanını içenler,bugün seni sürüyor bir başka kanını içmek istedikleri kardeş halkın savaşına

Hatırla allah aşkına dünü, yorgo ile birlikte doldururdu dağlarınızın rüzgarı yelkenlerini takanızın.Karadenizin o deli dalgalarına karşı az da kavga vermediniz yorgo ile birlikte.

Aldılar Yorgo’yu elinden savurdular bir sürgüne ve sen utancını bir ömür yaşamadın mı. Ya da Costa darağacına çekilirken senin canın cekiliyor gibi olmadı mı.

Tarih hep seni böyle mi ansın utancıyla çürüyüp gitti diye mi ansın,kardeşine sahip olamadı diye mi ansın.Dünün utancını daha ne kadar taşırsın bilinmez,fakat yeni utancı yine bir utanc tabelası gibi boynuna asmaya çalışıyorlar. Dün Rum ve Ermeni kardeşine karşı.bugün ise Kürt kardeşine karşı aynı utancı yaşatmaya devam ediyorlar

herkese karşı hep dik durursun ama sen acını kendin yaşarsın,artık yeter kaldır başını artık olmaz gitmem kardeşimi de öldürmem utancınıda ben yaşamam diyebilmelisin.

Görüyorsunuz ya bu bir egemenliği sonsuz kılmak isteyenlerin halkları rehin alma operasyonudur.Bu operasyonu dünden bugune başarıyla taşıdılar.Kürdistanda ayrı,Karadenizde ayrı yöntemlerle aynı rehin alma/esir alma durumunu yaşadılar…

Bugünden yarına bunu boşa çıkarmak emekleyen kardeş ellerin birlikteliği ile olacaktır.Artık eskisi kadar kolay rıza üretemeyecekler. Hes’lerden hey tekstillere,tekel direnişlerine ortak saldırıya karşın ortak direniş her yerde büyüyor.

Aynı ortaklaşmayı savaşı besleyen insan kaynağındaki ayrışmayı önlediğimizde ve ortaklaşmayı sağladığımızda bu rehin/esir alma durumundanda kurtulmuş olacağız.Rehin alınma döneminden özgür birliktelik dönemine büyük bir moral ile ilerleyeceğiz…

TOPLUMSAL VARLIKLARI İÇİN,BİREYSEL VARLIKLARINDAN FERAGET EDİYORLAR

TOPLUMSAL VARLIKLARI İÇİN,BİREYSEL VARLIKLARINDAN FERAGET EDİYORLAR

ibrahim yaylalı

80 lerden sonra diyarbakır zindanı için net söylenebilecek bir tutum;toplumsal varlıkları için,bireysel varlıklarından feraget etmek.Laf olsun diye söylenmiş bir söz olmadığını yaşamlarını feda ederek gösterdiler.
..
Diyarbakır zindanı her türlü iğrençliğin yaşama sokulduğu bir yerdi.Tüm bu iğrenç işkenceler,tutsak alınmış insanların uğruna her şeyi kabul ettikleri değerlerini yadsımayı amaçlıyordu.

Hala bugün diyarbakır zindanında madur edilmişlerin kesin rakamı bilinmez. haklı sohreti ile dünyada en kötü on hapishane arasına girmiştir. Fakat bedelleri bir o kadar ağır olmasına rağmen, diyarbakır zindanı binbir bedelle bir direniş geleneği ortaya çıkarmış ve bu güne taşırmıştır.
..
Bu geleneğin ne olduğunu bilmeyenler,üç kuruş çıkar için her şeyi peşkeş çekenler,bugün de inkar üzerinden kendilerini yadsımaları için tüm çirkin yöntemlerle yine zindanlardan saldırıya geçmiş vaziyetteler.
..
Ben bu yazıyı ele aldığım gün saldırılara karşı açlık grevlerinin 63. günüydü.Diyarbakır zindanında topyekün saldırının tek amacı direnişin en yoğunlaşmış yerinde ihaneti ortaya çıkarmak amacını güdüyordu
..
Kolay bir kavga değildi,yer yer yenilgilerde yaşandı,fakat genel saldırıyı püskürtecek,irade yine aynı işkence tezgahlarına yatırılmış direnişciler tarafından çıkarıldı.Ya direnecek ve saldırıyı püskürteceklerdi.Yada yenilgiyi kabullenip toplumsal ve bireysel çürümeye razı olacaklardı.Çürümeye razı olamazlardı hemde bedeli ne olursa olsun bu yapılmalıydı.
..
12 Eylül’de dışarısı bir çok anlamıyla adeta bir kale gibi düşürülmüştü.Bu direnişin bir anlamıda aslında bu düşürülmüşlüğe ve örgütsüzlüğe karşı tekrar yeni mevziiler kazandırmak, yenilgiyi tersine çevirmekti.Şiarları inkara karşı yaşam,yenilgiye karşı zaferdi.Her şeyi tersine çevirmeyi başardılar,ve bayrağı bügün yine direnişin en yoğunlaşmış mevzisine teslim ettiler.
..
Bugün yine dünün benzeri saldırılar rengi,ve el değiştirmişliği dışında aynı yol ve yöntemlerle tüm ülke ve coğrafyada saldırılarına hız kesmeden devam ediyor.
..
Kürt halkı ve iradesine saldırıdan tutun,işçi sınıfına saldırılara, doğasından- öğrenci hareketlerine kadar top yekün bir saldırıyı ve bunu yaparkende ilk önce 12 Eylül’cüler gibi en fazla fedakarlık,en fazla direnişin yoğunlaşarak kendini ifade ettiği yerlerin sesini boğmaya ve o direnişin ana kaynağını yok etmeye çalışıyorlar.
..
12 Eylül sonrası neoliberal politikalara hız verildi.İşçi sınıfı mücadelesi ve kamu emekçilerinin mücadelesinin önünü kesmek,sendikasızlığı yaygınlaştırmak,bunla bağlantılı olarak esnek üretim ilişkisini sınırsızca hayata geçirmek için ellerinden geleni ardlarına koymadılar.Bugün emekçilerin örgütlülüğüne baktığınızda neredeyse dibe vurulduğunu görüyoruz.Buna karşı politika gerçekleştirecek ve saldırıları püskürtecek iradi aktor’de ortaya çıkmamıştır.Bu 12 eylül ve sonrası egemenlik sisteminin başarısıdır.
..
Fakat hala dikensiz bir gül bahçesi rüyalarını tehtid eden ve bu rüyayı boşa çıkaran derli toplu muhalefet odağı olan biricik iradi aktor kürt hareketi,ve onun yürüyüşü kalmıştır.
..
Bir kere daha toplumsal varlıkları uğruna,bireysel varlıklarından vazgeçerek büyük bir direniş başlatılmıştır.Bu direniş Kapitalizmin tüm neo politikalarına karşı,ya var olma ya yok olma ikileminde bügün devam etmektedir.

Dün yani 12 eylül’cülerin tüm saldırıları nasıl boşa çıkartıldıysa, bugun gerçekleşen bu saldırıda boşa çıkarmak için önce zindanlar yine ses verdi.Sonra dışarıdaki zindana ve orada yaşayanlara sıra geldi.
..
Bir çoğumuz uygulanan ‘neo politika’lar sonrasında ‘amanbende mi’ci oluverip çıktık,bir şeyler kapımıza gelinceye kadar ses çıkarmayıp adeta kurbanlık koyun gibi celladımızın en son bizi seçmesi için dua eder duruma geldik.

Hani kızılderili sefi diyor ya, “son nehir kuruduğunda, son ağaç kesildiğinde, son balık tutulduğunda, beyaz adam paranın yenmeyecek birşey olduğunu anlayacak.” bu söz bizim trajik durumumuzu gösteriyor,beyaz adama şimdilik bir şey olmayacak,fakat bizim son nehirimizi,son ağacımızı,son balığımızı elimizden çekip almaya çalışıyorlar ve bu direniş buna kocaman hayır diyor,hemde bireysel yaşamlarına malolmasına rağmen hiç düşünmeden küçük çıkarları, buna kocaman hayır diyor

Başka ne için mi bu direniş;karadenizde heslerin olmaması için,kadınların ikinci sınıf insan olmaması için,ya da beyoğlunda bir ara sokakta bir lgbt nin katledilmemesi için,fabrikada işçinin,köyünde köylünün aşağılanmaması için,güpe gündüz öğrencilerin sokak ortasında vurulmaması için,kazan ,robaski, beyazıt,halepçe,gazi,maraş,çorum,6-7 eylül,karadenizde pogrom,ermeni soykırımlarının bir daha tekrarlanmaması için…

yani küçük adamların yaşamlarının devamı için,bu açlık grevleri senin geleceğin için,Zindanlar tüm fedakarlığıyla senin geleceğine sahip çıkmak için ölümlere yattı,peki ya sen geleceksizliğine seyirci mi kalacaksın

son nehir,son balık son ağaç sensin,saldırılara sesiz kalma kardeşim, geleceğine sahip çık

İHD: 2011 yılında 12685 gözaltı, 2922 tutuklama

İHD: 2011 yılında 12685 gözaltı, 2922 tutuklama
11-04-2012
etha.com.tr

2011’de 3 bin kişi tutuklandı

İHD’nin raporuna göre, Kürt sorununun çözümsüzlüğü nedeniyle süren çatışmalarda toplam 338 kişi yaşamını yitirdi. 76 kişinin yargısız infaz edildiği 2011’de, yaklaşık 3 bin kişi tutuklandı. 2011’de işkence ve kötü muamele de arttı.

Etkin Haber Ajansı / 11 Nisan 2012 Çarşamba, 14:19
ANKARA- İnsan Hakları Derneği Genel Merkezi, “2011 Yılı Türkiye İnsan Hakları İhlaleri Raporunu” açıkladı.

478 sayfalık rapora göre, 2011 yılında 76 kişi yargısız infaz edildi. Bunlardan 57’si, dur ihtarına uymadıkları iddiasıyla güvenlik güçleri tarafından öldürüldü, 130 kişi de yaralandı. Raporda, köy korucuları tarafından öldürülen kişi sayısı 3, sınır bölgelerinde öldürülen kişi sayısı ise 16 olarak belirtildi.

2011 yılında cezaevlerinde 36, gözaltında 5 ve faili meçhul saldırılarda 87 kişi yaşamını yitirdi. Resmi hata ve ihmal nedeniyle ise 31 kişi hayatını kabetti.

Silahlı çatışmalarda 184 militan ve asker, polis ve geçici köy korucusu 154 kişi hayatını kaybederken, toplam 304 kişi de yaralandı.

Mayınlar, 2011 yılında da can almaya devam etti. Bu şekilde 5’i çocuk 13 kişi yaşamını yitirdi.

117 KADIN KATLEDİLDİ

2011 yılında 9 kadın ve 1 çocuk “namus” adı altında katledilirken, kadınların yaşam hakkına yönelik ihlaller raporda 175 olarak geçti. Bunlardan 56’sını intihar, 117’sini ev içi şiddet sonucu ölüm oluşturuyor.

İŞKENCE ARTTI VE KARAKOL DIŞINA TAŞTI

2011 yılında 310 kişi, gözaltında, 517 kişi gözaltı yerleri dışında, 724 kişi ise cezaevlerinde işkence ve kötü muameleye maruz kaldı. 2011’de toplam 3 bin 252 kişi işkenceye maruz kaldı. Bu sayı 2010 yılında 1349’du.

Kolluk güçleri tarafından tehdit edilenlerin sayısı 102 olarak belirlendi. Toplumsal gösterilerde polis saldırısı sonucu yaralananların sayısı 1425 olurken, özel güvenlik görevlilerinin saldırısı sonucu yaralananların sayısı 58 oldu.

YAKLAŞIK 12 BİN 700 GÖZALTI

2011 yılında 12 bin 685 kişi gözaltına alındı, 2 bin 922 kişi tutuklandı.

İfade özgürlüğüne yönelik ihlaller 2011’de de devam ederken, rapora göre 26 etkinlik yasaklandı, 7 gazete toplam 11 kez, 9 dergi toplam 16 kez toplatıldı. 9 afiş, 2 pankart, 3 kitap yasaklandı veya toplatıldı, 1 kitap hakkında inceleme başlatıldı. 16 basın kuruluşuna baskın düzenlendi. 6504 inernet sitesi engellendi.

262 DÜŞÜNCE SUÇLUSUNA 921 YIL HAPİS

2011 yılında 205 kişi hakkında “düşünce suçlusu” olarak 35 dava açıldı. 300 kişinin yargılandığı 113 dava sonuçlandı. Bunlardan 37’si beraat etti, 262 kişi toplam 921 yıl hapis ve 205 bin 948 tl para cezasına çarptırıldı.

POLİS 312 GÖSTERİYE SALDIRDI

Raporda, güvenlik güçleri tarafından müdahale edilen toplantı ve gösteri sayısı 312 olarak belirtilirken, 173 siyasi parti, sendika ve dernek baskına veya saldırıya uğradı.

TÜRKDOĞAN: POLİS DEVLETİ KURUMSALLAŞTI

Dernek genel merkezinde düzenlediği basın toplantısında raporu değerlendiren İHD Genel Başkanı Öztürk Türkdoğan, 2011 genel seçimlerinde AKP yeniden tek başına iktidar olduğunu hatırlattı.

Türkdoğan, şöyle konuştu: “AKP bu iktidar dönemini ‘ustalık dönemi’ olarak nitelendirdi. 2011 yılı hak ihlallerini değerlendirdiğimizde, ihlallerin AKP iktidarı boyunca en üst seviyeye çıktığını gördük. İhlal raporumuz, siyasal iktidarın giderek otoriterleştiğini ve bunun da yeni ihlallere kaynaklık ettiğini göstermektedir. 2011 yılının insan hakları bakımından çarpıcı noktalarından biri de 62. Hükümetin Programı’nda, ‘insan hakları’ başlığının bulunmamasıydı. ‘İleri demokrasi’ söylemi adına yapılan uygulamalara baktığımızda yoğun hak ihlallerinin gizlenmeye çalışıldığını görmekteyiz. 2011 yılını polis devletinin daha da kurumsallaştığı bir yıl olarak değerlendiriyoruz.”

KÜRT SORUNUNUN ÇÖZÜMSÜZLÜĞÜ DERİNLEŞTİ

Kürt sorununa ilişkin de değerlendirmelerde bulunan Türkdoğan, “2009 yılında Türkiye Cumhuriyeti, Kürt Sorununu resmen kabul etti. Ancak Kürt sorununun demokratik ve barışçıl çözümü için hiçbir Anayasal ve yasal düzenleme yapılmaması sorunun şiddete dayalı çözümsüzlüğünü derinleştirmektedir. 2010 yılında 244 olan silahlı çatışmalarda yaşamını yitiren kişi sayısının 338’e çıkması durumun giderek kötüleştiğini göstermektedir. 2011 yılında devam eden müzakerelerin kesilmesi silahlı çatışmaların artmasına neden olmuş ve ölüm vakalarında artışlar olmuştur” dedi.

Türkdoğan, Kürt sorununda tanıma ve tasfiye politikasının bir an önce terk edilmesini ve Anayasal ve yasal çözümler için devlet iradesinin ortaya konulmasını istedi.

Türkdoğan, ayrıca “Hükümetin Kürtlere yönelik adı konmamış OHAL uygulaması bir iç çatışma tehlikesi barındırmaktadır” uyarısında bulundu.

Devlet tavrı olarak esir asker konuşmayacak

Devlet tavrı olarak esir asker konuşmayacak

ibrahim yaylalı/94-96 PKK esiri

sen bu halkın gözünde devlet töreni gibisin,sana zorunlu oldukları için katlanıyorlar. Ya bir gün sana zorunluluklarının olmadıklarını anlarlarsa…

..
Ramazan Yüce diğer 7 arkadaşıyla beraber dağlıca karakolundan esir alınmışlardı.Ramazan’ın iki adet insan olmaktan kusuru vardı.Kusur bir bu coğrafyada savaş nedenidir ‘kürt’ olmasıdır.Kusur iki insanlığını koruyabilmesi yani insan kalabimesidir.Yoksa sadece kürt olabilirsin ismet inönü,yada hikmet çetin hadi Turgut Özal gibi de diyelim o zaman mesele yok yani iyi çocuklara dahilsen mesele yok.Savaş politikalarına hayır demiyorsan mesele yok,sana ne denmiş neyi kabul etmen söylenmiş ve onu harfiyen yerine getirmişsen iyi çocuk olmaya devam edersin.

”Alenen askerleri itaatsizliğe teşvik” suçundan 2 yıl 6 ay, uzman çavuş Halis Çağan’ın ”görevi ihmal” suçundan 1 yıl 8 ay, erler Fuat Başoda, İlhami Demir, İrfan Beyaz, Mehmet Şenkul, Fatih Atakul ve Özhan Şabanoğlu da aynı suçtan 1 yıl 3 ay hapis cezası, tüm bunları unutabilirdik daha öncede oldu kendimden iyi biliyorum.
..
Ramazan Yüce şimdi olmadı ki,diğerleri önemsizdi üzerinden atlanır geçilip gidilebilirdi fakat ya bu 3. Ağır Ceza Mahkemesi’nde ”suçu ve suçluyu övmek”, ”basın yoluyla örgütünün propagandasını yapmak” bu şimdi olmadı.Çünkü kolay mı savaş hükümetini ve savaş politikalaını sürdürmek,bunu görmezden gelirlerse nasıl savaş politikarınının devamını ve sonucunda egemenliklerini nasıl devam ettirecekler.

..
Bu savaşı az çok bilince çıkarmış bir karadenizli eski esir olarak ki, kürt halk gerçeğini görmemem için dünya kadar baskı,işkence cebir,gözaltı,işten atma,yani neredeyse burada yaşatmayız denecek tüm uygulamalar yapıldığı halde, bendeki tüm bu oluşturulmuş korkuları atlatıp olan bitenle yüzleşebilmişsem, Ramazan Yüce’ye sen nasıl kalkıp tüm yaşananlara sırtını dön diyebilirsin hemde kendi gerçekliğine bu dediğiniz eşyanı tabiatına aykırı bir durum değil mi.
..
Sizin bu tavrınız açıkça şu, yalancı olun- ikiyüzlü olun,kendinizi inkar edin,Sen yüzyıllardır burada savaş veriyorsun ve sonuç ne günden güne,günden güne inkarın devlet dayatmasının dışında bir etkisini görebiliyormusun.Yasaların var 301,318 daha bilmem kaç tane ve hapishanelerin var hemde meşhur işkence seansı hapishanelerin ve onbinlerce insanı tutsak almışsın bu inkarın sonucunda, yeri göğü savaş alanına çevirmişsin peki neyi değiştirebildin,sen bu halkın gözünde devlet töreni gibisin,sana zorunlu oldukları için katlanıyorlar.
..
Ramazan Yüce’yi açıkca kendi kimliğine,insanlığına sahip çıktığı için cezalandırıyorsun,yoksa göstermelik diğer davalardan bende geçtim,(askeri mahkeme)fakat hepsi gelip geçerken,yıllarca örgüt üyesi olmaktan davam devam eti 1997-2002 ye kadar bu yargılamam devam etti.
..
Bu politika artık iflas etmiştir bu coğrafyada,açıkça söylüyorum devlette öyle,neden mi devlet diyorum,normalde bu tür operasyonlar egemenlerin çıkarına gelir yani savaş politikaları Türkiye’de egemenlerin hem koltuğunu pekiştirirken, hemde hakim olan Türk halkını şovanizmle zehirleyerek tamamen burjuva devlet yedeğine düşürülmesi işine yarar.savaş erkek biçimlidir aynı zamanda kadını tamamen yok sayar,kadını kontrol içinde bulunmaz araçtır

Fakat yüzyıl sömürgecilik yöntemlerine karşı,bu cografya onurlu dik duruşu sergileyecek bir yürüyüşüde büyütmüştür. sömürgecilik bu zamana kadar örgütlülük gücünü bir sekilde bir noktadan sonra işlevsiz hale getirebilmiş,gemisini yüzdürmeye devam etmiştir.Modern kürt hareketiyle beraber artık bu yöntemin iflas ettiği bu cografya’da ne yapılırsa yapılsın,geri adım atmayan ve tüm saldırılara cevap olan susmayan bir halk ve bunun yansıması olan bir yürüyüş ile karşı karşıya olmasındandır.
..
Ramazan Yüce asıl şimdi esir alınmak istenmektedir. Yüce’nin tutuklanmasının hiç bir hukuki nedeni yoktur,Ramazan Yüce üzerinden verilen inkar politikalarına devam mesajı olduğu çok açıktır.Ramazan Yüce derhal serbest bırakılmalıdır
..
Artık siz sus dediğinizde susacak bir halk ve onu bireyini arıyorsanız hala yenilginizin farkında değilsiniz demektir.

Türk’ün nefret ile imtihanı -M. U. ŞENTÜRK

Türk’ün nefret ile imtihanı -M. U. ŞENTÜRK
10-04-2012

“Ne kadar hazin bir çağda yaşıyoruz, bir önyargıyı ortadan kaldırmak atomu parçalamaktan daha güç. “

Albert Einstein

Yağmur Oğlum!

Bugün tam bir buçuk yaşındasın. Vasiyetnameyi bitirdim, kapatıyorum. Sana bir resmimi yadigar olarak bırakıyorum. Öğütlerimi tut, iyi bir Türk ol.

Komünizm bize düşman bir meslektir. Bunu iyi belle. Yahudiler bütün milletlerin gizli düşmanıdır. Ruslar, Çinliler, Acemler, Yunanlılar tarihi düşmanlarımızdır.

Bulgarlar, Almanlar, İtalyanlar, İngilizler, Fransızlar, Araplar, Sırplar, Hırvatlar, İspanyollar, Portekizliler, Romenler yeni düşmanlarımızdır.

Japonlar, Afganlılar ve Amerikalılar yarın ki düşmanlarımızdır.

Ermeniler, Kürtler, Çerkezler, Abazalar, Boşnaklar, Arnavutlar, Pomaklar, Lazlar, Lezgiler, Gürcüler, Çeçenler içer(de)ki düşmanlarımızdır.

Bu kadar çok düşmanla çarpışmak için iyi hazırlanmalı.
Tanrı yardımcın olsun!

Nihal Atsız
4 Mayıs 1941

Türk Faşizm’inin kurucu babası Nihal Atsız böyle sesleniyordu şimdilerde Star Gazetesi’nde yazar olan oğlu Yağmur Atsız’a. İliklerine kadar Faşist Nihal Atsız aslında bu vasiyeti sadece oğlu Yağmur’a değil tüm şakirtlerine bırakıyordu. Türkeş, Çatlı, Ağca, Samast ve daha nice talebeleri de hocalarının vasiyetine uygun olarak “şerefle” kimi zaman kurşun attılar, kimi zaman kurşun yediler bu vatan uğrunda. Paranoid-şizofrenik bir halet-i ruhiye ile tüm dünyayı Türk’ün düşmanı bellediler. Bütün dünya bir olmuş “jeostratejik öneme sahip” “insanlığın, medeniyetin kurucucusu” Türk’e ve Türkiye’ye Sevr’i imzalatmaya çalışıyordu. Bu yüzden işte kürtlerden,alevilerden, ruslardan, amerikalılardan, trinidad tobagolularda, burkina fasolulardan hülasa “yetmiş iki buçuk milletten” nefret ediyorlardı. Herkesin gözü bizim üstümüzdeydi…

Nefret Suçu dedikleri ne ola ki?

Nefret Suçu, belirli ve ortak karakteristik özellikleri bulunan birey ve gruplara veya onların mülklerine yönelik önyargılarla işlenmiş suçlara verilen bir isim. Yaşadığımız coğrafyada yüzyıllardır var olan bir suç ancak ismi ile tanımlanması henüz çok yeni. Ülkemizde bir süre önce nefret suçlarına yönelik bir yasa hazırlanması amacı ile 47 Sivil Toplum Kuruluşu ve onlarca aydın bir platfor oluşturdu. Platformun çağrı metninde nefret suçları şöyle tanımlanıyor; “Nefret suçları, dünya çapında başta etnik, ulusal ve dini kimlik, cinsiyet, cinsel yönelim ve cinsiyet kimliği temelli olmak üzere; sağlık durumu, zihinsel ya da fiziksel engellilik, toplumsal statü, siyasi veya felsefi görüş, eğitim durumu gibi özelliklere yönelik olarak da işlenmektedir. Bu suçlar taciz veya hakaretten, mülk ve eşyalara zarar vermeye, okul veya işyerinde zorbalıktan kundaklama ve cinayete kadar varabilmektedir.”

Yakın zamanda gerçekleşen Hrant Dink cinayeti, Malatya Zirve Yayınevi katliamı, onlarca ilde yaşanan Kürt ve Roman yurttaşlara karşı linç girişimleri nefret suçlarının en kristalize halleridir. Biraz daha geçmişe baktığımızda 1915’te Ermenilere yaşatılan “büyük felaket”, 1938 Dersim katliamı, 6-7 Eylül olayları, Maraş, Çorum, Bahçelievler katliamları, 2 Temmuz 1993’de yaşanan ve 33 aydın-sanatçı ve 2 de otel emekçisinin yaşamını yitirdiği Sivas katliamı ve daha burada küçük bir gazete makalesine sığdıramayacağız onlarca saldırı, katliam, cinayet…hepsi de “şanlı geçmişimizin” utanç tablosu.

Tüm bu yaşanan cinayetler, katliamlar “bebeklerden katil yaratan” bir sistemin ürünü. Evde, okulda, işte, sokakta ve hatta sinemada, televizyonda, kitaplarda hergün yeniden ve yeniden üretilen bir ideolojinin ürünü. Gündelik dilimizde fark etmeden kullandığımız “ermeni dölü, rum tohumu, kıro kürt, mal bulmuş mağribi, ne Şam’ın şekeri, ne arabın yüzü” gibi ifadeler nefretin ve şovenizmin hücrelerimizi de aşarak artık mitokondrilerimize kadar işlediğinin açık bir örneği.

İtina ile her gün yeniden nefret üretilir

Nefret ve bir nefret ideolojisi olan Faşizm televizyon ekranlarından akıyor. En basit örneği bir şampuan reklamında Hitler’in”reklam yüzü” olması. Hitler her zamanki eril duruşu ile bağırıyor; “Kadın elbisesi giymiyorsan, kadın şampuanı da kullanma. Artık yüzde yüz erkek şampuanı Biomeen var!” Bitiş cümlesi: “Erkeksen Biomeen kullanırsın.” Arkasından alkışlar geliyor. Hitler’in görüntüsüne ses monte edilmiş ve ağzından cinsiyetçi, homofobik, faşizan Türkçe sözcükler dökülüyor.

Erkekliğin ve erkek egemen kültürün yeniden yeniden üretildiği futbol endüstrisi ve onun tescilli tv’si Lig TV durmadan bu reklamı yayınlıyor. Dünya halklarının lanetle andığı Faşizmin simgesi Hitler, reklamcıların ellerinde meşruluk kazandırılarak yeniden canlandırılmak isteniyor. Kadınlar, ezilen uluslar ve cinsel kimlikler tarihsel bir hatırlatmayla aşağılanıyor. Erkek egemen sistem yeni rant alanı yaratmanın figürü olarak Hitleri diriltmeye çalışıyor.

Nefret sadece televizyondan akmıyor. Romanlardan, öykülerden, şiirlerden de akıyor. Türk edebiyatının “büyük muharriri” Hüseyin Rahmi Gürpınar; “Toraman” isimli eserinde Alevilerden şöyle söz ediyor; “Karşısında dolaşan ay gibi evlatlığı görünce kendini tutamadı. Mezhebi geniş adam… Kızılbaş mıdır nedir?” Bir başka” büyük yazar” Reşat Nuri Güntekin ise “Balıkesir Muhasebecisi Tanrı Dağı Ziyafeti” adlı eserinde, (ki dönemin Milli Eğitim Bakanlığı tarafından basılıp dağıtılıyor. Devlet tiyatrolarında da sahneleniyor)
“Karı amma vurdu ha. Eh bu da olur… Kızılbaşların mum söndü gecesi gibi töbe olsun..” diyor. Türk Tiyatrosu’nun “ulu çınarı” Haldun Taner de tam bir “Alevi düşmanı” Şişhane’ye Yağmur Yağıyordu” adlı oyununda 46. Sayfada; “Bırak allasen müdür bey. Bazen kanıma dokanıyor vallaha. Sen onun oruçlu olduğuna inanıyor musun? O ne hinoğluhindir o, ne kahpe dinli kızılbaştır o! Müslüman olsa acımak bilir.” Aynı eserden bir alıntı daha.. (Sf:61) “Ve işte o anda, tövbeler olsun, abla-kardeş, kızılbaşlar gibi sarmaş dolaş oluverdik.” diyor.

Ömer Seyfettin’in her biri Ermeniler, Bulgarlar, Yunanlılar başta olmak üzere “Türk düşmanı” bütün dünya halklarına karşı nefret kusan öykülerini yazmaya ise ne yazık ki yerimiz müsait değil.

Toplumun bütününü etkileyen “Nefret Suçları” hakkında en kısa sürede evrensel insan hakları ölçütlerine ve uluslararası örneklere uygun yasal düzenlemeler yapılmalıdır. Bu en doğal insan hakkı, anayasal güvence altına almalıdır. Yasaları uygulayacak olan yargıçların, savcıların ve kolluk güçlerinin, bu konuda bilinçlendirilmesi zorunludur. Bu konuda hızla adımlar atılması gerekmektedir. Ancak bundan da önemlisi yasa ile paralel olarak eğitim sistemimizde, medyada, sinemada, edebiyatta kısacası hayatın her alanında şovenist, sexist, ayrımcı, nefret dili ve eylemlerini sonlandırmak için toplumsal bir mücadele vermemiz gerekiyor. Yeni Hrantlar, Rahip Santorolar, Maraşlar, Sivaslar olmasın diye…

Gazeteci/ AB ve Uluslararası İlişkiler Uzmanı

http://nefretme.net/profiles/blogs/t-rk-n-nefret-ile-imtihan